- 1461 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
AKLIMIN SÜRÜNGENLERİ
-AKLIMIN SÜRÜNGENLERİ-
Bir gün daha lazımdı bana; yalnızca bir gün daha...
Zihnimde tek başıma cevaplayamayacağım sorular vardı, tek başına bulamayacağım yanıtlarını.
Soğuk bir kasım akşamında işten çıkmış yürüyorum. Yalnızca bir hafta önceki heyecanımı anımsıyorum, gülümsüyorum sokakta tanımadığım yaşlı adama. Farkına vardı mı bilmiyorum; dalmışım işte. Düşüncelerimi kontrol altında tutamıyorum. Günlerdir gözyaşları içindeyim. Üstelik fark ettirmemek için çaba sarf etmeliyim; kimse fark etmemeli yaşadığım buhranı. Kendi başıma bulaştım bu işe, kendi başıma çıkacağım içinden...
Bir gün daha lazımdı bana. Aklımdaki sorular cevapsız, havada kalacaktı yoksa, dayanamazdım biliyordum bunu...
Durağa gelince vazgeçtim otobüse binmekten. Yürümeye karar verdim. Belki biraz açılırdı yüreğim, belki daha mantıklı düşünebilirim. Bulvarda çiçekçilerden gelen fesleğen kokuları arasında tetiklenen geçmiş günler geldi aklıma. Durdum caddenin orta yerinde. Gelip geçen insanlar arasında nereye gidiyordum, neredeydim?
Mendil satan çocuklardan biri çarpınca koluma; irkildim. Rüyadan uyanmış gibi baktım ona. Anlaşılmaz bir şeyler söyleyip gitti arkasını dönüp. Sanırım sezinlemişti kendimde olmadığımı. Yağmur çiselemeye başlamıştı.
“Tam zamanı...” dedim kendi kendime. Tam zamanıydı yağmurun.
Yürümeye devam ettim. Acele etmiyordum aslında, acele edecek, yetişecek bir şey kalmamıştı. Arabalar hızla geçip gidiyordu yanımdan, aklımdan geçenleri umursamayan kalabalığın orta yerinde kapana kısılmış gibi kendime çıkış yolu arıyordum. Yürüyordum, yağmur yağıyordu...
Son birkaç aydır ne yaşıyordum bu adamla; yıllardır tanıdığımı sandığım, güvendiğim adam kimdi aslında; yabancı bir yüreği nasıl kendime yakın bulmuş, sevgimi onunla nasıl paylaşmıştım. Telefon görüşmelerimizde yeniden bir araya geleceğimiz günlerden bahsediyor hayal kuruyorduk kendi kendimize. İleride paylaşacağımız ortak günlerden, çocuklarımızdan, evimizden bahsediyorduk. Kendi düşlerimizden, yaşamlarımızdan söz açıyorduk zaman zaman. Bazen araya giren mesafelerin öfkeleri de oluyordu sözlerimize gizlenen. Ama yine de aşktı yaşadığımız, her şeye rağmen sevgiydi bizi bir arada tutan. Geçmişte yaşadığımız kötü günlerden, ayrılıklardan sıyrılmıştık. Başkaları yoktu artık; bizden başka kimsenin önemi yoktu; herkes değerini yitirmişti geçmişe dair. Artık “biz”dik. Bizimle beraber yeni bir tarih yazılıyordu, yeni günleri düşlüyorduk...
Yağmur yağıyordu. Aklımdan düşünceler geçiyordu peşi sıra. Yürüyordum...
Şehre geldiğini haber verdiğinde yüreğimin gürültünü gizlemeye çalıştım ondan. Sadece “hoş geldin” diyebildim, içimdeki arzu ve özlem kendini ifade edebilecek kelimeler bulamıyordu çünkü...
“ Ne zaman görüşebileceğiz?” dedim sonra, ancak bu kadarına cesaret edebiliyordum.
“ Akşam evden alırım seni” dedi.
Sessizliğimdi bu aşk, masumiyetimdi kimseyle paylaşmadığım. Arzuların nasıl ifade edileceğini hiçbir zaman bilememiştim. Kelimeler bu yüzden tutuk kalıyordu, aslını anlatmaktan aciz cümleler kurmaya mahkum bırakıyordum kendimi.
Evin önünde arabayla beklerken buldum onu. Yanına oturdum.
“Nasılsın” dedi. (İyiydim; uzun süredir kendimi bu kadar iyi hissetmiyordum belki. Boynuna sarılmak, başımı göğsüne yaslayıp, ağlamak istiyordum sevinçten.)
“İyiyim” dedim. ( Ancak bu kadar kötü söylenebilirdi sanırım, ancak bu kadar büyük bir beceriksizlik içerisinde kıvranabilirdi, saklanabilirdi düşünceler.)
“Güzel bir yerlere gidelim” dedi.
“ Peki bir tanem” dedim.
Yürüyordum. Islanıyordum yağmurun altında. Kendi kendime konuşuyordum bir yandan. Biraz daha zaman vermeliydin bana. Tek açıklaması bu olamaz, ilişkimize son noktayı koymak için ne kadar kötü bir zamanlamaydı bu böyle... birkaç ay sonra yılbaşı; yeni seneyi böyle kırık dökük bir kalple, anlaşılmamış bir ilişkiyi beraberimde sürükleyerek karşılayamam.
Biralarımızı yudumluyorduk karşılıklı.
“ Seni çok özledim” dedim.
“ Bende çok özledim. Sana sarılmayı, yanında olmayı özledim.”
“ Bugünü o kadar uzun zamandır bekliyorum ki...”
“ Bana gidelim mi?” dedi.
“Gidelim” dedim.
İçkilerimizi yarım bırakıp kalktık masadan. Elimden tutuyordu. Gerçekten de öyle uzun süredir bekliyordum ki onu. Yanında olmak, ona sarılmak istiyordum. Gidelim demiştim. Gidelim... Uzun yol boyunca konuşmadık pek fazla. Sanki anlatacağımız her şey, aşkımız yanında anlamsız kalacaktı. Sanki kuracağımız cümleler bu gerçek dışı rüyanın içerisine, zamanı ve uzaklıkları katacaktı. Sustuk yol boyu... kendimizi saklıyorduk vaktin geleceği ana...
Evin içine hafif bir rutubet kokusu sinmişti. Pencereleri açtık.
Sonunda birlikteydik işte; sonu gelmişti günün. Beraberdik.
“ Seni çok özledim” dedi.
Sarıldım. Öylesine sarhoş hissediyordum ki kendimi. Yanındaydım; onunlaydım. Dakikalarca sarılabilirdim, sarabilirdim bedenini.
Yağmur yağıyordu; ıslanıyordum. Ve ağlıyordum galiba. Soğuk kesiyordu bedenimi. Ellerim üşümüştü. Yanaklarımdan süzülen yaşları sildim usulca. Terk etmişti beni. Birini terk etmek için ne kötü bir zaman seçmişti. Kasım ayıydı, kıştı, soğuktu. Yağmur yağıyordu üstelik. Aynı şehirde, aynı nefesi paylaşırken, benden uzaklaştığını, beni artık sevmediğini bir an olsun sezdirmeden, bir kelime etmeden bana üstelik yalanların içinde sarıp sarmalayarak benim ona sevgimi, kirleterek, kırarak gidiyordu; uzaklaşıyordu benden. Bağırıyordum ama yalnızca ben duyuyordum çığlıklarımı. Günlerdir acıkmıyor, susamıyordum. Odama kapanıp ağlıyordum yalnızca. Kimseye sezdirmemeliydim, kimse bilmemeliydi, kimse görmemeliydi göz yaşlarımı. Öfkeliydim ama gürültüsüzdüm. O; hiçbir şey bilmeden, hiçbir şey umursamadan gidecekti bu şehirden. Ve ben çektiğim acının içerisinde havada kalan sorularımla boğulacaktım. Oysa bir gün daha lazımdı bana; yalnızca bir gün daha vermeliydi. Cep telefonumu çıkardım, bir şeyler yazmalıydım. İçimden geçen öfkenin ve nefretin dışında bir şey yazmalıydım. Göz yaşlarımdan telefonun ekranını göremiyordum. “ Boğuluyorum” dedim. “ Nefes alamıyorum, atlatamayacağım gibi geliyor. Belki bir çıkış yolu biliyorsundur, belki bunu aklımdan çıkarmanın bir yolu vardır.” Cevap bekliyordum, henüz gitmemişken, henüz buralardayken bir cevap yazmasını bekliyordum. Oysa boşunaydı. Saatler, günler, yıllar geçse de bir cevabı yoktu sorularımın. Kendisini kurtardığını anladım bir anda benden, kendi cevaplarını bulmuştu ve artık başka bir şeyin önemi yoktu.
Yağmur yağıyordu; ıslanıyordum. Telefonumu çantama koyup, yürümeye devam ettim. Derin derin nefes alıyordum. Bedenim uyuşuyordu; kendime gelmeye çalışıyordum. Eve gitmek istemiyordum; aklımdan geçenleri unutmaya, sarhoş olmaya, kırıp dökmeye ihtiyacım vardı. Bana ait olmayan fikirler arasında kendimi arıyordum oysa zihnim kendini bulma niyetinde değildi. Niye yürüyordum, nereye gidiyordu bu ayaklar, nereye sürükleniyordum? Dibe vurmaktan söz edilirdi, dibe vurunca anlarmış insan doğrunun ne olduğunu. Oysa bugün anlıyordum ki dibe vurmak yeterli gelmiyordu bazen. Doğru olmak ya da yanlış olmakta önemli değildi. Soğuk bir kış günü şehrin göbeğinde hızla geçen arabalara gittikçe yaklaşarak yürüyordum. Bu ben değildim; belki de ben gerçekten hiçbir zaman kendimi bulamamıştım. Tepkilerimi öngöremiyordum.
Kendimi sorguluyordum; her anı tekrar yaşıyordum zihnimde. Yanlış olanı, fark edilmeyeni, anlatılamayanı anlamaya çalışıyordum. Günlerin sürati ve heyecanı içerisinde kaybolmuş o küçük ayrıntıyı arıyordum. Kendimi arıyordum ona sarıldığım salonun ortasında. Bana söylediği yalanın içinde olmayan doğruyu, yaşanmayan sevgiyi arıyordum. Ölüyordum; biliyordum bunu. Kendime ait ne varsa bırakıp gitmek geçiyordu içimden. Adım adım silinsin istiyordum gölgem bu sokaklardan. Bir yandan kendimi yok etme arzusuyla savaşıyor, diğer yandan da onun evine gidip yüzünü son kez görmek geçiyordu içimden. Gözlerine bakıp ne kadar aşağılık bir adam olduğunu haykırmak, geride kalan ne varsa tüm yaşanmışlıklarla beraber paramparça etmek, yokluğun karşısında elimde içkiyi yudumlamak ardından bardağı alevlerin içine atmak istiyordum. Ama gidemiyordum işte; cesaretim yoktu kendimi daha da bulandırmaya. Zihnimden geçen anılara durun diyordum, yeter artık. Bu cehennemin içerisinden çıkmalıydım; çıkacaktım.
Yoldan geçen taksilerden birini durdurdum. Evime gidiyordum. Sükunetimi korumaya çalışarak sohbet ettim şoförle. Oysa herhangi birini öldürebilirdim şu an, boğazına sarılıp tüm gücümle sıkıp herhangi birini öldürebilirdim tam şu an. Evin biraz ilerisindeki markete varana kadar sohbet ettim şoförle. İyi akşamlar dileyip indim arabadan.
Yağmur dinmemişti hala. Koşarak markete girdim. İçki reyonuna girip, biralarımı aldım. Ardından bir şişe meyveli şarap, cips ve mısır. Kasada iki paket sigara ama onun içtiğinden.
Apartmanın önüne geldiğimde elimde poşetlerin ağırlığından dizlerim bükülerek bir süre durdum. Burada mı olmalıydım? Başka bir yerde mi? Gerçekten burası mı olmam gereken yer...
Evde kimse yok, poşetleri mutfağa bırakıp odama geçiyorum, teybe uzun süredir dinlemediğim gürültülü kasetlerden birini takıyorum. Üzerimdekileri çıkarıp yatağa uzanıyorum. Buradayım geldim işte... telefonu çıkarıp son kez ekranını kontrol ediyorum. Cevap yok hala; bende artık burada değilim zaten...
Bedenim öyle kırık, öylesine yorgun ki... günlerdir bir şey yemiyorum. İnsan aç kalarak öldürebilir mi kendisini rızasıyla? İçerek ölebilir mi ya da anlaşılmadığı, anlayamadığı, yabancılaştığı için her şeye değer mi ölmek? Göz yaşlarım akıyor yanaklarımdan; yastık ıslanıyor. “Bu kaçıncı?” diyorum. “Bu kaçıncı, daha kaç kez üzüleceğim, daha kaç kez yanıltacak bu hayat beni? Daha ne zamana kadar her darbeden sonra ayağa kalkmak ve bu rutin, kendi dışındaki hayata devam etmek zorunda kalacak bu beden? Kaç kez daha anlamadığım insanlara yakın hissedeceğim kendimi? Bu duvarlar arasında daha kaç kez boğulmamak için çırpınacağım ve daha kaç kez sırf cesaretimi toplayamadığım için yaşamak zorunda kalacağım?”
Gitmeliyim; evet gitmeliyim buralardan. En uzaklara, o gitmeden, o terk etmeden bu şehri, hala aynı nefesi paylaşırken, hala aynı sokaklarda farklı zamanlarda dolaşırken gitmeliyim. Artık biliyorum bunu; algılamakta zorlanıyorum insan ilişkilerini, yalanla doğru arasındaki farkı göremiyorum, kendimle ilgili hiçbir konudan tam anlamıyla emin değilim. Artık biliyorum yaşam ne yazık ki böyle bir şey işte; kırılıp dökülen bir yürekle devam etmek zorunda insan, kimseye güvenmeden, kimseden bir şey beklemeden, kimse için hiçbir şey yapmadan sürdürmelisin, kendin dışında herkesin bir gün sana ihanet edeceğini, sana seni sevdiklerini söylediklerinde aslında yalanlara sığındıklarını, kişisel çıkarlarının başkalarının çıkarlarıyla sürekli çakışacağını, bencil davranman gerektiğini artık her şeyi biliyordum, öğrenmiştim ve son noktaydı o artık benim için. Daha derini, daha dibi yoktu bu denizin. Boğuluyordum, tuzlu deniz suyu ciğerlerime doluyordu; bu yüzden gitmeliydim, kaçmalıydım, kurtarmalıydım bu öfkenin girdabından kendimi.
Uzanmış; tavanı seyrediyordum...
Terk edilmiş olmaktan çok anlaşılmamak yüzünden midem bulanıyordu, damarlarımda akıp giden kan dışarı çıkmak için kendisine yol arıyordu. Gitmeliydim buralardan; gitmeli uzaklaşmalıydım ondan.
