Deli Kızıma 6
Gülümse deli kızım!
Yıllar önce duş alırken bir hayale kaptırmıştım kendimi.Düşülkemin ormanlarından birinde,yağmur altında çırılçıplak bir biçimde kendi çevremde dönüyor,havaya yayılan toprak kokusuyla sarhoş oluyordum.Alkol nasıl aç karnına çarparsa,toprak kokusu da beni öyle çarpıyordu.Kendi çevremde dönmem baş dönmesini daha da artırıyor,dönen başımdan yayılan imge kokusu,toprak kokusuyla bütünleşiyordu.Durduğumda bir film şeridi gibi anılarım geçmişti gözümün önünden.Kollarımı farketmiştim daha sonra.Sol kolum dünyamızın hali gibi karakol,özgür bir dünya için yazı yazmamı sağlayıp bana sarhoşluk veren sağ kolum ise alkol olmuştu.Ayaklarım gökkuşağı,gövdem ise büyük bir kalp oluvermişti.Başım büyük bir göze,saçım ise fesleğenlere dönüşüvermişti.Alkolumla fesleğenleri okşadığımda yayılan koku burnunu sızlatmıştır umarım!
Berlin’deyken kanalboyunda bir salkımsöğüt ağacım vardı benim.Adını Eftalya koymuştum.Orada yaşadığım sürece ağacımı ziyaret etmeyi hiç ihmal etmedim.Bazı akşamlar dostlarımla birlikte ziyaret ederdim ağacımı.Üzerine çıkıp gökyüzünü seyre dalar,şaraplar içer,türküler söyler,şiirler okurduk.Ağacıma her sarılışımda Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın şu dizeleri gelirdi dilimin ucuna:"Bir ağacın-Bir günde yazdığını-Bir ozan-Ömrü boyunca yazamaz" Cahit Sıtkı Tarancı,Yalnızlığa Dair adlı şiirinde şöyle diyordu:"Bir derdin varsa açabilirsin ağaçlara-Ağaç yaprak verir,sır vermez rüzgara" Ben de rüzgarın özgürlük dansını duyumsamak için bir ağaç gibi olmak istiyorum sevgili.Toprağın altındaki köklerimi,senin köklerinle buluşturabilmek için seni arıyorum hala.Çinlilerin Ay Tavşanı Söylencesi geliyor aklıma.Buda’nın acı çektiği günlerin birinde,bir tavşan onun karnını doyurabilmek için kendini ateşe atmış.Buda da minnettar kalıp tavşanın ruhunu aya göndermiş.Tavşan ayda abıhayat karışımını oluşturan şifalı otları sihirli bir havanda dövermiş.Ben de ağacımın altında seni düşünürken, içimde oluşan tanımlanamaz şifalı duyguları gönlüme kokteyl yaptım deli kızım.Melih Cevdet Anday,Rahatı Kaçan Ağaç adlı şiirinde, "Ona bir kitap vereceğim/ Rahatını kaçırmak için/Bir öğrenegörsün aşkı/ Ağacı o vakit seyredin" diyordu.Eftalya’nın rahatını aşkımızla kaçırdım sevgili.Ağacıma her sarılışım sana sarılışımın sıcaklığını hissettirdi bana.Cemal Süreya,Ölüm adlı iki dizelik şiirinde,"Ölüm geliyor aklıma birden ölüm/Bir ağacın gövdesine sarılıyorum" demişti.Cemal Süreya dedim de bir fantezim geldi aklıma şimdi.Ursula K. Le Guin, "Fantezi iç benliğin dilidir," diyordu.