- 743 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
GEÇİP GİDEN'E
Apartmanının bodrumundan kaçan ruh huzursuz etmişti onu. Yıllardan beridir bir sürü, onlarca, yüzlerce, belki binlerce ruh biriktirmişti orada. En çok da geçen hafta kaçana üzülmüştü. Onu belki elli yıl öncesinde bulmuştu ve çok sevmişti. İyi bir ruh denilebilirdi onun için. Birçok çekingenliğine rağmen ona bir şeyler ifade ettiği kesindi. Ama onun için bu kadar önem taşıyan ruhlar, neden birer birer terk ediyordu onu? Neden, üzerine bastığı yer kabuğuna, 70 kilo fazladan ağırlık yapan bir insanı her şey, ama her şey terk ederken, bir de o çok severek sakladığı ruhları terk ediyordu? Bu sorularla çok fazla boğuşmuş olmalıydı ki, bu sefer o kadar büyük bir tepki göstermedi bu kaçışa. Oturduğu yerde kaldı. Sükûnet, haykırışlardan nöbeti uzun bir süreliğine devralmıştı ve cam kenarındaki nöbet yerinde bekliyordu. Sarı saçları yana yatmış, benzi solmuş bu perişan adamın, sanki penceresinin önündeki iki üç saksıdan başka hiçbir şeyi kalmamıştı. Gelmesini umduğumuz eş dostları, yağmasını beklediğimiz karı bekler gibi, ufak hareketlerle camdan dışarı bakıyordu. Hoş, bugünkü kaçak karşıdaki bakkalın köşesinden kafasını çıkartıp görünse bile, ne yapabilirdi? Koşup yakalayamazdı ya. Elinden gelen tek şey, bugünkü kaçağın, diğerlerinden biraz daha vicdan sahibi olması ummaktı. Zaten hayatı hep ummakla, hep beklemekle, hep ümit etmekle geçmemiş miydi? Bu yüzden, bu fikir, bu dolambaçlı düşünceler, beynini pek yormuyordu. Beyninin her kıvrımına acılar yerleşmiş, terkedilmişliği defalarca tatmış, yalnızlığı her gün su gibi, kana kana içen bir adam, elbette ki böyle durumlara hazırlıklıydı. Mavi kareli gömleğinin birkaç düğmesini açtı. Hava bunaltıyordu onu. Göğsündeki bembeyaz kılların ardında, kızıl kuru topraklar vardı. Bir bardak su içti. Öylesine hırslı içmişti ki, bardak daha ağzına varmadan, birkaç damla, çenesinden göğsüne doğru süzüle süzüle aktı. Derin bir nefes aldı ve minik bir tebessümle bardağı yerine koydu. Suyun bulunduğu sürahiye de aynı güzel düşüncelerle baktı. Anlaşılan içtiği suya, kendisini terk etmemesi için saygı gösteriyordu. Biraz önce boğazından geçen, ağzının kuruluğunu alan, dilindeki ekşi tadı yok eden varlığa saygı göstermeyecekti de, kendisini daha yirmi dört dakika, on üç saniye önce terk etmiş ruha mı saygı gösterecekti. Bu tavırla, bakkalın köşesine bakmayı bıraktı. Madem ona kimse saygı göstermiyor ve sürekli terk ediliyordu, o zaman elindekilerle yetinmeli ve onların değerini, en az terk edenlere verdiği değer kadar yüceltmeliydi. Evet evet, aynen böyle yapmalıydı. Yoksa zaman nasıl geçerdi? Her terk edenin arkasından ağıt yakamam ya diye düşündü. Ama bu düşünce onu sadece, güneş bakkalın bulunduğu binanın ardına saklanıncaya kadar idare etti. Ardından yine yüzü düşmeye başladı. Sokaktan arabalar, güle oynaya giden çiftler, tekler, tekiller, çoğullar, hayvanlar sanki kaçarcasına, pencerenin önünde duran sıska bedene inatla, hızlı adımlarla ilerliyorlardı. Battıkça battığını anladı. İyimser olmanın anlamı yok diye düşündü ve vakit kaybetmeden kalan ruhlara bakmaya gitti.