“Uzaklara gidelim, yağmurun çanlarına
Işıklar gölgeler kralının, suyun çıplaklığına”
Gitmeliyim gerçekten; en uzağına yaşadığım hayatın. Yüreğimin götürdüğü yere; aklımdan geçirip de bir türlü adlandıramadığım, hiç görmediğim zamanların örttüğü yerlere gitmeliyim. Salkım söğüt ağaçlarının gölgelendirdiği nehirlere; akarsuyun dehşet verici bir süratle döküldüğü okyanus kıyılarına, deltalarına eski göllerin, deniz kıyısını görebileceğim ormanlık tepelere gitmeliyim. Olabildiğince uzaklara buradan, olabildiğince derinlerine hayatın. Gitmeliyim yeter ki gideyim buralardan. Kimsenin sesini duyamayacağım, insanların zihinlerinden uzaklaşacağım, silineceğim yüreklerden, sileceğim yüreğimdeki gölgeleri; uzaklara olabildiğine uzaklara gitmeliyim...
“yürüsün yol, uysal ve inatçı bir yoldaş
yanımız sıra, çoğalan arzusuna patikaların
ay tozu yamaçlara, kanın çığlıklarına
dursun zaman, biz gidelim, çağrılı bir konuk gibi.”
Gerçekten de gitmeliyim; uzakların nefesi çekmiyor mu yalnız, umarsız gecede. Her an yürek soğuyacağına bu şehirlerin köhne meyhanelerinde, kaçıp gitmeliyim olabildiğince uzaklara. Kimseyi tanımadığım, kimsenin beni tanımadığı yerler aramalıyım ruhumun hayatta kalan son parçasını; yüreğimi de yanında götüren adamın peşinden belki, belki kendime ihanet ettiğim gecelerin birinde kilitleyip denize attığım düşlerin peşinden gitmeliyim. Kendimden uzağa gitmeliyim kendimi bulmak için...
“Gidelim göğün suretini çizen denize,
kımıldayan
taşların şarkılarına, yer altı madenine
kardeş,
dağların, sözün tapınağına, soluksuz
yankısına”
Gideyim; gideyim ki izi kalsın derinliğinde gölgelerin. İçimi acıtan yüreksizliğimden kurtulabilmek için en uzağa; adını bilmediğim, sözün geçmediği yerlere gitmeliyim. Gideyim ki izi kalsın gölgemin derinlerinde hayatın. Bu akşamın sonunda yola çıkıp tüm cesaretimi toplayıp. Akşamı örterken gecenin karanlık gölgesi, yıldızlara bakıp bulmalıyım yolumu. Ayaklarımı kendi dengesine bırakarak adımlayayım yolları; ardımda zihnimden yavaşça silinen geçmiş, önümde yaşanmamış günlerin telaşı olsun. Yüreğimi götüren adamın sessiz ve sakince adımladığı şehrin sokaklarında bir benzerini, belki de onun kendisini tesadüfen görebilme arzusu içten içe bir hastalık gibi kemirirken bedenimi, öfkelendiren, öfkeden kudurtan yüreğimi; arkada bırakmaktan, ağlamaktan, çıldırmaktan başka yapacak ne kaldı geriye?
Yapayalnızım evin içinde; büyük bir düş görüyorum. Yanımda boş bira kutuları, sigara izmaritleri kül tablasında ve belki de yirminci kez dönen kasetin sesi. Geçmiş aylarda yazdıklarını okuyorum; sanki bana yazılmamış bu satırlar, onun zihninden dökülmemiş bu cümleler. Sanki başka birileri yaşamış bu aşkı, sanki başka bedenler sarılmış tutkuyla, sanki başkalarının gözleriymiş özlemle bakan birbirine. Yazdıklarını okuyorum, bazı cümleleri tekrar, tekrar okuyorum sonra. sanki bahsedilen yürekler bizimki değil, sanki başka dudaklardan çıkmış seni seviyorum’ lar, sanki ben değilim burada okuyan, yazanda hiçbir zaman O olmamış sanki... Midemde nükseden ağrı yükseliyor, içimden hiç çıkamayacak travmatik, kanserli bir tümör... Kalbimin orta yerine yayılmış, yavaş yavaş sezdirmeden bedenime dağılan, sonunda tüm hücreleri kaplayacak olan. Buradayım ama gitmeliyim artık, çırpınıyor ruhum çıkmak için bedenimden.
Yazdıklarını okuyorum.
“ Sana ihtiyacım var! Sakın gitme, terk etme beni.”
Yazdıklarını okuyorum.
“ Sensiz zor geçiyor burada zaman. Yanında olmayı özledim. Başımı dizlerine yaslayıp uyusam birazcık. Sonra sen bana bir şeyler içer misin diye sorsan.”
Yazdıklarını okuyorum gözyaşları içinde;
“ Üzme kendini. Bizim ilişkimiz düşündüklerinden farklı olacak. Öyle güzel günler yaşayacağız ki. Belki istediğin gibi deniz kenarında bir evimiz olur. Sen çocuklarımızı yetiştirirsin orada. Sıcak iklimlerde yaşarız kendimizi.”
Odamın ortasında uzanmışım; yanı başımda boş bira şişeleri, izmaritler kül tablasında... Ağlıyorum. okuyorum yazdıklarını gözyaşları içerisinde.
“ Üzülme sevgilim. Üzme artık kendini. Bu kadar karamsar olma. Artık her şey güzel olacak; seni seviyorum ve en kısa zamanda yanında olacağım. Dün sesin kötü geliyordu. Meraklandırdın beni. Bu kadar üzülme. Geleceğim yanına; bekle beni...”
Bana yazılmamış bu satırlar sanki; bir aşk romanı okur gibi okuyorum sayfaları. Kendimde değilim artık; bu ben değilim büyük ihtimalle. Dışarıda yağmur yağıyor, gürültüsü odanın içinde doluyor. İçimden hiçbir şey geçmiyor artık, okuyorum ve hiç anlamadığımı fark ediyorum bugüne kadar onu. Mesafelere esir kalmış sözlerinden hangisi gerçek, hangisi anlamlı bilmiyorum artık. Yazdıklarını okuyorum; her sayfasında bu ben değilim diyorum, bu satırları yazanda o değildi hiçbir zaman.
“ Kasımın son haftası yanındayım. Güzel bir program yap bir tanem. Burada öyle çok sıkıldım ki biraz hava değişikliği iyi gelir bana da. Sen de çok bunaldın biliyorum. Üzme kendini; bırak hayat kendi akışı içerisinde devam etsin. Gelecek günleri düşün yalnız. Beraber olacağımız, bir aile olacağımız günleri düşün. Beni düşün sevgilim.”
Öfkeyle bağırıyorum odanın içinde. Öfkeden çıldırıyorum belki de çıldırdım bile. Biz böyle değildik; bizim ilişkimiz olamaz böyle sonlanan. Sevmemesini anlayabilirim, artık bir gelecek görmemesini, beni istememesini anlayabilirim. Ayrılmayı istemesini, ürkmesini benden hatta başka birini bile anlayabilirim. Ama bu şekilsiz bitişi, bu kadar yalanı, bu tuhaf ayrılığı anlayamam ki. Oysa öyle uzun zamanlardır tanıyoruz ki birbirimizi, buna ihtiyacımız yok. Bunu anlayamam ki, bunu kabullenemem ki. Biliyor o da farkında ama umursamıyor işte. Yazdıklarını okuyorum akşam karanlığı vururken odanın içine.
“ Sana karşı kendimi suçlu hissediyorum. Bunun bir şekilde sona ermesi gerekiyordu. Tek açıklaması bu...” Tek açıklaması buydu ona göre ilişkimizin. Bu sona, bu kaçışa bulabildiği tek çözüm buydu...
“Nefret ediyorum senden” dedim. Duvarlarında yankılandı zihnimin sözler.
“Nefret ediyorum” senden. Söyleyebildiğin sadece bu mu? Aklına gelen sadece bu mu? Bari başka bir şeyler söyle. Senden nefret ediyorum.” Yalan söylüyordum aslında; ondan nefret etmiyordum. Anlamıyordum sadece, neden bu noktaya geldiğimizi, neden bana bu kadar büyük bir yalan uydurduğunu, neden gerçekleri birkaç gece önce söylemediğini anlayamıyordum. Gerçekten de bu durumun yüreğimin kabullenmediği kısmı, anlayamamaktı. Hiçbir şeyin doğru zamanda konuşulmamasıydı. Dayanamayacağım, tahammül edemeyeceğim yanı buydu işte. En kötü ne hissederdim ki gerçekleri söyleseydi; örneğin başka biri var deseydi, seni sevemiyorum uzaklaşıyoruz birbirimizden deseydi. Ne kadar korkunç olabilirdi ki sözleri. En fazla ne söylerdim ki ona. İnsan kabullenmek zorundaydı yaşamda hiçbir şeyin sonsuza kadar sürmeyeceğini. Yapılacak bir şey kalmadığını anlayabilmeliydi sevdiği başka birini seviyorsa artık. Savaşmanın anlamını yitirdiği zamanlar vardı ilişkilerde; zaman bunu da öğretmişti üstelik bana. Kabullenemediğimin ne olduğunu asla bilemeyecekti. Tutku sanacaktı, aşk sanacaktı, yalnızlık sanacaktı. Oysa ben midemde büyük bir girdapla odamın ortasına uzanmış, zihnimde artık hayali hale gelen geçmiş günler, baş ucumda boş bira şişeleri ile yarı uykulu tavanı seyrederken yalnızca anlaşılmamaktan, anlayamamaktan dolayı öldürüyordum kendimi.
Sendeleyerek kalkıp; pencerelerden birini açtım. Hava alamıyordum, boğuluyordum. Kasım ayının keskin rüzgarı daldı içeri. Derin nefesler çaldım yüreğinden gecenin. Balkona çıktım sonra; uzaklara bakıp bir ışık aradım kendime. Beynimin karanlığını aydınlatacak, soğutacak yüreğimi. Kendim dışında birini aradı gözlerim karşı balkonlarda; huzur aradım, doğruları aradım, geceyi gündüze çevirecek gün ışığını aradım. Bulamadım benden başkasını görebildiğim uzaklıklarda...
Eve girdim; yalnızlık kapattı balkonun kapısını. Mutfak masasına dayanıp dengemi sağlamaya çalışırken tuttu iç sesim kolumdan.
- Biraz dinlen- dedi.
“İnsan yüz yüze gelmeden herhangi bir şeyi değiştirme imkanına sahip değil galiba” dedim.
-Hayır- dedi hüzünle.
Bira şişeleri ve izmaritleri alıp çöp kutusuna dolduruyorum. Sadece yapılması gerektiği için yapıyorum bunu. Teybi kapatıyorum; dayanamayacağım bir kez daha dinlemeye... Yatağımın köşesine oturuyorum. Ellerim uyuşuyor; içimden hıçkıra hıçkıra ağlamak geçiyor ama gözlerim yorgun düştüğünden midir sessizce kendimi dinliyorum. Duvardaki resmine bakıyorum. Özenle çerçevelettiğim fotoğrafından hüzünlü gözlerle bakıyor bana.
“Ne istiyordun benden, neden yarattığın bu karmaşa... buradasın biliyorum; yüreğimde hissedebiliyorum gözlerini. Aynı şehirdeyiz ve sen bir tek bu yolumu buldun bizim için.”
Sessizce bakıyor bana.
Gitmeliyim diyorum. Çıkmalıyım, boğulacağım yoksa...
Apartmanın merdivenlerinden koşarak iniyorum. Yağmur hala devam ediyor; nereye gideceğim. Bu karanlık sokakta düşünmemek ve kendimden kurtulmak için nereye gitmeliyim. Başka birini aramalı mıyım? Beni daha da yıpratacak birine mi koşmalıyım gecenin yarısı. Bir başkasını mı üzmeliyim kendi hüznümle; yoksa batmaya devam mı etmeliyim, yok olmaya, kan kaybetmeye devam mı etmeliyim?
Sokak lambasının altında durmuş, düşüncelerimin sakinleşmesini bekliyorum.
Sokak lambasının ışığı aydınlatıyor geceyi....
Yağmur damlaları asfaltta akıp gidiyor; sokakta bir başına duruyorum; kendime gelmeyi bekliyorum.
Derin derin nefes alıyorum; boğulacağım. Kendimde değilim biliyorum.
“Sakinleş” diyorum kendi kendime.
- Ölüyorum- diyor iç sesim. -Yardım et bana... Boğuluyorum.-
Hayal kırıklığı içerisindeyim, nefes alamıyorum. Akciğerlerim kabul etmiyor havayı, her nefes alışımda midemde bir kramp hissediyorum. Yaşamadığım duygusu saplanıyor beynime. Hatta nedense aklıma gelen tek düşünce bu. Zihnim karmakarışık; bilmiyorum. Neden diyorum kendime, neden bu şekilde olsun? Kabullenebilirdim her şeyi, başka birini bile kabul edebilirdim. Neden bu kadar çirkin, bu kadar şekilsiz?
“Hayır” diyorum kendime; hiç bir şey bu kadar dramatik başlayıp, bu kadar kötü finalle sonlanamaz. Yanılmış olabilirim belki, yanılgılarım konusunda dehşet derecesinde kendimi tanıyorum çünkü, ama böylesi bir son yüreğime, hissettiğim sevginin büyüklüğüne aradan geçen neredeyse on uzun seneye, yaşımıza ve yaşadıklarımıza birbir, hangisine yakışıyor, hangisi hak ediyor bunu; bilmiyorum. Midemde bir kramp, odanın ortasındaki halıya uzanmış, tavanı seyrediyorum.
“Hayır” diyorum kendi kendime.
“Evet” diyorum sonra. Kendime bir çıkar yol bulmalıyım. Kafamın içindeki sonu gelmez çarpıntıya daha fazla dayanamayacağım. Kısa bir süre içinde derin sarhoş şekilde arabamı kullanırken, yanağımdan akan gözyaşlarını silerken bir elimle, diğer elimi direksiyondan ayırmadan karanlık bir yolun sonunda kendi uçurumumu bulacağım sanırım. Ayaz kış gecesinde arabadan inip gökyüzünden derin bir nefes alıp, karanlığın içinde bir tanık arayacağım kendime. Yıllardır yüreğimde sakladığım cesaretsizliğimi bir kenara bırakıp, öfkeyle haykırarak dağlara isimlerini, sırdaşım olacak gökyüzünden gelecek yardımı bekleyeceğim. Sıkılacağım bir süre sonra, arabanın direksiyonuna geçip, sarp kayalığın en tepesinden bırakacağım gökyüzüne kendimi. Boşluğun içinde debelenirken, teypten gelen gürültülü müziğin içinden beni isteyen, çağıran sesleri dinleyeceğim. Yere çarptığımda patlamanın verdiği ani şokla düşünmekten çok anın keyfini çıkarmaya karar vereceğim. Gideceğim derin sarhoş buralardan. Yürüyüp gideceğim; aklımdan geçirip de bir türlü adlandıramadığım, hiç görmediğim zamanların örttüğü yerlere gideceğim.