İç benliğimin dili seni bir çocuk parkında salıncakta sallamama yol açıyor sevgili.Sonra yanımıza 9-10 yaşlarında bir ayakkabı boyacısı geliyor. "Boyayayım mı abim,ablam?" diyor.Gözlerindeki hüzün dikkatimizi çekiyor.Sana duyduğum aşkın yarattığı sevincin,çocuğun yüzüne sinmesini sağlama isteği kaplıyor içimi birden.Ayakkabılarımız boyalı,ama çocuğun ayakkabılarının boyasız olduğunu farkediyoruz hemen.Yanına gidip, "Teşekkür ederim.Ayakkabılarımız boyalı.Ama seninkiler değil.Ben şimdi ayakkabı boyacısı olayım.Varsay ki sen de müşterisin.Ayakkabılarını boyamak istiyorum.Eğer kabul edersen,üç ayakkabı boyadığını varsayıp,gereken parayı vereceğim sana!" diyorum.Şaşkın şaşkın bakıyor bana.İnanası gelmiyor.Çocuğun taburesine oturup, "Haydi gel çekinme!" diyorum.Utana sıkıla geliyor ayakkabı sandığının başına.Büyük bir zevkle boyuyorum ayakkabılarını.Daha sonra üç ayakkabı boyama parasını tutuşturuyorum eline.Saçını okşuyorum,hem sen hem de ben yüzüne öpücük konduruyoruz.Şaşkına uğramış bir halde ayrılıyor yanımızdan.O andaki bana bakışın sonucunda,gönlümün gökyüzünde uçmaya başlayan kuşların cıvıltıları içimi gıdıklıyor.Gözlerimi gözlerinden ayırmadan,Cemal Süreya’nın Aşk adlı şiirinin iki dizesini mırıldanıyorum hemen: "Seni bir kere öpsem ikinin hatırı kalıyordu/ İki kere öpeyim desem üçün boynu bükük" Bunun üzerine dudaklarımı öpücüklerinle işgal etmeyi ihmal etmiyorsun.Her öpüşmemizle,öpmeler denizinde sarhoş gemi gibi hissediyoruz kendimizi.Gün gelir de karşılaşırsak gül yerine bir maydanoz demeti hediye etmek istiyorum sana deli kızım.Ve arkasından, "Maydanoz narin,ince yapılı bir bitki.Çok sevdiğim şifalı otlardan biri.Benim için sevgi ve inceliğin sembollerinden biri.Sana olan sevgimin şifasını,bu maydanozları afiyetle yiyerek görmelisin.Maydanoz hediye ederek,sana karşı kaba olmamak için her zaman elimden geleni yapacağımı da ilan etmiş oluyorum," demek istiyorum.Başka bir gün Eski Yunan’da adı aşkotu diye geçen ve şifalı otlardan biri olan bir tutam kekik hediye etmek istiyorum sana.Kekik hediye ettiğim gün tavla maçı yapmalıyız ama.Maça başlamadan önce bahse tutuşmalıyız.Kim yenilirse kekikleri yiyecek,ardından da yenen yenileni dudaklarından öpecek.Kekik kokusu öpüşmemize ayrı bir tat kazandırır sanırım.
Diyojen gündüzleyin elinde fenerle Atina sokaklarında dolaşıyormuş.Onun bu halini garipseyen birkaç kişi yanına gelmiş.İçlerinden biri, ’Gece olsa elinde fenerle dolaşmanı anlarız,ama gündüz vakti hiç fenerle dolaşır mı insan?’ demiş.Bunun üzerine Diyojen zifiri karanlıkmışçasına,onların yüzlerini zor seçiyormuşçasına feneri yukarı kaldırmış ve ’İNSAN ARIYORUM!’ demiş. Diyojen’in fenerle insan araması gibi,ben de gönlümdeki fener sayesinde seni arıyorum hala deli kızım.Macar şair Attila Jozsef, ’ İnsan çocuk daha,bunu biliyorum-Ama büyümek istiyor;işte bu onun deliliği.-Ebeveynleri sevgi ve akıl-Ona göz kulak olsalar bari’ diyordu.Gün gelecek ebeveynlerim sevgi ve akıl, seni istemeye gelecekler sevgili.Yeter ki kararmasın sol memenin altındaki cevahir!