Geniş salonu yavaş adımlarla geçtikten sonra, iplik gibi bembeyaz ve uzunca koridordan kapıya doğru yöneldi. Evde kendinden başka kimse yoktu. Olması da gerekmiyordu zaten. Kalabalıktan kaçmıştı kendini bildi bileli. Kendinden gayri ne bildiğini ise hiçbir zaman, hiçbir kimseye ne hissettirdi, ne de kendine açık yüreklilikle söyleyebildi. Fazla bilgiden korkuyordu çünkü üstelik gerek de yoktu. Evine girmeyi, evinden çıkmayı, uyumayı, su içmeyi, yemek yemeyi biliyordu ya, ondan alası yoktu. Doğduğu kadar saf yaşamayı adet edinmişti kendine. Zaten yaşamak kadar zor bir işi vardı, buna yeterince çaba sarf ediyor ve beynini yoruyordu. Fazlalığa lüzum yoktu. Kapıyı açıp bir kat aşağıya indi. Burası tüm apartmanın bodrumuydu. Duvarları, siyahla grinin karışımı bir renk almış, yerlerde her türlü haşaratın cirit attığı, basık tavanlı bir yerdi burası. Apartmanın en az uğranılan ama en çok ihtiyaç duyulan yeriydi. Olmazsa olmaz ıvır zıvırların bulunduğu bu köhne yerler, insanların vazgeçmediği ama yaşadığı dört duvar içinde fazlalık oluşturduğu için, kalabalık yapmasın diye uzaklaştırdığı ve çoğu zaman unuttuğu birçok şeyle doluydu. Onun vazgeçemediği şeyler ise, pas tutmuş çin malı baltası, yollardan toplanmış cıvataların, vidaların bulunduğu eski boya kutusu ya da okunmuş ama atılamamış(kıyılamamış) dergileri değil, ruhlarıydı. Her biri birbirinden farklı bir sürü ruh vardı, bodrum katında, ona ayrılan odanın içinde. Duvarları simsiyahtı bu odanın. Bodrum katının genel renginden daha koyu, daha kasvetliydi. Odanın duvarlarının koyu rengi, içerdeki böcekleri, duvardaki örümcekleri ve tam bir sanat eseri olan ağlarını, tam anlamıyla gizliyordu. Tavandaki sarı ampulün saçtığı ışık, çok kısıtlı bir alanı aydınlatıyor, karanlık o odanın duvarlarını bir yorgan gibi örtüyordu. Odada gezintide olan ruhlar, gelen kimsenin farkına varmadan gündelik voltalarına devam ediyorlardı. Şeffaf gri renkleri ile ilk bakışta fark edilemeyen bu varlıklar, arsız çocuklar gibi, hızlı hızlı geziniyorlardı. Odayı baştan aşağı, yorgun gözleriyle süzdükten sonra yukarıda açmış olduğu, kareli gömleğinin düğmelerini kapattı ve odanın bir köşesine oturup başını duvara dayadı. Ruhlar, onun farkına varmadan, dört duvar içinde gezintilerine devam ederlerken, içlerinden biri, hızlıca adama eğildi. Adamın yüzüne bakıyordu. Sadece ağız ve göz boşlukları belli olan bu varlık, mekânına gelen bu yabancıyı tanımaya çalışıyor gibiydi. Kafasını sağa sola hareket ettirerek ona baktı. Sonra geriye diğerlerinin yanına gitti. Sanki onları örgütlemişti. Az sonra hepsi bir andan bu tanımadıkları yabancıya baktılar ve bir köşeye geçip sıkış sıkış durmaya başladılar. Sanki bu yabancıdan orayı terk etmesini istiyor gibiydiler ve kendilerini yıllardan beri buraya tıkan insana öfkeliydiler. Sıska bedeni ile ayağa kalkan adam, bu varlıklara bakarak dışarı çıkmak için birkaç adım attı. Ama tam o esnada, odanın kapısı yüzüne kapandı. Sükûnetini bozmadan, yavaş adımlarla varlıkların sıra sıra dizildiği alana döndü ve bir adım attı.
Cam kenarında cansız yatan bedenini bulan komşuları, önündeki deftere yazılmış birkaç not buldular; “Yıllardan beridir yaşadığım büyük yalnızlıktan kimse sorumlu değildir… Çok kabuk değiştirdim, çok yenilendim… Ama… Ben, hep bir köşede sakladığım geçmişimden utanarak ölüyorum…”
YORUMLAR
övücek kelimeleri bulamıyorum inan ki yani güzel olmuş süper olmuş mekemmel olmuş demek sanki hafif kalacakmış gibi sürekli düğer yazıalrında şiirlerinde tekrar ettiğim şeyleride yazmam ki bu sefer kendimi tekrar etmiş olurum :) buda senimutlu etmez biliyorum.
tasfirlerin çok kaliteli bunu söylemeden edemicem
diğer yazılarınıda merakla bekliyorum
aşkın daim olsun