“Hayır” diyorum sonra tekrar. Burada kalmaya devam edeceğim. Kollarımda güç kalmayıncaya, nefesim boğazımda düğümlenmiş, midemde büyük bir girdap, beynimin duvarlarına çarpan binlerce düşünce odamın içinde bağırmadan, gürültü yapmadan gideceğim buralardan. Öyle sessiz olacak ki gidişim, yok olduğumu fark edemeyecek kimse. Ardımda ne bir not, ne de veda mektubu bırakacağım. Belki günlük yazılarım içerisinde insanlar kendilerine yazılmış bir söz, arkada bırakılmış biraz sevgi arayacaklar. Oysa zamanla anlayacaklar ki; büyük bir telaştı benim için yaşam. Sürekli öğrenmeye çalışarak mutlu olmanın sırrını, sürekli koşturmalar, büyük ve ihtiraslı aşklar peşinde sürüklenerek, hayatın bana uzaktan bakan gözlerinden geleceği görmeye çalışarak geçti tüm zamanlarım. Adımlarımı öyle hızlı atıyordum ki sokakta yürürken, insanlar sağa sola çekilmek zorunda kalıyorlardı. Oysa kesilmesi gerekiyordu yolumun; birinin bana “Dur artık!” demesi gerekiyor, kolumdan çekip kendi hayatıma zarar verdiğimi anlatması gerekiyordu. Durmalıydım artık, durmalı, nefes almak için kendime zaman tanımalıydım. Düşünmeden geçecek huzurlu günlere ihtiyacım vardı. Uzaklaşmalıydım caddesinin kenarından. Kendimi yok ediyordum; kendi hayatıma farkında olmadan son veriyordum belki. Rahatlamalı ve düşüncelerimin içindeki tüm karamsar, riyakar ve belki de tutkulu yanları birbir ortadan kaldırmalıydım. Durmalıydım artık... Durmalıydım.
-Hayır- dedi iç sesim. -Bu hayattan keyif almana olanak yok artık. Yaşlandın ve her şey yıpratıcı geliyor sana. Durursan eğer, nefes alırsan tekrar, bir limanda olduğunu varsayıp kendini kandırmaya başlarsan, bugüne kadar kendin için yarattığın ama her zaman görmekten kaçındığın hiçlik içerisinde tekrar kaybolursun. Kendine bu koyu girdap içinde bir yer bulamazsın; artık her şey için çok geç. -
“Kendimi affetmeliyim herkesten önce, bu şekilde devam edemem. Bu ahmaklığın boyunduruğunda yaşamaya, her geçen gün biraz daha yanmaya kendi cehennemimde.” Durmalıyım ve durmalı dünya; ben durduğum için caddeden hızla geçen arabalar durmalı, sonbahar rüzgarında savrulan yapraklar, gökyüzünde uçan küçük kuş yavrusu, karşıdan karşıya geçen kedi, camın ardında gazete okuyan yaşlı adam, bahçede top oynayan çocuklar, yaşayan ve yaşamayan her şey durmalı; yalnızca bir dakikalığına düşünmeye, yaşamaya ve nefes almaya devam eden “ben” kalmalıyım geriye.
“Durmalıyım”
-Hayır- diyor içsesim. -Kendine ihanet ettin severek bir başkasını. Yüreğini O’ na vererek, güvenerek tüm benliğinle, inanarak günbegün herkes dışında en çok kendine ihanet ettin. Bu saniyenin sonunda yalnızca kendini sakatladığın, yarım bıraktığın, yok ettiğin için durmayacak ayakların; yürümeye, hızla yürümeye devam edeceksin. Yüreğin kan ağlamaya devam edecek. Terk edildiğin için değil, terk edemediğin ve yenildiğin için kendini aşağılanmış, körleştirilmiş, kırılmış hissedeceksin.-
“Durmalıyım” diyorum. Susturmaya çalışıyorum kalbimin atışını. “Her seferinde böyle olmak zorunda mı? Hata yapmadım oysa ben, inanmak hata olabilir mi gerçekten? Söylenene inanmayarak başlayabilir mi bir ilişki? Karşındaki sana, seni sevdiğini söylüyorsa, seni kırmaktan, üzmekten korktuğunu söylüyorsa, her gece saçlarını okşarken beni sevmeye devam et olur mu, bir gün sevmekten vazgeçme beni, seni kaybetmek düşüncesi yüzünden uyuyamıyorum diyorsa ve sen inanıyorsan bu sözlere, yılların verdiği o tuhaf güven duygusu yüzünden belki de mutlu olduğun için onun yanında, huzurlu hissettiğin için kendini hata yapmış yanılmış olabilir misin? Yanılmış olabilir miyim?”
-Hala farkında değilsin hayatın anlamının öyle değil mi? Şu güçlü, kendinden emin, soğuk bedeninin, öfkeli gözlerinin ardında hala hiç kurtulamadığın kırılgan ve hala aşka inanan, hala sevebilen bir yürek var biliyorum. Bu yüzden hiç büyüyemeyeceksin, hep çocuk kalacak zihninin bir kısmı. Bu yüzden ahmaksın diyorum sana. Bu yüzden bir tek ben tanıyorum ve anlıyorum seni. Bu yüzden yalnızsın ve yalnız dönüyorsun geceleri yatağına. Bu yüzden ürküyor insanlar senden; nerede duracağını, ne yapabileceğini tahmin edemiyorlar, çekiliyorlar yolundan. Bu yüzden yalnızsın ve yalnızlık mutsuz ediyor seni. Güven vermiyorsun ve güvenilir insanlar girmiyor hayatına. Hala farkında değilsin üstelik; artık gidemezsin, ayrılamazsın kendine kurduğun bu hayat içerisinden. Üzerinde durduğun dünyaya ait değilsin, kendine kurduğun tuhaf ve biçimsiz yaşama aitsin sen.-
“Durmalıyım” diyorum. “Durmak zorundayım artık, bitiyorum; yok oluyorum. Üstelik yanılıyorsun, tanımıyorsun beni. Kendi kördüğümüm içerisinde bir tek sana danışıyorum diye beni tanıdığını iddia edemezsin.
-Hayır; artık çok geç bir tanem... Kan kaybediyorsun; ölüyorsun. Her seferinde yeni bir ders alamazsın hayattan. Binlerce hata yapma şansı vermiyor yaşam. Gerçek olan diye sıkı sıkıya sarıldığın her şeyi avuçlarında sıkıp, öldürdün sonunda. Kalbin atmıyor artık, kendine yenildin, artık kendin değilsin...Artık çok geç bir tanem... Artık çok geç hayatı anlamak için. Rüzgar gibi geçti yaşam önünden; biraz çaba gösterseydin anlayabilecektin onu, yakalayabilecektin eteklerinden. Şimdi çok geç bir tanem. Yaşamıyorsun sen; az önce arabayı park ettiğin uçurumun kenarından atarak kendini son seçim şansını da kullandın. Yoksun sen şimdi; bu yüzden insanlar fark etmiyor, bu yüzden kimse tanımıyor bu şehirde seni, bu yüzden soğuk havalar, bu yüzden odanın ortasına uzanmış kıpırtısız yatıyorsun.-
“Yanılıyor olmalısın, bir tercih yapmadım ben; tercih şansı vermedi kimse bana. Bu ayaz kış gecesinde kendime ihanet etmedim ben; bir ağaçtım ormanda. Soğuk kesiyordu bedenimi, terk edilmiştim. Başıboş bırakılmıştım, sokaktaydım, yalnızdım. Aklımdan geçenlerden çok bu yalnızlık, bu terk edilmişlik duygusu öldürüyordu beni. Soğuk kesiyordu; üşüyordum.”
- Şimdi çok geç bir tanem. Yaşamıyorsun sen; ne ormanın ortası var artık, ne bir zamanlar yürüdüğün cadde, ne geçmiş ne de gelecek... Yaşamıyorsun sen. Bir tercih yaptın, uçurumun kenarında. Düşünsene! Düşünmeye hatırlamaya çalışsana kendini. Bu yüzden tuhaf geliyor sana artık yaşamak. Bu yüzden yolda yürürken görmüyor insanlar seni. Bu yüzden her nefes alışında hissettiğin yalnızca acı. Bu yüzden akciğerlerin kabul etmiyor içine havayı. Hatırlamaya çalışsana; terk edildiğin gün karar verdin buna. Güçlü davranmaya çalıştın önce; kendin olmaya, aynı sen olmaya çalıştın. Oysa biliyordun aynalar yalan söylemiyordu. Devam ettiremeyecektin, aynı sen olamayacaktın bu hiçbir şeye, hiçbir ana benzemiyordu çünkü.-
“ Öyle keskindi ki gecenin soğuğu; üstelik terk edilmiştim. Başıboş bir sokak kedisi gibi beni arkada bırakıp giden adamı çağırıyordum. Gece inliyordu çığlıklarımdan; dayanamıyordum, dayanamayacaktım. Öyle çok inanmıştım ki beni sevdiğine, gün gelip gideceğini aklıma bile getirmemiştim. Üstelik soğuktu gece. Nefes alamıyordum, boğuluyordum karanlıktan. Yalvarıyordum geri dönmesi ve beni tekrar sevmesi için. Oysa O çoktan uzaklaşmıştı; umurunda değildim artık. Dün gece yanımdayken söylediklerini anımsıyordum bir bir. Sokaklarında yürürken şehrin ellerimi sıkıca tutuşunu, sarılmasını belimden; birer birer anımsıyordum. Zihnimden arta zamanda yaşadığımız her şey canlanıyordu. Bir yandan ağlıyordum; göz yaşlarıma engel olamıyordum. Ve biliyordum sevmiyordu artık beni; üstelik uzun süredir sevmiyordu. Kandırmıştı, yalan söylemişti. Şimdi bir sokak kedisi gibi bilmediğim, tanımadığım bir yolda yapayalnız ölmeye bırakmıştı. Öyle keskindi ki gecenin soğuğu; nefes alamıyordum. Çığlıklarım dinmeye başlamıştı; tükeniyordum. Ölüyordum üstelik. Bir süre sonra göz yaşlarımın akmadığını fark ettim.”
-Biliyorum bir tanem. Bende oradaydım. Başıboş bir sokak kedisi gibi bıraktı seni ve umurunda değildin artık. Ne kadar ağır geldiğini biliyorum yüreğine, yürüyemez oldun. Bacakların tutmuyordu, konuşamıyordun. Sonra oturup yolun kenarında çimenlerin üstüne, seni tekrar almaya geleceği anı bekledin. Biliyorum ne kadar ağır geldi yüreğine söylediği yalanlar. Dün akşam saçlarını okşuyordu elleri ve bugün seni bıraktı aynı ellerle. Sözleri hala yankılanıyordu kulaklarında biliyorum bir tanem.-
“Soğuktu hava; kilitlenmişti dudaklarım. Hiç bir şey söyleyemeyecektim bundan sonra. hiçbir şey düşünemeyecektim. Karanlıktı gökyüzü, uzandım çimenlere. Durmuştu zaman bir anlığına sanki, tüm ağırlıyla gökyüzü omuzlarımdaydı. Orada karanlık gökyüzüne gözlerimi dikmiş oturuyordum. Ölüyordum; öldüğümü biliyordum sessizce. Haykırdım ismini; öyle çok bağırdım ki sonunda kendi sesimi tanımaz oldum. Sanki yankılanıyordu gürültüyle, sanki bana ait değildi, sanki başka bir yerlerden başka bir zamandan geliyordu ses. Biri daha haykırıyordu sanki ismini.”
-Biliyorum kar tanem. Yağmur yağmaya başladı sonra. Islanıyordun ama kaçmadın; bekliyordun geri gelmesini. Sanki oradan ayrılırsan bir daha bulamazmış gibi geliyordu sana. Oysa bomboş bir mezarlıkta kendini gömmek için derin bir çukur kazıyordun.-
“ Üstelik hiçbir zaman bilmeyecekti orada onu beklediğimi. Arkasını dönüp gitmişti. Bir daha dönmeyecekti. Bir daha adımı anmayacaktı. Bir daha görmeyecekti beni; rüyalarına girmeyecekti yüzüm. Unutacaktı, unutmuştu bile çoktan. Ben büyük ve ihtişamlı bir aşk yakaladım derken yıllar sonra, o yalnızca kendine kaçacak, sığınacak sonunda ise kolayca kurtulabileceği bir ilişki bulmuştu. Ben yeni şeyler öğrenebileceğim, hayatı sayesinde tanıyabileceğim, elinden tutup tüm gezegenin en güzel sevgisini yaşayabileceğimi sanırken, o çoktan uzaklaşmıştı üstelik hala bilinç altımda kabullenemiyordum. Büyük bir buhrandı o gece, derin bir sarhoşluğun içinde uzanmıştım çimenlerin üzerine. Bekliyordum geri gelmesini; yanılmış olmayı umut ederek, kendim yerine bir başkası olarak.”
-Üşüyordun; beklemekten başka bir çıkar yol bulamıyordun. Karar verecek durumda değildin; gökyüzündeydi gözlerin. Tanrıya yakarıyordun gizlice sanki sesini duyabilirmiş, sanki sana yardım edebilirmiş gibi. Biliyordum; oradaydım. Sen yağmurun altında ıslanırken, bende yüreğinin içinde kalan son sevginin yok oluşunu izliyordum. Bir şeyler yapmak istiyordum ama sadece izlemek görevi verilmişti bana, hiçbir şey yapamıyordum. Şaşkındım, beklemiyordum bunu. Issızlaşan yüreğinin ritimsiz atışları yüzünden konuşamıyorduk seninle. Yağmurun altında uzanmıştın. Karanlığın içinde öylece gökyüzüne bakıyordun. Üşüyordun; ağlıyordun...-
“ Seslendin bana; sesini duydum. Ama cevap veremiyordum; öyle kötü bir duyguydu ki yaşadığım, sanki iki yolun arasında sıkışıp kalmıştım. Son saniyeleri gelmişti yaşamımın. Belki her zamankinden farklı değildi, belki de gündelik yaşam içerisinde her gün karşılıyordum benzer kabuslarla, belki direnebilirdim ama bugün yani tam şu an, yüreğimin penceresi paramparça olmuşken, kan sızarken ciğerlerime, nefes alamazken biliyordum vermiştim çoktan kararımı. Zihnim daha fazla bu oyuna dayanamayacaktı. Esir olduğum geçmiş günlerin ardında bıraktığı en güzel şeyin; birden bire ölüverdiğini görüyordum. Üstelik bir yalandı, riyakarlıktı yaşadığım; yanılgıydı inandığım. Bu yüzden kendi mezarımı kazdığımı hissediyordum, bu yüzden aydınlık bir nisan günü değildi bugün. Bu yüzden kendi toprağımda canlı, canlı gömülecektim.”