Yıllar önce bir rüya görmüştüm.Çoğunluğun rüyasına aksakallı dede girer ya,benim rüyamda ise güleryüzlü bir nine vardı.Belki de bilinçaltımın erkek egemen topluma tepkisiydi,özbenligimin bir nine olarak rüyamda karşıma çıkması.Ninenin bana uzattığı kitabı açtığımda sayfalarının bomboş olmasının şaşkınlığını yaşamıştım.Bunun üzerine, "Elinde tuttuğun kitap sensin ey serseri.Okuyabilmen için gönül gözünü yeniden açman gerek.Kendini aradığında onu bulacaksın ya da onu aradığında kendini bulacaksın," demişti bana.Bu rüya hayatımın en önemli dönüm noktası,bir uyarıcı,bir aydınlanma anıydı benim için.Rüya sonrasında günlerce derin düşüncelere dalmanın sarhoşluğunu yaşadım.Ve öyle bir an geldi ki kendimi bildim bileli derinden hissettiğim esrarengiz aşkın muhatabı olduğunu bilmenin sevinciyle dolup taştım.Daha önceleri yaşadığım nedensiz sevinçlerin,hüzünlerin kaynağını da çözmüş oldum böylece.Nerede yaşadığını bilmesem de,yüzünü görmemiş olsam da bir sevgilim olduğundan emindim artık.Öylesine emindim ki "deli kızım" sözü gözyaşlarım gibi ömrüme bedel o eşsiz ana akıvermişti dilimden.Hilmi Yavuz’un deyişiyle odam dünyadan büyük olmuştu o anda.Oğuz Atay,Tutunamayanlar romanında,"Tabiat,sırlarını bakmasını bilene açıklarmış," diyordu.Ben de günü geldiğinde sana aşk ile baktığımda, kim bilir ne sırların akacak gönlüme!
Bir anımı paylaşmak istiyorum seninle şimdi:Berlin’de yaşamaya başlamamın ilk haftasında gerçeklesmişti bu olay. Bir akşamüstü bir arkadaşımla birlikte giyim mağazasına gitmiştim.Ben giysilere göz gezdirirken,bir ara tezgahtar kadın yanıma gelip Almanca bir şeyler söyledi.Anlamadım elbette.Bir süre sonra yine yanıma gelip benzer şeyler söyledi.Bunun üzerine arkadaşım yanımıza gelip, Almanca bilmediğimi,yeni geldiğimi söylemişti ona.Meğerse tezgahtar kadın da Türkiyeliymiş.Meğerse mağazayı 10 dakika içinde kapatacaklarını söylüyormuş.Tezgahtar kadın,"Almanya’ya neden geldin?" diye sordu bana."Aşkımı arıyorum madam!" diye yanıt verdim.Bunun üzerine kahkaha patlattı ve "Tam da yerine gelmişsin.Gidecek başka bir yer mi bulamadın?Burada aşk ne gezer yahu!Her şey mekanikleşmiş burada," demişti.Ben de bu sözüne karşılık olarak,"Sevgilimle ben izimizi kaybettik.Ama gönüllerimiz bizi önünde sonunda yeniden buluşturacak," deyip,arkasından Ömer Hayyam’dan şu rubaileri dillendirmiştim:
-Sevgili,seninle ben pergel gibiyiz
İki başımız var,bir tek bedenimiz
Ne kadar dönersem döneyim çevrende
Er geç baş başa verecek değil miyiz?
-Benim halimden haber sorarsan
Bir çift sözüm var sana yürekten
Sevginle gireceğim toprağa
Sevginle çıkacağım topraktan
Seni düşündükçe kendimi piramit gibi hissediyorum deli kızım! İlgimin ışığının,içime eşit dağılışına şaşakalıyorum.Seni düşünmek hayranı olduğum deniz altı yaşamda yunus olmak,bir uzaygemisiyle başka bir güneş sisteminin yaşam gezegenine yolculuğa çıkmak gibi benim için.Sensizliği yaşarken köklerimi sürekli olarak sanatın kanıyla beslemeye çalışıyorum sevgili.
İnsanlık olarak cennet olan dünyamızı cehenneme çevirdik ne yazık ki deli kızım! İnanıyorum ki gün gelecek insanlık, Tanrı’yı kendimizin dışında aramanın çıkmaz sokak olduğunu anlayacaktır!Aylar önce internette güzel bir söz okumuştum:’Mutlu olmayı yarına bırakmak,karşıya geçmek için nehrin durmasını beklemeye benzer.Nehir asla durmaz.’ Eylemsiz umut besleyenler,yaşanması gerekenleri erteleyenler,mutlu olmak için öteki dünyadan medet umanlar aldanış içindeler tabii ki.Cennet,cehennem özel mekanlar değil dünyamızın halleridir.Binlerce yıldır doğaya ve kendimize yabancılaştık.Doğayı katlettik acımasızca.Evrimsel gerileyişimizin sorumluluğunu yüreklerimizde hissetmenin zamanıdır artık.Evrenimizdeki en gelişkin enerjiler düşünce,duygu ve sezgilerimizdir.Doğa yasalarının mutlak olmadığını,bu yasaların da değişebileceğini hiç hesaba katmıyoruz.Evrensel sistemin işleyişini sağlayan yasalar,o sistemi oluşturan tüm varlıkların eğilimi sonucunda oluşur.Demek istediğim yasalar bizlerden bağımsız değildir.Bilinç evrimi sonucunda dünyamızın yeniden cennet olması mümkündür elbette.
