Sürgünün Göçebe Düşünceleri
Onun olmayan bir yola girdi. Ne taşlar tanıdıktı ne de yollar. Birkaç çocuk bir oyun tutturmuş kendine. Çocukluğunu hatırlatmadı bu çocuklar ona. Yabancı...
Uzaktan esen bir rüzgar saçlarının arasından geçti, okşamadı. Belki de sanılanın aksine rüzgarlar esmezdi. Çünkü eğer rüzgar esseydi bildiği coğrafyalardan gelecekti tanıdık esintiler. Şimdi ise dilini bilmediği bir yağmurla ıslanıyor ve ezgisini tutturamadığı bir şarkıyı dinliyordu.
Düşünceleri sürülemezdi insanın. Evet ,bedeni sürülmüştü. Aitlik eki yoktu adının sonunda. Öylesine yalın...
Yasaklanmaya çalışılan çirkin yüzlü görünen tüm düşüncelerini hapsetmişti beynine ve giderken yanında sürüklemişti. O düşünceleriyle var olmuştu kendi evinde ve şimdi düşünceleriyle ölecekti bir farkla : evinden uzakta. Dokunulmamıştı düşüncelerine, düşlerine. Oysa onun düşüncelerinde de dokunmak yoktu ki. Düşüncelerinde ne bir insan eline dokunmak vardı ne almak vardı sahipsizce ne de yaşam hırsızlığı işine soyunmak vardı ne de mahremiyete tecavüz eden asari duygular vardı. Her şey soyuttu bu yüzden özgürdü ve uçardı. Düşünceleri olmak istediği her yerdeydi: özgürdü. Diğerleri ise hala hapsettiği düşünüyordu. Aslında bir bakıma doğruydu: hapsetmişti adam düşüncelerini beynine ve adamın beyni özgürdü. Sıkıştırılmış tek şey varsa omuzlarından aşağıya doğru çöken bedeniydi.
Şimdi hiç bilmediği bu coğrafyada adam kaybolmuştu. Buram buram yalınlık akıyordu adamın gözlerinden. Bir yazar için gerekli her şey vardı aslında. Yalnızdı, yorgundu, uzaktı... Gökyüzü hiç bu kadar yabancı olmamıştı o ana dek. Kalabalığın içerisine aktı adam. Kalabalık üstüne aktı. Yakınlaşan yüzler birer sis yığını gibiydi. Adam bu puslu gün ışığında kendini aradı.
Sürgünün dilini bilmezdi sürgünde yaşamayan ,özür dilerim, sürgünde olmayan. Bir sürgün dili vardı,ortaktı;fakat konuşulmazdı ;çünkü sürgüne gönderilen her düşünce birbirinden uzak ve habersiz yaşardı.İşte o an o onulmaz yalınlığın ardından, tekilleşirdi tüm yaşamlar.
Adam kaybolmuştu kendi içinde bir yerlerde. Aşklarını da ardında bırakmıştı uğraşlarını da. Nasır bağlamış yüzlü bu şehir giderek bir çukura dönüşüyordu adeta ve onu içine alıyordu. Çukur her geçen gün biraz daha büyüyordu. Adam ortasındaydı her şeyin. Düşkırıklıları, kalıplaşmış yaşamlar sarmalamıştı adamı.
Bir taş bulup oturdu üstüne. Elleri başını taşıyamayacak kadar güçsüzdü artık. Ay vardı gecenin ortasında ayın on dördünde. Tamamlanmıştı sonunda ay,dolun vaktinde. Adam durdu öylece. Aşklarını düşündü, savaşlarını.Bir adımlık yolu koşmak için yaptığı hazırlıkları düşündü. Çaresizliklerini ve düşüşlerini düşündü. Üstünde yattığı düşleri bir hamleyle çeken adamları ve boşluğa sürüklenişlerini düşündü. Satranç oynar gibi yaşadığı hayatını düşündü. En sonunda sadece düşündüğü için yabancı bir taşın üstünde yabancı bir havayı soluduğunu düşündü ve düşünmekten vazgeçti. Ev dediği yere doğru gitmek için yabancı taşın üstünden kalkıp yabancı bir yola girdi.
Yüzünde kendine ait olmayan bir gülümsemeyle bir sokak çocuğunu selamladı. Dilinde ona ait olmayan bir şarkı vardı ve adam ona ait olmayan bilinmezliğe doğru ilerledi ona ait olmayan bu şehrin ona ait olmayan gecesinde.
Yol ortaktı, söz ortaktı. Tek fark vardı: düşünebilirdin ; ama söylemek yasaktı.
Adamın içinin tam içine “sus” düştü o gece ve adam sustu,sustu,sustu. Adam öyle suskun sustu ki kimse duymadı ve adam öyle güçlü sustu ki bir gün konuşmak istediğinde artık unutmuştu.
İşte düşünce bir düşünce özgür bir beyinden bir sürgün yerinde bir adamla birlikte yok oldu yüzyıllık taşıyıcı hücre: geleceğe taşıyacak olan bugünleri göçebe düşüncelerle.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.