- Seslendim sana; duymadığını sanmıştım o an. Ama demek duyuyordun beni. Fırtına dinecek gibi görünmüyordu. Islanıyordun üşümüştün; biliyorum. Yardım etmek istedim sana. Ellerinden tutup, o mezarlıktan çıkarmak istiyordum ama öyle güçsüzdün ki mecalin kalmamıştı. Söyleyeceğim hiçbir şeyin anlamı olmayacaktı. Elinden tutamaz, seni oradan kaldıramazdım.-
“Bize bakıyordum; bizden dışarı bir gecenin nemli soluğunda tek başına üşüyordum. Sonra uzun zamandır içimde hapis kalan ruhum, tuhaf ve buruk şekilde kaçtı bedenimden. Bu “ben” değildim, ve elbette “biz” de değildik. Sanki soğuktan tutulmuştu hislerim. Hissedemiyor ve düşünemiyor yalnızca ayaz gecenin berrak soğuğunda uzanmış çimenlere, kendimden geçmiş vaziyette gökyüzüne bakıyordum. Ağlayamıyordum, kilitlenmişti duygularım. Ne hissettiğimin, ne duyduğumun, nerede olduğumun farkında değildim.”
-Ayağa kalkmayı beceremeyecektin, oradan kalkamayacak mezarlığın içinde yankılanan ince çığlıkları dinlemeye devam edecektin. Aniden geçmesini umduğum bir krizdi bu. Birkaç saniye içinde kafandaki düşüncelerin kendine gelmesini, zihninde her şeyin yerli yerine oturmasını, bu boşluktan çıkmanı ayağa kalkıp, yürüyüp gitmeni ümit ediyordum. Seni bekliyordum; sense hala onu bekliyordun.-
“ Kan sızıyordu yüreğimden; içime damlıyor tüm vücuduma dağılıyorlardı. Bedenimin hakimiyetini yitirmiştim. Ben “ben” değildim artık. Kendim dışında biri gibi davranamadım, öyle tuhaftı ki kendim gibi olmanın ne demek olduğunu da bilmiyordum. Saatime baktım sonra artık bir anlamı varmış gibi...”
-Gece yarısını çoktan geçmişti. Islanmıştın. Üşüyordun üstelik tek başınaydın gecenin içinde. Sanırım tüm duygularını yitirmiştin. Artık duymuyor, sormuyor, konuşmuyordun. Gökyüzüne baktın sonra kalkmaya çalıştın uzandığın yerden. Elin kaydı ıslak çimlerde. Soğuktu gece gitmeliydin; uzak bir yerlere, bu anı tümüyle unutacağın bir yerlere gitmeliydin.-
“Ben her akşamı “gitmeliyim; uzaklaşmalıyım” diye kapatırken, geceyi kendime gideceğim yolun hayalini kurarak karşılarken birden bire avuçlarımdan uçup gideni, ardından bakarak seyretmek zorunda kaldım işte. Şimdi geriye yalnızca gözyaşı, biraz öfke, biraz nefret sözcüklerle kendini ifade eden, ve tekrar gözyaşı, tekrar gözyaşı yanağımdan süzülen...”
-Uyanmalıydın.... Uyanmalı gözlerini açmalıydın. İyi niyet eseri değil kendi kendini kandırdığın bu oyun.-
“Uyanmalı yeni günde tekrar yaşamayı öğrenmeliyim. Unutmalıyım üstelik. Zihnimdeki tüm anıların içinde en çok onu unutmalıyım. Ayak sesleri yitip giderken karanlığın içinden, en uzağa, yüreğimin adını bilmediği yerlere gitmeliyim.”
- Ansızın kalktın sonra, hayır dedim. Duymadın beni.”
“ Hayır dedin. Duydum sesini.”
- Hayır dedim. Aklından geçenleri hissettim birden. Biraz daha bekleyelim; biraz sakinleş sonra tekrar deneriz yaşama dönmeyi.-
“ Hayır dedin. Duyuyordum sesini.”
- Biraz daha dinlen. Biraz daha düşünelim burada oturup; her şeyin bir çözümü vardır yeryüzünde, sadece sen bilmiyorsun ama beraberce öğrenebiliriz. Bize bunu yapma, kendine bunu yapma!-
“ Dayanamazdım; yeniden başa dönmeyi düşünemezdim artık. Yenilmiştim hayat karşısında, tekrar aynı masaya oturup taşları dizemezdim. Üstelik sende biliyordun bunu. Kendi dünyamın dışındaki hayat sürekli beni yenilgiye uğratıyordu. Güven duymadan, sevmeden yaşayamazdım oysa dışarıda beni yutmak isteyen bir cehennemin kalp atışları geliyordu kulağıma. Kimin yalan söyleyip, kimin doğru söylediğini nereden bilecektim artık? Verdiğim bu kadar sevgiden sonra kendime ne kalmıştı, kendim için ne yapmıştım? Yaşayamazdım biliyorsun. Duramazdım buralarda; gitmeliydim en uzağına yolculuğumun, yaşamın olmadığı bir yerlerde kaybolmalı kendim dışında kalmalıydım.”
-Biliyordum bir tanem. Gitmeliydik belki de ama öyle üzücüydü ki düşündüklerin dayanamıyordum bende.-
“ Bende dayanamıyordum biliyorsun. Eriyor, yok oluyordum, parçalanıyordum bir bir.”
-Sonra kalktın yerinden. Küçük adımlarla yürümeye başladın. Mezarlığın içinde kendine kazılan yeri arıyordun. İlk kez kararlıydın, adımlarını hızlandırdın sonra.-
“ Susmuştun sende. Mezarlıkta bana ayrılan yeri arıyordum. Sanki tüm evren saygıyla önümde eğilmişti, kararımı onaylamayan bir tek sen vardın. Uzaktan beni çağıran bir ses duydum. Kapattım kulaklarımı. Verdiğim karar öylesine keskinleşmişti ki zihnimde beni yolumdan çevirecek en ufak sese, duyguya yüreğimi kapatmıştım. Ben “ben” değildim artık. Hatta burada bile değildim.”
- Mezarlığı çeviren parmaklıklara yakın kuytu bir köşede buldun yerini. Bedeninde kalan son enerjiyle mezarın dibine uzandın. Gözlerini kapattın sonra. Derindi sessizliği gecenin. Biliyordum iyi bir şey için mücadele edilebilirdi ve bu mücadele sonsuza kadar sürse, tüm ömrü tüketse bile yine de kendi gerçeği içinde insanı avuturdu, yaşamını kösteklemez, gizli bir güç verirdi gösterdiği çaba. Oysa şimdi sakin ve huzurlu yatıyordun mezarın içinde; artık mücadele edecek, uğruna savaşacak bir amacın kalmamıştı üstelik varolan tüm gerçekliğiyle dışarıdaki dünyaya perdelerini kapatmıştın. Oradaydın; ve mutluydun sanırım.-
“ Anımsayabiliyorum sanırım. Uzanmıştım. Burnuma taze toprak kokusu geliyordu. Kendime dair düşünceler akıp gidiyordu göz kapaklarımın içinden. Geçmiş güzel günler selamlıyorlardı ve hala gülümseyebiliyordum onlara. Mutluydum, içimde açılan yaranın kabuk bağlandığını artık eskisi gibi acımadığını fark ediyordum. Yeni bir başlangıç için yeryüzünde geç kalmış olabilirdim ama dünyanın bu unutulmuş, yaşayanlarının yalnızca ölülerini ziyarete geldiğinde aydınlanan kısmında kendime yeni bir yol, yeni bir evren yaratıyordum işte.”
- Mutluydun sanırım; onu düşünmüyordun, zihninin anımsamak istemediklerini hapsettiği kısmında ölüyordu yaşadığınız anılar. Dün, geldi aklına birden. Kollarıyla sıkı sıkıya sarmıştı bedenini, seni kırmaktan, üzmekten korktuğunu söylemişti. Gözlerinde gördüğün kıvılcıma, o büyük gülümseyişine hayranlıkla bakmış, kafanı onun göğsüne yaslamış zamanın bir anlığına durmasını dilemiştin. Salonun ortasında ona sarılmışken tüm dünyanın sana ait olduğunu, bugünün bu aşkla ebedi kılınacağına inanmaya başlamıştın. Akşam geceyi karşılarken, usulca saçlarının arasında gezdiriyordu ellerini. Beni sevmeye devam et olur mu, bir gün sevmekten vazgeçme beni demişti. Söyledikleri arasında belki de en çok bu dokunmuştu yüreğine. Kendini ona ait hissediyordun ve elbette ki o da sana aitti artık.-
“ O akşam hiç çıkmıyordu aklımdan; belki de en çok bu yüzden nefret ediyordum, belki de en çok bu yüzden tahammül edemeyecektim, bu yüzden nefes alamıyordum. Şimdi kendi son gecemde artık iyice öğrenmiştim ki sevgi gerçekten zor bulunuyordu yeryüzünde, üstelik bulduğum sevginin gerçek olup olmadığını asla bilemeyecektim. Verdiğim sevginin, içimde yetiştirdiğim aşkın, onunla beraberliğimin, bir gece öncenin, binlerce gece sonranın, bana söylediklerinin nasıl bir anlamı vardı; şimdi bu kadar uzakken, bu kadar öfkeliyken tam şu an yaşamanın nasıl bir anlamı vardı? Hiçbir zaman bilemeyecektim onun gerçeğini. Onun kim olduğunu, yüreğindeki gizli dünyayı hiçbir zaman bilemeyecektim. Akşamın sessiz, karanlık uçurumundan neden atıldığımı hiçbir zaman bilemeyecektim.”
- Hatalı olan sen değildin bir tanem. Sadece olaylar karşısında kendini çaresiz ve güçsüz hissetmeye başlamıştın. Ve haklıydın galiba. Yaşam her yeni gün yeni sınavlardan geçirmişti seni, ve sen her sınavda başarısız olduğun halde gelecek için hala ümitli davranmaya çalışarak yenilgiye uğratmaya çalışıyordun hayatı. Gün geldiğinde değişecekti, kendini yenileyecekti günler ama ümit yalnızca birkaç yıl daha kattı ömrüne. Günler içerisinde yaşlanırken fark ettin yalnızlığa tahammül edemediğini, ve sana verilen rolün içinde taşıdığın yüreğe ağır geldiğini. Kalp atışların içerisinde sürekli geçmişten gelen anıların arasında doğru düzgün tanıdık bir yüz, tanıdık bir beden aradın; son günlerindi bunlar ama yine de direnmek, yaşama uyum sağlamak, akan suya yöndeş olabilmek adına buldun onu. Seversen yaşamayı becerebileceğini sanıyordun.-
“ Sesleri duyuyor musun diye sordum sonra sana.”
- Duyuyorum dedim. Seni sakinleştirmeye çalışıyordum.-
“ Hani yalnızdık burada. Hani kimseye yoktu dedim. Sonra sesindeki telaştan anladım ki sen gelenleri tanıyordun”
- Hatırlıyorum bir tanem; hepsini hatırlıyorum. Sana nasıl söyleyeceğimi bilmediğim içindi tedirginliğim. Korktuğunu hissediyordum. İnsan yaşamının son dakikalarında korkmamalıydı ama sen öyle yabancı, öyle dışında duruyordun ki her şeyin. Üzülüyordum sana; kendimden çok senin için kan ağlıyordu içim. Öyle berraktın ki oysa bir zamanlar, öyle güzel düşlerin, dinlenmemiş hikayelerin vardı ki. Her zaman daha farklı şeyler ummuştum, senin dünyanın bir yerlerinde tüm kötü ve çirkin ayrıntıların dışında uzun ve güzel bir ömür süreceğini düşünmüştüm. Hatırlıyorum bir tanem sana hiç yardım edemedim. Orada korkuyla bize doğru gelen ayak seslerini dinliyordun. Bir cevap istiyordun benden; oysa benim seni daha fazla üzmeye cesaretim yoktu.-
“ Suskundun. Kim onlar dedim sana.”
- Bu kadar kolay olmayacağını biliyordun öyle değil mi? Henüz kendini öldürmemiştin. Mezarın içinde öylece yatıyorduk. Gerçekte olmayan bir şeyin yaşadığımız anın parçası olduğuna inanmaya çalışıyordun. Oraya ait değildik. Ait olmamız için gerekeni yapmaya geliyorlardı.-
“ Korkma dedin bana, korkma... Oysa ayak sesleri yaklaşıyordu; titriyordum.”
- Yıllardır aklından geçirmiş ama bir türlü cesaret edememiştin. Şimdi onlar senin yarım kalan işini tamamlamaya geliyorlardı. Duyuyordum; titriyordun.-
“ Sonunda adımlar durdu.”
- Sonunda durdular. Canını acıtmayın dedim fısıltıyla. Öyle çaresiz ki şu an.-
“ Sonunda durdular. Bir şeyler söyledin onlara. Kelimeleri seçemiyordum ve öyle çok korkuyordum ki bir an oradan çıkıp, ardıma bakmadan kaçıp gitmek geldi içimden. Ama güçsüzdüm, kararsızdım yaşamak konusunda.”
- Aralarından biri bana her şey daha iyi olacak dedi.-
“Aralarından biri sana her şey daha iyi olacak dedi. Sanki orada değilmişim, sanki yokmuşum, sanki duymazmışım gibi aranızda konuşuyordunuz. Sanki orada biraz sonra öldürülecek beden bana ait değilmişçesine, sanki acı çeken, yaşamdan koparılan ben değilmişim gibi benim dışımda ama benim için konuşuyordunuz.”
- Bizi duymadığını sanmıştım o an.-
“Ama duyuyordum. Bir şeyler söylemeye cesaretim yoktu sadece. Oradaydım. Keşke beni kendi halime bıraksalardı, keşke bunu söyleseydin onlara. Kendi çaresizliğimin beni öldürmesini bekleyebilirdim. Orada; kimseyi yormadan kendi başıma yapabilirdim bunu.”
- Hiçbir şey anımsamıyorsun öyle değil mi?-
“ Sonrası.... Anımsamakta zorlanıyorum. Öyle uzak geliyor ki o gün yaşadıklarım. Bir ses bana “Sakin ol” dedi hatırlıyorum. “Artık kaderin yolunu değiştiremezsin. Buraya ait olduğunu bile bile tekrar kendi hayatına dönemezsin.” ”
- Artık biliyorsun işte... Artık her şeyi anımsıyorsun. Belki acı verecek anımsamak, belki verdiğin kararı yargılayacaksın kendi kendine. Yaşam böyle bir şey biliyorsun artık. Orada; yapayalnız bıraktığında seni O’ da biliyordu daha fazla yaşayamayacağını. Gecenin sonunda her şeyin biteceğini biliyordu. Belki de gizli gizli istediği de buydu. Seninle olmayı başaramayacaktı. Kendi yüreksizliğini yüzüne vuracaktı her karşılaşmanız. Sokakta yürürken karşı caddeden yürüyen seni görecekti ve her seferinde yaptığı gelecekti aklına. Bu yüzden; sırf bu korku yüzünden götürdü o akşam seni bilmediğin tanımadığın o sessiz biçimsiz geceyi yaşadığın yere. Yolu bulup geri dönmenden korkuyordu çünkü. Sırf kendini korumak, kendi gerçeğiyle yüzleşmemek adına bir gün önce sarıldı sana; saçlarını okşarken içinden geçenleri sana yansıtmayarak önsezilerini köreltecek şeyler söyledi; sana seni sevdiğini, sensiz yaşayamayacağını söyledi.-
“ Artık biliyordum beni sevmediğini, bana ait olamadığını, bana yalan söylediğini. Artık her şeyi biliyordum ve bildiklerim, bilmediklerimi öğrenme isteğimi köreltiyordu. Belki de suç bendeydi biraz da olsa. Yoksa hiç aklıma getirmemeli miydim bunu?”