Yıllarca kendimi çok boyutlu yetiştirmeye çalıştım deli kızım.Doğanın,hayatın bir öğrencisi olarak,tek kutsal kitap olan doğa ve canlıları okuyabilmek için çabaladım durdum.Tabuların,dogmaların önüme set çekmesine izin vermemeye çalıştım.Dinlere eleştirel yaklaştığım gibi,bilim felsefesi adına öne sürülen dogmalara da prim vermedim.Hakikatin materyalizm-idealizm ikiliğinin ötesinde olduğunu özümsemeye çalıştım.Çok boyutlu irdeleme çabam sonucunda,binlerce yıldır müthiş derecede şartlandırıldığımızı farkettim.Öylesine şartlandırılıyorduk ki bazı sorular aklımızın ucundan bile geçmiyordu.Bazen kendi kendime bilimkurgusal sorular sorarım.Örneğin:
-Ölüm evrensel bir yasa mıdır gerçekten? Yoksa çok önceleri ölümsüz bedenlere sahiptik de, şimdilik bilemediğimiz nedenlerden ötürü ölüm süreci tarihsel bir zorunluluk haline mi geldi?
-Canlılar binlerce yıldır birbirlerini katletmek zorunda kalıyorlar yaşamak için.İlahi adalet bunun neresinde?Yeme-içme zorunluluğu her zaman sözkonusu muydu,yoksa sonradan mı başladı?
Buna benzer aykırı sorular yolumu aydınlattı deli kızım.Dünya mitolojisinin mirasını bilimle yoğurma çabam beni reenkarnasyon sonucuna götürdü.Enerji beden olasılığından hareketle birçok varsayım ileri sürülebilir elbette.Her türlü olasılığa kafa yormaya çalıştım şimdiye kadar.Bilmediğimiz çok şey var,ama inanıyorum ki bilim aşama aşama hepsini çözecektir.Reenkarnasyon,ruh,telepati vb. parapsikolojik şeylerin hakikat olma olasılığı, cennet-cehennem ikiliği üzerine kurulu dinleri haklı çıkarmaz elbette.
İsmail Uyaroğlu,Aşk ve Şiir adlı şiirinde şöyle der: "Elim elindeyken okuduğum şiir/ Yüzünü ışığıyla yıkayıp/Kayınca ürpertilerle/Boynunun saydam ipeğinden/Beyaz,hülyalı göğsüne/Usulca uyanır memelerin/Şiir mi aşkın çocuğu/Sevgilim,aşk mı şiirin?" Tavuk-yumurta paradoksu gibi aşk ve şiir arasındaki ebeveyn-çocuk ilişkisi kestirilemese de,aşk ve şiirin birbirini beslediği kesindir.Uyaroğlu,Aşk Şiirleri adlı şiirinde,"Niye hep kırmızıdır/ Aşk şiirleri/Ve niye kanarlar/Yazarken çünkü şairler/ Kalemlerini/ Yüreklerine banarlar" diyordu.1997 yılında kalemimi yüreğime banıp senin için yazdığım Gelgit adlı şiirimin anısıyla mektubuma devam etmek istiyorum deli kızım.Bir kafede oturuyordum.Kafeye gelmeden önce çicekçiye uğrayıp karanfil satın almıştım.Garson yanıma geldiğinde kendim için buz gibi bir bira,karanfil içinse bir sürahi su sipariş etmiştim.Sonrasında yazacağım şiire odaklanmaya çalışmıştım.Kafenin sokağından tesadüfen geçen bir arkadaşım,içeri dalıp beni dalgınlığımdan koparana kadar sürmüştü bu odaklanmam.Arkadaşımla ayaküstü sohbet ettik biraz.Tam gideceği sırada gözü masadaki karanfile takıldı.Hınzır bir gülüşle,"Hayrola kimi bekliyorsun?" diye sordu bana."Kendimi bekliyorum," yanıtını verdiğimde yüzünde oluşan şaşkınlıkla başladı şiirim aslında.O gittikten sonra bu şaşkınlığı kuluçkaya yatırdım gönlümde.