- 890 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
İskarpinler
O sabah diğer bütün sabahlardan farklıydı. Bayram sabahıydı. Yataktan çıkmak istemese de heyecandan bütün gece uyuyamamıştı; sabaha karşı dalmıştı uykuya, şimdide uyanmakta güçlük çekiyordu. Bayramlık giysileri yatağını başında duruyordu. Beyaz bir gömlek. Paçasında üç kez açıldığının ütü izlerinin bulunduğu siyah bir pantolon ve geçen yıl babasının ikramiyesiyle aldığı iskarpin ayakkabıları.
Annesi her zamanki gibi öperek uyandırdı onu.
- hadi kalk bakalım sabah oldu.
Uyanır uyanmaz, dün gece boyası geçsin diye saatlerce sıcak suda beklettiği çatlamış ellerine baktı. Tırnak diplerinde birazcık kalmıştı ama olsun çok dikkatli bakmadıkça belli olmuyordu. Bu durum keyiflendirmişti onu. Banyoya gitti ellerini bir kez daha yıkadı. Tekrar yatağının yanına geldi. Bayramlıklarını giyinmeye başladı.
Önce gömleğini giyindi. Kolları birazcık kısaydı. Gömleğinin kollarını bir kat katladı. Aynada kendine baktı. Gömleğinin kısalığı belli olmuyordu. Sonra pantolonunu giyindi. Üç yıl önce yine bir bayramda almışlardı, bir beden de büyük almıştı annesi ‘seneye de giyer’ diyerek. Şimdi pantolonu da kısa geliyordu, paçaları üç kez açılmış olsa da. ‘ne çabuk büyüyorum diye hayıflandı kendine.
Ayakkabılarına baktı büyük bir sevgiyle, gururla. Mahalledeki hiç bir çocuğun iskarpin ayakkabısı yoktu. Geçen bayram babası onun ayakkabı boyayarak biriktirdiği paralarının üstünü tamamlayarak almıştı onları. Akşamdan boyamıştı, her akşam yaptığı gibi içine gazete kağıtları koymuştu. Geçen bayramdan buya hiç giymemişti eskir diye. Her gün aralıksız boyar, cilalar parlatırdı. Bayram günü giyineceğini hayal ederek. Büyük bir gururla ayakkabılarını giyinmek istedi.
Ama o da nesi. Sığmıyordu ayağı ayakkabılarına. Defalarca denedi, küçülmüştü ayakkabılar ya da ayakları büyümüştü. Fakat sadece bir kez giyinmişti onları. Yalnızca bir kez. Büyün çocuklar imrenerek bakmıştı ona. Şimdi olmuyordu ayaklarına.
Ağlamaya başladı için için. Ayakları ayakkabısına girmiyordu. Olmuyordu işte.
Ayaklarına baktı. Baş parmağı diğer parmaklarından daha büyük görünüyordu. Çok kızdı ona. Nefret etti baş parmağından. Bu ayakkabıları bu bayram giymeliydi. Babasının ona yeni ayakkabı alacak parası da yoktu. Zaten bir kez giyinebilmişti, eskimesin diye gözü gibi bakmıştı onlara.
Öfkeyle tırnak makasının bulunduğu sepetin yanına gitti. Tırnak makasını aldı. Ağlıyordu. Yere oturdu. Tırnak makasının törpü kısmını açtı ve baş parmağına bütün gücü ile sürmeye başladı. Kesmeliydi parmağını. O diğer parmaklarından uzundu. Parmağını kesince ayakkabılarını giyinebilirdi belki. Parmağı kanamaya başladı. Belirli bir müddet sonra acısını da hissetmiyordu artık. Ayakkabılarını giyinebileceğini düşünerek bütün gücü ile bastırıyordu.
Yoruldu. Kesilmiyordu parmağı. Hiç bitmeyen yoksullukları gibi parmağı da direniyordu. Yüzüne vuruyordu fakirliğini. Parmak direndikçe öfkesi de artıyordu.
Bir an annesi girdi içeri.
- Ne yaptı sen?
- Ayakkabılar
dedi titrek sesiyle.
- Ayakkabılar küçülmüş, parmağımı kesiyorum parmağımı kesince olur.
Annesi, büyük bir sevgiyle kollarının arasına aldı onu.
- Yenisini alırız üzülme bu kadar…
diyordu demesine ama bunu yapamayacaklarını o’da biliyordu. Yıllarca direndikleri fakirlik bir kez daha hem de en acımasız bir biçimde karşısına çıkıyordu. Elini ağzına kapatıp ağladığını belli etmemeye çalışıyordu. Bir yandan da eteğinin ucuyla yavrusunun kanayan parmağını siliyordu. Yoksulluk oğlunun parmağını kendisinin de yüreğini kanatıyordu.