- Bilmiyorum bir tanem; gerçekten de çıkarman gereken bir sonuç var mıydı bu durumdan? Onun duygularını, hissettiklerini anlayamamış, onun yüreğine yabancı kalmış mıydın gerçekten ya da bu yabancılık onun seni sokak ortasında terk etmesi için geçerli bir sebep olabilir miydi? Verilen sözlerin ötesinde sana yalnızca bir gün önce söylediği aşk ve sevgi dolu sözlerin aslında büyük bir yalan olduğu gerçeğini değiştirir miydi? Sevmekten vazgeçip üstelik sevgisizliğini senden gizlemesine, senin ona bağlanmana izin vermesine, bu yakışıksız ve de çirkin durumun yalnızca bu yabancılıkla açıklanabileceğine inanmak mümkün mü?-
“ Benimde yanlışlarım oldu, haksızlıklar yaptım zaman, zaman.”
- Kendini suçlaman öyle anlamsız ki sevgilim. Bir bedel ödemesi de değil ne yazık ki; keşke düşündüğün gibi olsaydı. Bu masum yalana inanıp yaşanan her şeyi yadsırdık o zaman. Oysa yaşadıklarını tekrar gözden geçirdiğinde göreceksin ki birini sevmiyor olmakla aynı şey değil onun sana yaptığı. İnsan kimseyi sonsuza kadar sevemez, kimse bir başka kişiye ait olamaz, aşk ebediyete dek sürmez ama onun sana söylediği yalandı, çirkindi, kötüydü. Yeryüzünde benzerleri yaşansa da saygısızlıktı ve öylesine unutulamazdı. Bugün; artık zamanın herhangi bir yerinde değilken ikimizde, bu soğuk mezarlıkta neler yaşadığını, ne hissettiğini ve sonunda kendi çıkmazında kalan tek yolu nasıl seçtiğini biliyoruz. O da biliyordu ve sıradan bir günün, sıradan bir anında seni bir başına buraya, bu uçurumun başına bıraktı. Gerçekten de ölmeni, yenilgiye uğramanı istiyordu.-
“ Hiçbir şeyin anlamı kalmadı öyle değil mi? Sürekli kurduğum düşlerin, yaşamak istediğim o inceliklerle dolu hayatın, gökyüzünün, bir zamanların ve gelecek zamanların ne yazık ki hiç bir anlamı kalmadı. Ardımda bıraktığım insanların hakkımda söyledikleri sözlerin, içlerinde sakladıkları özlemlerinin, son kez demlendiğim meyhane masasının, gündelik yaşam içerisinde her gün yanından geçtiğim ulu çınarın; artık hiçbir şeyin anlamı kalmadı öyle değil mi? Oysa ne de güçlüydüm bir zamanlar, oysa nasılda inanırdı insanlar benim her türlü karmaşa içinden soğukkanlılıkla sıyrılıp kurtulacağıma, nasılda ifadesiz bakabilirdim zamanın dehşet verici saatlerine, nasılda yaşam akıp giderdi yanımdan ve ben bazen önünden koşarak, bazense ardında kalarak her zaman nasılda dışında durmayı becerdim. Şimdi hiçbir şeyin önemi yok öyle değil mi? Beni kumsaldaki bir taş parçası gibi hissizleştiren o adamın, beni bir zamanlar sevmesinin, yada hiçbir zaman sevmeyi becerememesinin, söylediği türlü yalanların, saçlarımda dolaşan ellerinin, o büyük gülümsemesinin artık hiçbir anlamı yok öyle değil mi? Peki yenildiğim neydi; neden bu kadar büyük bir yara açmıştı yüreğimde? İnanamıyordum kendi zayıflığıma, bir türlü inanamıyordum hayat karşısında bu kadar erken pes etmeme neden olmasına.”
- Hiçbir şeyin önemi yok artık bir tanem; yaşamını devam ettirmek istediğin o Akdeniz kasabasının, küçük çiftlik evinin, portakal bahçelerinin, sonbaharda savrulan yaprakların, kır kahvesinde içmek istediğin demli bir bardak çayın, dünün, yarının ya da bugünün, dertlerin, üzüntülerin, yıllar önce kaybettiğin yaşama sevincinin artık hiçbir önemi yok bir tanem... Kendini suçlama verdiğin kararlar için, onu da suçlama kurtul artık düşünme hiçbir şeyi... Artık kıyısındayız, artık bitti, artık gökyüzüne bakmak zorunda değilsin; yüreğindeki yıldızların yansımasını bulamazsın orada. Farzet ki derin bir nefeste çektin içine tüm yaşamı; cesurdun bu yüzden etrafında yaşayan herkesin korktuğunu, sen tercih ettin...-
“ Ama bana tercih şansı vermedi ki hayat. Bir ağaçtım ormanda; yalnızdım ve öyle korkuyordum ki derinlerinden gecenin. Üşüyordum, yağmur yağıyordu üstelik. Bedenimi kesiyordu, lime lime ediyordu gece. Bırakılmıştım ayaz bir kış gecesinin ortasına; sonra fırtına çıktı tüm hayvanlar kaçıp gitti ardından. Bir ağaçtım ormanda; bedenimi sarsıyordu fırtına. Köklerim kurtuldu topraktan; devrildim. Bekledim ki gelsin; bekledim ki çıkarsın beni toprağın içinden. Bir ağaçtım ormanda; ağlıyordum.”
- Biliyorum bir tanem; bende oradaydım. Yüreğinin salonundaki ayna paramparça olmuştu; cam kırıkları dağılıyordu, parçalıyordu içini. Bedeninde önüne geçemeyeceğin bir ağrı duyuyordun. Kıvranıyordun ormanın ortasında. Bir başınaydın. Elinden tutmasını, seni çamurun içinden çıkarmasını bekliyordun. Belki hiçbir zaman iyileşemeyecektin ama yine de sana gelmesini bekliyordun. Oradaydım bir tanem ama yardım edemedim sana; bir başına uzanmış yatıyordun gökyüzündeydi gözlerin; yüreğindeki yıldızların yansımasını arıyordun...-
“ Boşunaydı biliyorduk ikimizde. Berrak olmalıydı insanın sevgilisi ama biz yitirmiştik yıllar önce. Artık saydam değildik biliyordum bunu. Hatta söylemiştim anımsarsan son görüşmemizde. “Yüreğindekiler bana yabancı, düşüncelerini anlayamıyorum. Kafanın içinde bana ait olmayan yerler var. Uzaklarda bir ülke gibisin bana ama yine de seviyorum seni.” demiştim. Gülümsemişti. O sevimli, içimi ısıtan yüzünü anımsıyorum şimdi. Yıllarca beni kandırmasına izin verdiğimi, benden her gelişinde bir parçayı da koparıp yanında götürmesini şimdi daha iyi anlıyorum. Anlıyordum artık; aşk diye bir şey yoktu aramızda. Geçmiş güzel günlerin hayali yüzünden bir araya geliyorduk ve sonra tükenen zaman içinde tekrar ayrılıyorduk. Büyücüydü belki de bilmediğim rüyalar, görmediğim ülkeleri anlatıyordu bana. Büyük bir düş görmeme neden oluyordu ardından. Giderken gözyaşlarına boğulmamı hayretle izliyordu belki de. Çünkü benim gerçekten bunun bir düş olduğunu bildiğimi sanıyordu.”
- Sen öyle yabancı, öyle dışında duruyordun ki her şeyin. Öyle berraktın ki oysa bir zamanlar, öyle güzel düşlerin, dinlenmemiş hikayelerin vardı ki. Bir masal perisi olduğuna inandım bir süre. Onun çetin savaşlarından uzakta bir masala inanmanı garipsemiyordum doğrusu. Her geldiğinde yeni bir hikaye, yepyeni bir başlangıç sunuyordu sana. Tüm o yalanların içinde birazcıkta olsa gerçeklik payı olmasını ummuştum bu sefer. Ellerini tutup, seni sevdiğini söylediğinde içinde duyduğun coşkudan, gözlerine baktığında hissettiğin sevgiden her şeyin daha iyi olacağına bu sefer biraz daha inanmıştım. Oysa sen öyle yabancıydın ki ona. Senden alıp götürdüklerinin farkında bile değildi üstelik. Uzak diyarlardan gelen bir yabancıydı; sende onun yabancısıydın.-
“ Bilmiyordu belki de ne hissettiğimi, o kaçıp giderken tekrar neler düşüneceğimi, neler yapabileceğimi. Bu masala yürekten inandığımı bu sefer, ayrıldığımızda benim de artık duramayacağımı bu şehirde, her nefes alışımda biraz daha soluksuzlanan kalbimin artık dayanamayacağını belki de bilmiyordu. Yaşamımın görebildiği kısmında o da kendine yer bulamamıştı belki; belki de ürkmüştü benden, başa çıkamayacağını anlamıştı. Üstelik güçlü bir aşkla uğraşmak zordu belki de kaçmak daha kolaydı yeterince sevemediğini, karşılık veremeyeceğini anladığında...”
- Bir tanem, üzme artık kendini. Kin duy demiyorum ama bu kadar da masumlaştırma onu; kusursuzlaştırma. Yenildin belki ama sevdiğin için yaşıyorsun bu yıkımı, sevmemek de suç değil belki ama yine de böylesi bir kaçış affedilir gibi, hazmedilir gibi değil. İnsan dürüst olmalı biraz, ve yürekli olabilmeli; yalanların arasında doğru yolu bulabilmeli kendisine, sevmiyorsa sevemeyecekse bir daha söyleyebilmeli kendisine değer verene. İnsan kendi yaşamına olduğu kadar başkasının yaşamına saygı duymayı da öğrenebilmeli, büyük bir yalan uydurup sonra da karşısındaki inanıyor diye şaşırmamalı. Bir tanem, üzme artık kendini bir başkası için. Yolun sonu gelmişti zaten, ikimizde biliyorduk bunu. Dünya değişiyordu her yeni gün yeniliyordu kendisini ve sen artık dayanamayacaktın bu hıza, bu keyfi yalanların dipsiz uçurumlarında kendine bir yol bulamayacaktın. Biliyorduk sonunun geldiğini yolun. Üzme artık kendini; yaşamı derin bir solukta çektin içine ama buraya kadardı. Artık ne sonu ne de başı kalmıştı.-
“ Bir şiir biliyorum yalnızlık hakkında.”
- Bir çok şiir biliyorsun aslında yalnızlık hakkında. Sadece zihnin küçük oyunlarından birini oynuyor; yaşadıklarını, anımsadıklarını, tüm geçmişini unutturuyor sana. Belki de son demleri bunlar yaşamının.-
“ Bir şiir anımsıyorum yalnızlık hakkında; demiş ki şair”
“ Bu benim gerçeğim. Durmayıp yalnız kalıyorum. Yalnız kalmaya
savaşıyorum herkesle.
Tarihlerle, bilimlerle, kalabalıklarla savaşıyorum.
Büyük tapınaklar kuruyorum. Kara taştan. Kalın arabalar koşuyorum.
Kendim girip tek başıma tapınıyorum. Yaralarımı sarıyorum”
“ Sende biliyormuşsun işte.”
- Elbette ki biliyorum. Zihninde yaşananların çoğunun tek şahidiyim belki de. Bu yüzden her zaman hissettiğin kalabalıklarda yalnız olduğundu; yalnızlığında da kalabalıktı şehirlerin.-
“ Ölmek ne tuhaf bilmeceymiş. Böyle olabileceğini aklıma bile getirmemiştim. Bir anda gerçekleşmiyor, bir anda soluksuz kalmıyorsun. Bedeninden çok sonra veda ediyor zihni insana.”
- Kaderinde bunun olması yazılı değildi belki de bundandır her şeyin böyle adım, adım gelişmesi. Senin yokluğuna alışması gereken bir şehir bıraktın ardında, boşluğunun doldurulması, insanların senin için kendi hayatlarında biçtikleri role bir başkasını yerleştirmeleri gerekiyor. Biraz daha zaman gerekiyor tüm evrenin bunu kabullenmesi, yeni bir yol çizmesi için kendisine. Senin kendi sonunu böylesine çapraşık bir şekilde sona erdirmen olması gerekenlerin yeniden yazılmasına sebep oldu. Bu yüzden her şey böyle yavaş ve keyifli ilerliyor.-
“ Eskiden tek bir kişinin okyanus içerisinde ne kadar küçük bir damla olduğunu düşünürdüm. Sonuçta kabiliyetlerimiz öylesine sınırlı görünüyordu ki gözüme, tüm gücümüzü kullansak bile değiştiremezmişiz gibi gelirdi suyun akışını. Oysa şimdi anlıyorum ki varlığımız ve yokluğumuzdan çok nasıl yaşadığımız, neler yaptığımız, nasıl sonlandığımız ve tüm zamanı şaşırtacak bir şeyler yapıp yapamadığımızdı bizi farklı kılan. Sıradan biri olabilirdik, ya da yepyeni bir yol açabilirdik ardımızdan gelenlere.”
“ Oysa günler geçmesine ........”
- Oysa günler geçmesine rağmen ayrılığın üstünden, birkaç gündür ölmesini beklerken zihninin hala hüzün duyabiliyorsun. Hala taze yüreğindeki yara.-
“ Oysa günler geçmesine rağmen bu ayrılığın üstünden, bedenim bir uçurumun dibinde yatarken yanı başında beklerken zihnimin ölmesini hala anımsayabiliyorum inanabiliyor musun onun gözlerini. Bazen en büyük ihaneti insan kendisine yapıyor sanırım. Bazen yüreksizliklerimiz yüzünden, unutmayarak unutamayarak cezalandırıyoruz kendimizi. Burada değilim biliyorum; belki de son anlarımı onu değil de daha çok değer verdiğim, beni seven ve sevdiğim insanları düşünerek geçirmeliyim. Zihnimde kalarak beni bu kadar zorladığını hiçbir zaman bilmeyecek bir adamı düşünüyorum. Artık bir bedene sahip değilken, artık nefes almıyorken, bu hayatla tüm aidiyetimi koparmışken hala zihnimin içinde kök salan gölgesi geçiyor gözlerimin önünden.”
- Gözleri geçiyor zihninden. Gözleri, gözlerinin önünden hiç gitmiyor. Gözlerinde son kez yaşadığın anları görüyorsun tekrar, tekrar. Kendi gözlerin kör oldu sanki artık sana ait olmayan geçmişten, onun gözleriyle görüyorsun gelecek güzel günleri. İçin sızlıyor biliyorum. Onun kaderinde yaşamak var, kurduğu hayaller var. Senin kaderin ise yalnızca birkaç gün önce sona erdi.-
“ Onun hiçbir zaman ait olamadığım, anlayamadığım hayatını görüyorum. Buradan çok uzaklarda kalan bir günün akşamüstünde çayını yudumluyor. Arkadaşlarıyla sohbet ediyor gülümseyerek. Soğuk hava yüzünden üşüyor galiba; titredi bedeni az önce. Cebinden sigara paketini çıkarıyor ardından. Arkadaşlarına da ikram ediyor. Benim hediye ettiğim çakmağı çıkarıp yakıyor sigarasını; derin bir nefes çekiyor.”
- Yine de seni anımsamıyor değil mi? Aklının ucundan geçmiyorsun.-
“ Anımsamıyor beni. Unutmuş çoktan...”
- Gözlerinde mi hala gözlerin?-
“ Bir nefes daha çekti; dumanın kokusu geliyor burnuma. Öyle özlemişim ki...”
- Kalkacak galiba...
“ Hayır; oturmaya devam ediyor, sigarasını içiyor. Sanırım değişen hiçbir şey yok hayatında. Gözlerinden bakıyorum; ilk kez bu kadar yakınım ona. Hiçbir zaman bilmeyecek, hiçbir zaman farkına varmadı onu ne kadar sevdiğimi. Umurunda değildim bile beni düşündüğünü sandığım zamanlar. Bana yabancıydı, bana ait değildi, umursamadı, benimsemedi varlığımı. Oturmuş arkadaşlarıyla sohbet ediyor şimdi. Bilmiyor gözlerinden baktığımı dünyasına. ”
- Orada oturmuş sohbet ediyor. Bilmiyor; hiçbir şeyin farkında değil. Gel artık. Uzaklaşalım buradan...-
“ Nefret ediyorum kendimden. Nasıl böyle bir hata yaptım?”
-Gidelim; buraya ait değiliz. Burada olmamalıydık. Üşüyorum onun yüreksizliğinden. İçimi ürpertiyor. Gidelim, gidelim buralardan...-
“ Nasıl yaptım bunu? Neden değer vererek ödüllendirdim onun gibi birini? Bunca şeyden sonra nasıl suçladım, nasıl kızdım kendime... Hiçbir şey bilmiyor, hiçbir şeyin farkında değil.”
- Gidelim buradan diyorum sana. Göreceğin kadar gördün; artık onun kim olduğunu, nerede olduğunu, nasıl bir insana ait olmaya çalıştığını artık biliyorsun.-
“ Biliyorum ve bilmek canımı acıtıyor. Keşke burada olmak, her şeyi bilmek yerine hiçbir şeyin farkında olmadan gitseydim, terk etseydim bu köhne yaşamı. Kurduğum hayalin büyüklüğü yüzündendi hayal kırıklığım. Gitmeliyim, biliyorum ama hala gözlerinde gözlerim. Beynimin kıvrımlarında alev alev yanan bir düşünce ihaneti.”
- Hava kararıyor.-
“ Gözlerinde gözlerim...”
- Gitmeliyiz, hava kararıyor. O da kalkıyor işte...-
“ Biraz daha kalalım; bunlar son anlarım onunla.”
- Görmek istemeyeceğin şeyler göreceksin belki; bırak her şey olabildiğince güzel kalsın. Onu burada bırak artık gidelim-
“ Yürüyor işte. Evine gidiyor olmalı.”
- Anahtarlarını kontrol ediyor, evine gidiyor sanırım. Hava karardı; saat geç oldu. Gidelim bizde; bırak burada kendi yalnızlığıyla bir başına kalsın.-
“ Yürüyor. Sanırım şu bina. Evini merak ederdim eskiden. Nerede yaşar, ne yer ne içer akşamları. Hangi müziği dinler yatmadan, televizyonda hangi dizileri seyreder. Kitap okur mu uyumadan önce. Ne düşünür aklından geçirir; ne görür rüyasında.”
- Bir tanem, gidelim buradan. Görmek istemeyeceğin şeyler göreceksin belki. Bu kadar yabancısı olduğun bir hayatın içinde kim bilir seni üzecek neler var? Gidelim bırak artık bu inadı.-
“ Bir anı arıyorum ikimizin paylaştığı, yalnızca ikimizin bildiği bir şeyler arıyorum belki. Hatırlamıyor biliyorum, zihninden sildi benim varlığımı. Umurunda değilim artık ama yine de evinin bir köşesinde beni bekleyen geçmiş güzel günlere ait bir ayrıntı vardır belki. Gitmeden önce buralardan beni mutlu edecek, yolculuğumun son anlarında yüreğimdeki alevi söndürecek bir şeyler arıyorum.”
- Kapıyı çaldı; evde biri var sanırım...-
“ Yüreğinin sesini duyuyorum; bedeninin bir parçası bana ait sanki.”
- Burada yalnızca misafiriz. Hiçbir zaman aklından çıkarma bunu. Artık sana ait olmayan bir hayattan ümit ışığı arıyorsun. Yeterince yıpratmadın mı kendini, yeterince kandırmadın mı? Kapat gözlerini bir tanem; gidelim. Görmeyelim artık onunla ilgili başka bir gerçeği.-
“Görüyorum. Görüyorum ne yazık ki...”
- Burada olmamalıydık. Bunu görmemeliydik bir tanem.-
“ Burada olmamalıydım; bunu görmemeliydim.”
-Öyle keskin ki gecenin soğuğu... Üşüyorum; gidelim bu evden; uzaklaşalım.-
“ Başıboş bir sokak kedisi gibi beni arkada bırakıp gitmişti. Öyle çok inanmıştım ki sevdiğine, gün gelip beni bırakıp gideceğini aklıma bile getirmemiştim. Üstelik soğuktu gece. Nefes alamıyordum, boğuluyordum karanlıktan. Yalvarıyordum geri dönmesi ve beni tekrar sevmesi için. Oysa o çoktan uzaklaşmıştı; umurunda değildim artık. Dün gece yanımdayken söylediklerini anımsıyordum bir bir. Sokaklarında yürürken şehrin ellerimi sıkıca tutuşunu, sarılmasını belimden; birer birer anımsıyordum. Ölüyordum ve öleceğimi bile bile söylemişti tüm yalanlarını.”
- Yıllardır aynı hikayeyi anlatmıştı; yalnızlığından dem vurmuştu sık sık. Sana öyle bir masal anlatmıştı ki inanmak zorunda kalmıştın ona. Sevgi gözlerini kör etmişti, seni kandırmıştı, yalan söylemişti...-
“ Göreceğim her şeyi gördüm; gidebiliriz artık.”
- İnanmaktan başka şansın yoktu ki; söylenene inanmayarak başlar mı ilişkiler? Kimseye güvenmeden, kimseyi sevmeden nasıl sürdürebilirdin ki hayatı? Sana ait olmadığını bilemezdin ki; sana her söylediğinin yalan olduğunu, o güzel gözlerinin arkasında bambaşka bir dünya gizlediğini bilemezdin ki...-
“ Gidelim artık; salkım söğüt ağaçlarının gölgelendirdiği nehirlere; akarsuyun dehşet verici bir süratle döküldüğü okyanus kıyılarına, deltalarına eski göllerin, deniz kıyısını görebileceğimiz ormanlık tepelere gidelim. Olabildiğince uzaklara buradan, olabildiğince derinlerine hayatın. Gidelim, yeter ki gidelim buralardan. Kimsenin sesini duyamayacağımız, insanların zihinlerinden uzaklaşacağımız, silineceğimiz yüreklerden, sileceğimiz yüreklerimizdeki gölgeleri; uzaklara gidelim. Yalvarırım bir tanem bu yalanlardan uzaklara kimsenin bilmediği, adını yaşarken kimsenin anmadığı yere gidelim...”
- Zifiri karanlık gece; tıpkı seni yarı yolda bıraktığı güne benziyor hava.-
“ Artık tümüyle unutabilirim onu. Zihnimden silinebilir onunla geçirdiğimiz son gece, saçlarımda dolaşan ellerini unutabilirim, gözlerini unutabilirim, sessiz evinde gülümseyen yüzünü, seni seviyorum dediği saniyeyi zamanın içinden koparıp alabilirim. Unutabilirim onu; salonun ortasında bana sarılmasını, evin içindeki loş ışığı, elektriklerin kesilmesini aniden, yanıma uzanıp öpmesini dudaklarımdan artık hepsini unutabilirim. İlk karşılaşmamızı seneler önce, göz göze gelmemizi, o bir dakika içinde tanışan yüreklerimizi, elimden tutmasını plajda yürürken, mektuplara sığdırmaya çalıştığımız o görkemli aşkı, yıllar sonra tekrar aramasını, tuhaf ve anlaşılmaz zamanlarda karşıma çıkmasını, onu her gördüğümde duyduğum sevinci, beynimin içinde gezinen gölgesini, yıllar boyunca başka bedenlerde başka yüzlerde onun bir benzerini aramamı hepsini unutabilirim artık. Zihnimin hala sağlam kalan, unutulmamış ama unutulmak üzere olan anıları arasında kalan ona ait, onun için yaptığım her şey, hatta tam şu an, kapının açılması az önce, bir başka bedene sarılmasını, bir başka hayatın içinde yıllardır varolmasını, beni tüm geçmiş güzel günlerle birlikte unutmasını, beraber yaptığımız son yolculuğu, o soğuk ayaz gecede fırtınadan biraz önce bırakıp gitmesini, yolu bulamamam için belki de kim bilir ölmem için gecenin karanlığında, birkaç saat önce saçlarımı okşayan elleriyle yolun kenarında bir başına sessiz sedasız yokluğa terk etmesini unutabilirim artık.”
- Gidelim demiştim sana ama sen hala yüreğindeki yansımadan birkaç parça anı arıyordun burada; onun yaşamını sürdürdüğü, nefes aldığı, kendi hayalleri içinde senin için sadece yalanları ayırdığı bu yerde kendine ait bir fotoğraf, küçük bir not buzdolabının üzerine iliştirilmiş, seninle bir zamanlar yaşadığı aşka dair bir şeyler arıyordun. Şimdi her şeyin sona erdiği noktada görebiliyorsun gerçekleri. Üstelik de onun gözünden baktın hayata yalnızca bir kere bile olsa. Sana ait değildi, hiçbir zaman sana ait olmadı. Yalanlarıyla geçmiş günlerden kalan bir gönül borcunu ödüyordu belki. Seninle birlikte olmanın onu tekrar huzur duyduğu zaman zaman özlediği hatıralarına, gençlik günlerine döndürmesini, bencilliğini, iki yüzlülüğünü, hayatta kalma savaşı içinde yitirdiği ağlayabildiği bir zamanlar aşk için o günler içinde zorlanmamış zamanlara döndürmesini bekliyordu. Yanındayken hissettiği önemliydi belki de yalnızca onun için; senin ne hissettiğin, ne duyduğun, ne söylediğin önemini yitirmişti çoktan. Belki anlattığı rüyanın içinde kendine bir yer bulmana da şaşırıyordu, belki onu sevmeni, onun yanında olmak istemeni tuhaf karşılıyordu ama yine de aynı rüyayı anlatmaya devam ediyordu; belki de bencilliğin en kötü safhasındaydı hastalığı, belki farkına varıyordu bunun daha fazla sürmeyeceğinin ve belki de gerçekten umurunda değildin; incinmenin, üzülmenin ve yıpranmanın o düşün bir parçası olduğunu sanıyordu. Sen gerçek bile değildin onun yanında; çünkü o kendi gerçekliğini yaşıyordu. Kendi için, kendi düşlerini, kendi arzularını besliyordu. Sen yoktun, sen varolmamıştın.-
“ Unutabilirim artık onu; bak ismini unuttum bile çoktan. İşini yarım bırakanlar bitirebilir artık. Az önce geldikleri gibi yeniden gelebilirler. Korkmuyorum; biliyorsun. Korkacak bir şey kalmadı aklımda geçmişe dair. Bedenim eskisi gibi üşümüyor toprağın içinde. Tuhaf bir sıcaklık duygusu sardı yüreğimi. Zihnimde kalan bir şey yok; unutabilirim kendi başıma kurduğum hayalleri. Boşuna korkmuşum, boşuna ürkütmüş beni yaşam. Boşunaymış her akşam onu düşünmek, sokaklarda bir benzerini aramak, gölgelerden korkmak üzerime gelen.”
- Unutabilirsin artık onu; unuttun belki de çoktan. Şimdi toprak sıcak şefkatiyle örtmüşken üstünü, yüreğinde sana doğru gelen yeni başlangıçların sıcaklığı var. Şimdi buradan kilometrelerce uzakta bir adamın seni hiç varolmamış sayması önemini yitirdi öyle değil mi? Herkesin istediği kadar gerçek istedin yaşamında, tutkulu bir aşktı dileğin. Masum bir şeydi aşk senin için oysa yeryüzünde masum olan her şey kirletilmişti, kurduğun bir düştü belki de başkasına ait bir düşü çalmaya kalkıştın ve yakalandın, sona erdi rüya geriye yalnızca bir avuç kül kaldı avuçlarında. Şimdi masalsı bir ölümün, hayali bir yok oluşun eşiğinde, olmayan bir sonla cezalandırıldığın tepelerdesin. Aşağıya baktığında senin için ayrılan sürenin çoktan sona erdiğini görüyorsun. Kendi ön yargıların, gerçek yaşamı tanıma isteğin, yüreğinde güzel günlerin hayali ile daha fazla yürüyemezdin bu kentin sokaklarında. Artık tepelerden aşağı baktığında sarp kayalıkları, karanlık dehlizlerini görüyorsun mağaraların. Hiç güneş doğmayan bir gezegenin alabildiğince geniş kurak çöllerinin içinde seni anlayan, sana ait olan ne kaldı ki geriye. Şimdi; gitme zamanı. Bilmediğin keşfedilecek yeni günlerin, yeni aydınlıkların peşinden koşacaksın bundan sonra.-
“ Bir şiir var; düşlerimde sıkça aklıma gelen...”
- Bir şiir var zihninin içinde dolanıp duran.-
“ Bir şiir var bildiğim. Zihnimde dolaşıp duran yıllardır. Hayal gücümü tırtıklayan kimi zaman, bazen oturup dinlenen, fikirlerimden birçoğunu ona borçlu olduğum. Bir şiir var bildiğim; şimdi bu berrakken yüreğimdekiler, bu kadar netken bana dair her şey, artık unutmuşken geçmişe dair tüm yalanları, sıyrılmışken başkalarının korkaklıklarından, yüreksizliklerinden anımsayabiliyorum hala bazı dizelerini...”
- Bir şiir var söylemeye korktuğun, yalnızca okuyabildiğin akşamları... Şimdi bir ayrılık filminde sonun geldiğini ikimizde biliyoruz. Gözlerimizden okunuyordu güvensizliğimiz, trajediyle biteceğini biliyorduk bu hikayenin. Tekdüze hayatımız içinde sıkı sıkıya sarıldığımız inançlarımızdan biriydi aşk, tutkularımızdı ayakta tutan bizi. Geçmiş yılların ağırlığı omuzlarımızda, diz çökmemize neden olan bir öfke var, gırtlağımızda düğümlenen bu kini hediye eden adamın peşinden ne söyleyebilir, tekrar ne isteyebiliriz ki ondan. Hiçten var etmeye çalıştığımız hayatlarımızı kurtaramadık, biliyorum. Üstelik sende farkındasın artık bunun. Çevrendekiler seni zayıflığından dolayı suçlayabilir, yargılayabilir, aşağılayabilir belki. Başkalarına akıl verirken nasıl bu kadar kolay kandırılabildiğine şaşırabilirler. Gittiğin için yüreklerinde sana söyleyemedikleri bir yığın söz saklı kalacak ebediyete kadar ama yine de paylaşılanlar yeterli senin için. Burada ardında bırakarak her şeyi, yürümelisin yeni gelecek günlere. Üstelik artık insanları yargılamamayı, nefret etmemeyi öğrenmelisin. Yalnızca güzel anıları götürmelisin cebinde. Yalnızca sana ait olan, senin için yaşananları yanında taşımalısın başladığın yolculukta.-
“ Bir masal gibi yaşamak istedim hayatı ama karşıma çapraşık yollar, kafası karışık insanlar çıktı. Tanımaya kalktığım herkes kendi gizemindeydi yalın yaşamlar içinde. Sabahları günaydın diyebileceğim, sevgiyle yanağından öpebileceğim, elimi tuttuğunda kalbimin çarpıntısı dışında hiçbir şey duymak istemeyeceğim bir adam buldum düşümde; oyunun sonunda anladım ki hiçbir zaman dahil olamamıştım hayatına. Kurallarını anlayamamıştım, yenilgiye uğratmak istememiştim onu; sadece sevmek, sadece sevilmek olmuştu dileğim. Şimdi bu masal diyarından ayrılırken, gerçek hayatın tınısını aslında hiç öğrenemediğimi anlıyorum. Belki de bulabileceğim başka zamanlar, başka keyifler, başka amaçlar vardı ama ben yaşamın küçükken dinlediğim masallar gibi olacağını sanmıştım işte bu yüzden ahmaktım, büyüyemeyecektim. Hayal kırıklığı duyuyordum. Etrafımda kimseyi suçlamak istemedim bundan ötürü; belki gelişimim yanlıştı, zamanlar arasında en yanlışını seçiyordum yaşamak istediklerim için.”
- Sana bunun bitmesi gerekiyordu bir şekilde dedi.-
“ Bana bunun bir şekilde bitmesi gerekiyor dedi. Bir şekilde takıldı aklıma sözleri. Sana karşı kendimi suçlu hissediyorum dedi. Anlamadığım cümleler arasından bir söz aradım gerçeği anlatacak bana. Uzaktı soramadım cesaret edip; sadece güzeldi dedim yaşadıklarımız. Oysa ağlıyordum; göz yaşlarım akıp gidiyordu şehrin sokaklarında. Boğulacaktım biliyordum biraz sonra. sadece güzeldi dedim. Sadece güzeldi...”
- Oysa içinden geçenler arasında en anlamsız kalanı buydu; güzel bir şeyler yaşıyordun ama yalnız yaşıyordun işte. Bunu söylüyordu adam sana yalnızca o iki kifayetsiz cümle içinde. Sana seni sevmiyorum, seni istemiyorum, yalan söyledim diyordu. Dün akşamın, yaşanan günlerin, söylenen sözlerin bir anlamı olmadığı söylüyordu. Oysa sen gözyaşları içinde onun sana yazdığı son mesaja bakarken aslında içinden geçenler arasında en anlamını yitirmiş olanı, hissettiğini ifade etmekte en uzak cümleyi yazıyordun ona. Yaşadığımız her şey güzeldi diyordun, bunu bilmeni istedim.-
“ Başka bir şey gelmiyordu aklıma. Üzgündüm, kırılmıştım, düşünemiyordum gerçekleri. Hakaret edebilirdim. Küfredebilirdim belki ama yine de yazacaklarım anlatamayacaktı gerçekten ne hissettiğimi. Her şey uzaktı, anlamsızdı, yitirmişti gerçekliğini. Hangi anı güzel diye nitelendiriyordum bilmiyorum. Onun yok saydığı binlerce dakika, yüzlerce söz arasında hangisine güzel diyordum. Neden hala berraklaştırmaya çalışıyordum durumu bilmiyorum. Yanılgıma bir kılıf uydurmalıydım belki, gerçekten hayal kurmadığımı, bir düşün peşinde koşmadığımı, burada olduğumu, burada olduğumuzu, bu şehirde el ele yürüdüğümüzü, bir gece önce bana sarılışını tüm bunların varolduğunu unutmamak için yazmıştım belki de. Her şey güzeldi. Her şey güzel olacaktı. Her şey gerçekti üstelik; kendime söylediğim bir dolu yalanın içinden en gerçeğiydi o. İnanmalıydım; inanmalı ve yaşamalıydım. Dilersem nefret edebilirdim ondan günler sonra. ama henüz erkendi. Henüz her şey için erkendi.”
- Biliyorum bir tanem. İnsan bir gün önce sevdiğini ertesi gün nefretle anabilir mi? Bir gün önce saçlarını okşarken seni seviyorum dediğin adamı ertesi gün sadece seni hayal kırıklığına uğrattığı, sana yalan söylediği, seni kendisinden bir parça saymadığı için hor görebilir miydin? Biliyordum bir tanem; kimin haksız olduğundan, kimin inandırıcı olduğundan çok daha önemliydi sözlerin. Sevgi anlaşılmaz bir şey değildi üstelik, sevgi paylaşılan ve paylaşıldıkça büyüyen bir şeydi. Yüreklerinizde yetiştirmeye çalıştığınız bir fidandı o. Yıllar geçtikçe kök salacağını, tüm yaşantınız içinde en güçlü yere sahip olacağını sanıyordun. Ismarlama aşklara tahammülün yoktu artık; geçen zaman sana yaşamayı öğretmişti, yaşatmayı emek vermeyi öğretmişti yılları deviren yaşın. Çıkan fırtınalara dayanabileceğini sandın onun, sağanak yağmurlardan, sellerden devrilmeyecek kadar güçlü olmasını diledin aşkınızın. Oysa nankördü adam, bilemezdi, bilmek istemiyordu seni. Kurudu kökleri fidanın, çıkan fırtınada uçuştu yaprakları, kökler kurtuldu topraktan. Orada değildi, yardım etmedi sana. Şimdi kendine daha fazla zarar veremezsin, daha başka bir seçim şansı yok önünde.-
“ Ona her şey güzeldi dedim. Bu yüzden hiçbir şey bilmiyor ne hissettiğim hakkında. Gizledim gerçekleri. Oysa güzel değildi o an hissettiklerim. İçimden geçenler nefretti, ölümdü, yok oluştu. Kilitli kaldı sözlerim yüreğimde, söylemem gerekenler yüzünden, söylenmesi gerekenleri sakladığım için belki de hiçbir zaman bilemeyecek, hiçbir zaman anlayamayacak beni. Başım dönüyordu, öylece oturmuş yazdıklarına bakıyordum. Cümlelerin herhangi birinin anlayabileceğim bir sebep, biraz doğruluk payı ve belki de bir zamanlar tanıdığımı sandığım adamdan gerçek bir şeyler taşıdığını düşünmek istiyordum. Oysa yoktu, boşunaydı her şey. Yaşamıştık ve bitmişti işte. Kabullenmemi bekliyordu yaptığı tercihi, saygı göstermemi, hiçbir şey söylemeden sadece anlayış göstermemi bekliyordu. Belki de bir cevap beklememişti yazdıklarına. Bir soru sormuyordu, bir yanıt aramıyordu. Kendi yaşamına dair bir karar vermişti ve duyuruyordu bana. Arama beni diyordu, gidiyorum diyordu, seni sevmiyorum hiç sevmedim diyordu. Sana ait değilim, dün yaşadıklarımız sana söylediklerim hepsi yalandı, inandın mı bana yoksa diyordu. Bir şey sormuyordu; bir cevap istemiyordu; gidiyordu...”
- Biliyordu bir tanem; biliyordu sen söylemesen bile her şeyi. Kendi yolunda yürüyor o şimdi üstelik zihninde hayalini kurmuyor artık senin. Bir karar verip, geçmiş zamanlarda da sık sık yaptığı gibi kaçıyordu işte. Kendini düşünüyor, karşına çıkmak yerine birkaç kelimede tüm ilişkinizi özetliyordu sana. Yüzüne söyleyemeyecekti çünkü biliyordu günlerdir yaşadıklarınızın hesabını soracağını. Korkuyordu senden; kendi yüreksizliğini, kendi çirkefini yüzüne vurabileceğini biliyordu. Sessiz kalamayacağını, keskin sözlerinin canını acıtacağını biliyordu. Koruyordu kendisini; bencildi, kötüydü, kendi egosuydu esir alan bedenini.-
“ Nasıl tanıyamadım onu, nasıl uzağında kaldım bu kadar? Nasıl bu kadar korkak olduğunu fark edemedim zamanında.”
- Artık gidiyoruz buralardan. Bırak izi silinsin yüreğinden, bırak kendi berbat dünyasının parçası olarak kalsın. Her sabah banyoda aynaya baktığında kendini görecek, kendisiyle baş başa kaldığı her an acı çekecek. Hiçbir zaman sevmediyse bile seni yine de gün gelip yüreksizliğinin bedelini ödeyecek.-
“ Gidiyorum; ardımda bıraktığım yolların tozu toprağı var paçalarımda. Üzerime geçmiş günlere ait garip bir koku sinmiş. Kendime ait ne varsa bırakmalıyım belki de; oysa şimdi giderken bana ait ne var, bana ait ne kaldı üzerimde. Şaşırıyorum bu ben miyim; bu bensem kendime ait olanları nerede, yolun hangi kısmında bıraktım. Kimler neler aldı, neler bıraktı bana giderken. Şimdi; tam şu an terk ederken zamana dair olan her şeyi, üzerimde geçmiş günlerin tozu dumana katan süratli ve çevik günleri yavaş, yavaş silinirken zihnimden aslında kendi hayatlarımız üzerinde ne kadar az etkin olabildiğimizi daha iyi anlıyorum. İstemek gerçekleşmesi demek değil hiçbir şeyin. İstediğim, dürüst davrandığım ilişkilerden hep zarar gördüm; iyi niyetli olmaya karşımdakini algılamaya çabaladığımda hep köstek oldular ve sonunda yeni bir seneye girmeye yalnızca birkaç gün kalmışken burada, iç sesimle kendi mahkumiyetimi yaşarken artık anlıyorum ki tüm bu hayatın bana verdiği aslında hiçbir şey vermediği gerçeğidir. Ve ne yazık ki kendi hatalarımın bedelini öderken şu son birkaç gündür, aşktan anladığım her şeyin aslında hiçbir şey anlamadığım olduğunu öğreniyorum. İnsanın her anı kendisiyle ilgili yeni şeyler öğrenerek geçiyor. Belki de yaşamanın anlamı da bu; son ana kadar kendine dair düşünmek, kendine mutlu olabilecek, kendini sevmeye devam edebilecek sebepler aramakla geçiyor. Şimdi giderken buralardan ve yılbaşına birkaç gün kala aslında ait olamadığım bu sevimsiz dünyanın her zaman yanlış yerlerinde, yanlış anlarını paylaştığım yanlış insanların içinde kendime neden bir çıkış yolu bulamadığımı daha iyi anlıyorum. Gidiyorum; gittiğim yolun sonunda belki de burada yakalayamadığım mutluluğu ve huzuru bulacağım. Kendi iç dünyamın en duru yanıyla tanışıp ona güzel hikayeler anlatacağım. Sabahları erkenden kalkıp günaydın diyeceğim aynadan bakan kendime. Camları açıp ardına kadar, tüm güzellikleri önüme serilmiş bir dünyanın serin havasını çekeceğim ciğerlerime. Dışarı çıkıp yollara düşeceğim; orman yollarında yürüyüp, çalılardan meyve toplayacağım. Dağların en tepesine çıkacak, kayalıklardan denize atlayacağım. Öğle güneşi altında uzanıp saatlerce uyuyacağım belki. Akşama doğru ağacın dallarına konmuş bir kuşla sohbet edeceğim. Adını soracağım önce; sonra hayattayken gördüğü ülkelerden bahsetmesini isteyeceğim. Onun kanadına tutunup bugüne kadar hayalini bile kurmaktan çekindiğim gelecek güzel günlere doğru yola çıkacağım. Gideceğim buralardan; aklımın alamayacağı kadar uzaklara ve adım adım yeni şehirlerde gezip, yeni insanlarla tanışacağım. Geçmişe dair her ayrıntıyı çoktan unutmuş zihnimle, öğrenmeye aç, sükunetsiz bir hevesle okuyacağım tüm güzel kitapları, çevirdiğim sayfalarda bulduğum o tanımadığım ülkelere yolculuklar yapacağım. Akşamları üzerimde sabahlığım balkona oturup kahvemi yudumlayacağım; gökyüzünün tüm renklerini ezberleyeceğim; hayatı yeniden adlandıracağım. Kendimi tanıyacağım sonra neleri severim, nelerden hoşlanırım, kendime ait sırların tümünü tüketeceğim, çözeceğim dünyanın kördüğümünü. Ara sokakların birinde yürürken onu göreceğim sonra; yıllardır içimde sakladığım özlemleri, tutkuyu ve aşkı tekrar hissettirecek adamla karşılaşacağım.”
- Bir kahve içmek ister misin diye soracak sana. Gülümseyerek kabul edeceksin teklifini. Deniz kenarındaki kafelerden birine doğru yürüyeceksiniz yan yana. İleride ki tepelere bakıp iç geçireceksin, onun söze başlamasını beklerken. Cesaretini toplayıp adını soracak sana. Hatırlamayacaksın.-
“ Yeni bir başlangıç bu benim için diyeceğim.”
- Benim de isteğim bu zaten diyecek. Ellerini uzatacak ellerine. Üşümüşsün diyecek.-
“ Tedirgin olacağım önce.”
-Martılardan gözünü ayırmadan zorlukla duyulan bir sesle kısa zaman önce uzak ve soğuk bir şehirden geldim diyeceksin.-
“ Ellerimi dudaklarına götürecek sonra. Seni arıyordum bu şehrin sokaklarında, sensiz yaşamadım bugüne kadar. Varlığınla varolacağım bende.”
- İnanacaksın.-
“ İnanacağım.”
“ Yeni bir ismin olmalı artık; sıcak iklimlerden gelmeli anlamı. Buzlanmış yüreğinden başlayacağım seni sevmeye. Eski hikayeleri unutacağız beraberce, geçmiş günlerin rüzgarı esmeyecek artık üşütmeyecek seni.”
- İnanacaksın sözlerine.-
“ İnanacağım sözlerine.”
- Gözlerine bakacaksın; derinlerinde kimseye benzemeyen, kimse olmayan yeni bir başlangıç yangınını göreceksin. Gözlerinde yaşamı yeniden tanıyacağın, yeniden kendin olacağın adamı göreceksin.-
“ Öyle soğuk bir geceydi ki diyeceğim.”
“ Yakınıma gel, bu kadar uzak durma, korkma benden. Tüm hikayeyi biliyorum aslında. Sana ait ne varsa biliyorum geçmişine dair. Artık üşümeyeceksin bu şehirde. Geceleri yanında olacağım, tüm saatleri beraber paylaşacağız. Yakınıma gel, korkma benden.”
“ Soğuktu” diyeceğim tekrar.
“Biliyorum” diyecek. Gülümseyecek sonra. Bu şehir ikimizin sevgilim. Her sokağında başka bir yaşamı keşfedeceğiz. Artık üşümeyeceksin.
Ayağa kalkıp elimden tutacak. “Yürüyelim mi biraz?” diyecek. “Sana deniz kabuğu toplayalım.”
- Güveneceksin ona.-
“ Bana sarılır mısın diyeceğim.”
- Sıkı sıkıya saracak bedenini.-
“ Bir gün gidecek misin sen de? Bir gün uzaklaşman gerekirse benden, artık sevmediğini anlarsan, kaçmak istersen hiçbir şey söylemeden mi terk edeceksin?” diye soracağım ona.
“ Hayır” diyecek. “Üzme kendini artık. Yaşamak diye bildiğin her şeyden farklı bundan sonra paylaşacaklarımız. Aşk dediğin, tutku dediğin ne varsa bende bulacaksın. Aklından, düşüncelerinden geçmeyenleri yaşayacağız beraber; tarihi tekrar yazacağız. Kendimiz için yeni bir dünya yaratacağız burada. Sabahları erkenden kalkıp, tepelere çıkacağız. Kahvaltımızı ağaçların altında, dünyanın tüm karmaşasından uzakta ormanın derinliklerinde yapacağız. Öğlenleri yeni koylarını keşfedeceğiz kıyının. Beraber tıpkı bugün olduğu gibi deniz kabukları toplayıp, rengarenk taşlar biriktireceğiz.”
“ Kendimize büyük bir dünya yaratacağız, tarihi yeniden yazacağız seninle. Yüreğimden kopan tüm parçaları bulup çıkaracaksın derinlerinden bedenimin.”
“ Güzel hikayeler yazacaksın; düşlerden bahsedeceksin. Karanlıklarından çıkaracağım seni, yüreğinden kopup giden parçaları bulup çıkaracağım derinliklerinden bedeninin. Gün gelecek şaşıracaksın kendi kendine. Mutlu olmanın anlamını beraber bulacağız. Tarihi tekrar yazacağız seninle.”
“ Sarıl bana. Öylesine yakın olalım ki bir daha ayıramasın kimse bizi.”
“ Bak güneş nasılda parlıyor; tüm dünya aydınlanıyor tekrar.”
“ Biliyor musun bugüne kadar bu kadar mavi bir gökyüzü görmemiştim, bu kadar huzurlu hissetmemiştim kendimi. Sanki yeniden doğdum, ilk kez nefes alıyor gibiyim, ilk kez yürüyor gibiyim, adımlarım öyle yabancı ki...”
“ Sarıl bana sevgilim. Bugün yeniden doğduk ikimizde. Sana yeni bir isim bulmalıyız önce; sıcak iklimlerden gelmeli anlamı... kendine aynada her baktığından nerede olduğunu hatırlatacak, yeni dünyanın senin için ne olduğunu anlamana yardımcı olacak bir isim olmalı.”
“ Öyle üşümüştüm ki ormanın derinliklerinde; öyle çok korkuyordum ki...”
“ Bazen insan böyle yalnız kalır sevgilim, bazen hiç düşünmediğin şeyler gelir başına. Öngöremediğin başkalarının zihninden geçenlerdir zaten; gizli saklı yaşarlar bazı insanlar kendilerini. Yalan söylerler, yalanlarına öyle güçlü dayanaklar bulurlar ki, inanmak zorunda hissedersin kendini. Hatta hiçbir zaman kuşku duymazsın sözlerinden. Bazen insan öyle seçimler yapmak zorunda kalır ki; biliyorum sevgilim. Ama anlat daha iyi hissedeceksen kendini...”
“ Sence unutacak mıyım yaşadıklarımı, unutabilir miyim? Yolculuğumun başında silinen bir hikayeydi zihnime kazınanlar. Sanki unutuyordum, sanki hiçbir şey hatırlamadan gelecektim buraya. Tüm gölgeleri yavaşça devriliyordu geçmişin. Oysa şimdi senin yanındayken, kumsalda sana sarılmışken tekrar hatırlıyorum ve acıyor yüreğim. Belki aynı değil, belki farklı, belki yalnızca hatıra ama yine de buradalar. Kafamın içinde sakladım onları, unutmaya söz verdiğim her şey hala burada, sanki hala yanımda yaşam...”
“ Üzülme sevgilim. Zor bir yolculuktu; biliyorum. Düşünmeye çalıştığın iyi şeyler arasından fırlıyor kabus gibi geçmiş günler... Bazen yaşamadan bilemezsin neyin iyi, neyin kötü olduğunu. Şimdi anlat bana, biliyorsun sonsuza kadar vaktin var unutmak ve hatırlamak için tekrar her şeyi... Anlat bana onu... Anlat ki onun yaptığı hataları tekrarlamayayım, anlat ki bende onun yanlışları arasında kendime doğru ve akılcı dersler çıkarabileyim.”
“ Yorucuydu her şey... dinlemek istediğine emin misin?”
“ Senin anlatmak isteyeceğin her şeyi dinlerim. Dudaklarından dökülecek her kelime bana armağan bunu sende öğreneceksin zamanla. Uzun zamanlarımız var, uzun saatlerimiz var beraber paylaşacağımız...”
“ Bak akşam oluyor ama biz deniz kabuğu bulamadık henüz.”
“ Hava kararıyor. Dönelim istersen şehre... Sana evimizi göstereyim. Bu akşam balkonumuzda güzel bir masa kuralım kendimize. Teybe senin sevdiğin kasetlerden birini koyalım. Gecenin koyu rengi üstümüze vururken anlat bana hikayeni. En başından başla ki daha kolay anlayabileyim, daha kolay açıklayabileyim yaşadıklarının sebeplerini.”
“ Günlerdir bunları yaşıyorum aslında, her dakikayı, her saniyeyi tekrar tekrar hatırlamaktan yoruldum belki de bilmiyorum. Öyle yorgun hissediyorum ki kendimi sevgilim.”
“ İstersen bir süre uyur dinlendirirsin bedenini. korkmana gerek yok, yanında olacağım sen uyurken. Hiç ayrılmayacağım, hiç bırakmayacağım ellerini.”
“ Biliyor musun, hikayemin en hüzünlü ayrıntılarından biri bu belki de.”
“ Bebeğim; korkma, ürkme benden. Bazen kimseye güvenemezsin, kimse anlamaz gibi gelir seni. Bazen kaçar, gider herkes. Bir başına kalırsın. Bazen ilişkiler istediğin gibi ilerlemez, yarım kalır, aniden bitiverir. Kendini yorgun ve bitkin hissedersin. Bazen ertesi sabahı düşünmez sevdiğin, sen gelecek günlerin hayalini kurarken o çoktan gitmiştir. Bazen sevgilim yaşam kendini yenilemez olur, durursun beklersin gideni. Anlamı olmayan kararlar verirsin. Belki birkaç gün dinlesen kendini asla yapmayacağın şeyleri yaparsın. Bir gece yarısı türküsünde kendi canına kıyarsın. Bazen bir tanem çatallanan yollarında hayatın nereye gideceğini bilemezsin; kavşaklarında yorgun düşersin.”
“Öyle çok korkuyorum ki seninde bırakıp gideceğinden beni.”
“ Kar tanemsin, canımsın. Sana tekrar yürümeyi, tekrar konuşmayı, tekrar dinlemeyi öğreteceğim. Yeniden doğacağız birlikte. Bir süre sonra bu öfkeden kurtulacaksın, nefret etmeyeceksin ondan. Aşk her şey demek değil bunu da öğreteceğim sana; yaşamda yalnız kalır insan, yarım kalır söyleyemez yüreğindekileri. Bir şafak vakti kendi dışında kimsenin onu yeterince sevemeyeceğini anlar. Gün gelir yollarından geçip gider insanlar, gün gelir yalnız kalırsın sokaklarında. Kalabalıklarında kaybolursun, zaman geçer, sen geçersin, günler geçer yanından. Yüreğinde sesini duyduğun adama seslenirsin, duymaz seni ama üzülme sana kendi başına yaşamayı öğreteceğim, tek başınayken daha güçlü olduğunu anlayacaksın benim yanımda.”
“Sevgilim; korkuyorum bir gün gitmenden. Sana bağlanamam, seni sevemem ki bu korkuyu taşırken... Yeniden duruluyor denizim, daha yeni yeni kendime geliyorum. Bedenimde hala onun kokusu, ellerimde hala onun elleri var. Gözlerine baktığımda onun gözleri geçiyor sanki önümden. Sevgilimsin biliyorum; yıllardır bekliyorum seni. Ama yaşam öyle oyunlar oynadı ki bana, şimdi kendim değilim daha yeni ayılıyorum bu derin uykudan”
“Korkma sevgilim; aşacağız tüm bunları beraber. Güçlendiğini göreceksin ve bugün haksızlık olarak nitelendirdiğin her şeyin aslında seni yeni güne, yeni ilişkilere, yeni zamanlara hazırladığını anlayacaksın. Kendinde olmadığını biliyorum, ormanlık alanda kaybettin yolunu. Geceydi, karanlıktı, korkuyordun; inliyordu çığlıkların ormanda. Bir yankı aradın kendine dağlardan gelen, bir cevap bekledin zamandan. Biliyorum sevgilim; yorgunluktan ve acıdan düşünemiyordun bile. Zihnin tuhaf oyunlar oynuyordu sana.”
“ Mezarımı kazıyordum; kendi bedenime gömmüştüm ruhumu. İç sesimle konuşuyordum, yapayalnız kalmıştım. Gözyaşları içinde uzandım toprağa. Bilmiyordum ne hissettiğimi. Sonra onlar geldi, seslerini duyuyordum.”
“ Bir mezar kazdın kendine ormanın içinde. Sonra canlı canlı gömmelerini izledin seni. Artık tahammülün kalmamıştı yaşamaya; yeni oyunlarda taşları tekrar dizmeye vaktin kalmamıştı.”
“ Biliyorsun sevgilim; korkmamaya başlamıştım üstelik. Ürkecek bir şey kalmamıştı benim için. Gerçekliğini yitirmişti yeryüzü. Kaçmadım, uzaklaşamadım. Derin sarhoştum gecenin içinde.”
“ Sarıl bana; korkma benden. İnsan bazen hata yapar sevgilim. İnsan bazen yanlışlar içinde doğru yolu bir türlü bulamaz. Sabahları günaydın diyecek o güzel yüzü bulduğunda sanırsın ki ebediyete kadar yanında kalacak, hiç terk etmeyecek seni. Oysa herkesin yolu ayrıdır, herkes kendi yolunda doğrularını yaşamaya çalışır. Kesişen anlarda yaşadıkların sürekli olacak sanırsın ama yoluna devam etmek zorundasındır. Bu yüzden kendini de, onu da suçlama artık. Yalnızca birkaç saniyeliğine yaşadın sevgini, zamanın çok kısa bir anında paylaştın onunla kendini. Zaman sona erdiğinde o giderek, sende kalarak en doğru seçimi yapmış olacaktınız.”
“ Bana yalan söyledi. Bana sevdiğini söylediğinde bile yalandı sözleri. Gerçekleri öyle ustalıkla gizledi ki; inandım ona.”
“ Bırak yolunda yürüsün bir tanem. Bırak yolu onu nerede, kiminle mutlu edecekse oraya gitsin. Kendisi için doğru olmadığına, seni sevmediğine karar verdiğine göre yanında kalıp daha çok ihanet edecekti sana.
Mutsuzluğu ilişkinizi yıpratacak, bitirecekti zamanla. Bırak gitsin kendi yolunda; bırak nerede, kiminle mutlu olacaksa devam etsin.”
“ Bana yalan söyledi. Bana sevdiğini söylediğinde bile yalandı sözleri. Gerçekleri öyle ustalıkla gizledi ki; inandım ona.”
“ Bırak; zaman yargılasın onu. Ellerini çek artık onun kaderinden. Kendi yolunda ilerlemesine izin ver.”
“ Seviyorum galiba seni... bana doğruları öğreteceksin, huzursuzluklarım içinde güzel masallar anlatacaksın ve ben aşacağım seninle beraber hatırladıklarımı. Gülümse bana sevgilim; gülümse ki yeni dünyalar keşfedeyim yanında, korkularımı yeneyim.”
“ Gidelim bir tanem. Gidelim ve izi silinsin geçmiş, kötü günlerin zihnimizden. Yüreğimizin götürdüğü yere; aklımızdan geçirip de bir türlü adlandıramadığımız, hiç görmediğimiz zamanların örttüğü yerlere gidelim. Salkım söğüt ağaçlarının gölgelendirdiği nehirlere; okyanus kıyılarına, deniz kıyısını görebileceğimiz ormanlık tepelere gidelim. Olabildiğince uzaklara buradan, olabildiğince derinlerine hayatın. Gidelim yeter ki gidelim buralardan. Sadece senin sesini duyacağım, sadece seninle konuşacağım yerlere gidelim. Uzaklaşalım geçmişin tozlu sayfalarını silelim beraberce zihnimizden. Silinelim yüreklerden, silelim yüreğimizdeki gölgeleri; uzaklara olabildiğine uzaklara gidelim. Elimden tut sevgilim; bana tekrar yaşamayı öğret. Yeni bir isim ver bana, içinde yeni güzel günlerin doğuşu olsun. Parçalanıp, bedenime dağılan yüreğimi çıkar tek, tek içimden. Güzel günlerin hikayelerini anlat, geleceğimizi anlat bana... Sarıl bana sevgilim; yeniden serilsin önümüzde bir halı gibi yaşam. Her nakışında yeniden doğayım, yeniden anlayayım hayatı. Ormanlara gidelim sevgilim; yaşamın her mevsim yeniden kendine bir yol çizdiği zamanlara gidelim. Elimden tut ki düşmeyeyim artık; elimden tut ki sıcaklığınla çözülsün buz tutan kalbim.”
“Ölüyorum tanrım
Bu da oldu işte.
Her ölüm erken ölümdür
Biliyorum tanrım.
Ama, ayrıca, aldığın şu hayat
Fena değildir...
Üstü kalsın...”
HAZEL TURAN
YORUMLAR
gerçekten harika bir eser. sayfayı ilk açtığım zaman doğrusu okumaya değer olup olmadığı konusunda dehşete kapılmıştım. çünkü fazlasıyla uzun bir yazı. yalnız daha ilk satırlardan eseriniz beni içine çekmeyi başardı. zevkle okudum doğrusu. kadın dilini, kadın duyarlılığını eserinize ne güzel yansıtmışsınız. cümlelerinizdeki doğallık, kendiliğnden özgün bir anlatım oluşturmuş.
tebrikler
tebrikler
tebrikler...