Öyle bir an geldi ki sözcükler kuşlar gibi ötüşüyordu tepemde sanki.Şiirime almam için birbirleriyle yarışıyorlardı sanki.Kimine yüz veriyor,kimine ise "bugün git,yarın gel" diyordum.Metin Altıok bir şiirinde,"Anamın bıraktığı yerden sarıl bana" diyordu.Yazacağım şiir senin bana sımsıkı sarılışın olmalıydı.Onlarca şiiri sığdırmalıydım yazacağım şiire.Yanındayken bile özleyecegim deli kızımın cemali olmalıydı şiirim.Şimdiki zamanda geçmiş ve geleceği bütünleştirmeliydi.Bıraktığımız yerden devam edecek bir sevdanın hüznü olmalıydı.Gönüllerimizin zamana yenik düşmemesinin tılsımı olmalıydı.Günü geldiğinde şarap kadehlerinde gönlümüzü tokuştururken,senin "Ne kadar oldu görüşmeyeli?Birkaç asırcık falan mı?" diye sormanın kokusunu taşımalıydı bağrında şiirim.Realite balıklarsa,romantizm deniz olmalıydı şiirimde.Bu duyguların senfonisinde ’ormantik şiirim’ ortaya çıktı deli kızım!
Yıllar önce Mehmet Esatoğlu’nun yazıp yönettiği,Şarkımız Güney’e Dair adlı Yılmaz Güney’i anlatan oyunu izlemiştim.Oyunun bir sahnesinde Yılmaz ve Fatoş’u oynayan oyuncular,cezaevinde yapılan bir görüşmeyi temsilen karşı karşıya durup ellerini karşılıklı olarak kaldırıyorlar,fakat aralarında tel örgü varmış gibi paralel duruma getiriyorlardı sadece.Oyunun başka bir sahnesinde ise,Yılmaz Güney’in cezaevinden çıkışı canlandırılıyordu.Yılmaz Güney cezaevi kapısından çıkar çıkmaz,biraz ileride onu bekleyen Fatoş’u görür.Elindeki valizi yere bırakır.Gözlerini birbirlerinin gözlerinden hiç ayırmadan,özlemle birbirlerine doğru yürüyüp karşı karşıya gelirler.Ellerini karşılıklı olarak kaldırıp paralel duruma getirdikten sonra,kısa bir süre öylece beklerler.Daha sonra ellerini aniden kenetleyip kucaklaşırlar.Ben de seninle böyle kucaklaşmak isterim.Belki de yüzlerce yıl geçti karşılaşmayalı deli kızım.Yeniden karşılaştığımızda, birbirimize özlemle sarıldığımız romantik ana, uzun ayrılık dönemimizi sığdırabiliriz sanırım.Yılmaz Güney,Selimiye Mektupları’nda şöyle diyordu:
" 21 Aralık 1972
Sevgili,
Benim güzel ve iyi yürekli karım,insan karım,umutlu ve aslan karım.Bilir misin ki ilk insandan bu yana yedi milyon yıl geçti...ve biz 1972 yılındayız ve bir hafta sonra İSA 1973 yaşına girecek...çünkü İsa 1 Ocak 0000 yılında babasız bir anadan doğdu.Ve sonra çarmıha gerildi...tarih oldu.
Kimdi dünya yuvarlaktır dediği için öldürülen?
Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u aldığı zaman 21 yaşındaydı.Ben de yirmi yaşında geldim İstanbul’a ve Tünel’de bir pansiyon odasını zaptettim,günlüğü döt liraya ve "merhaba İstanbul şehri,hemen teslim ol,beni uğraştırma lütfen" dedim.Dinlemedi.
Pansiyon sahibi,yaşlı bir madamdı.Bana sordu:
’Niye geldin İstanbul’a?’
’İstanbul’u zapta geldim madam’ dedim.
Güldü.Oysa ben ne kadar ciddiydim. Atım ve kılıcım olmadığı için inanmadı kimse.
İşte sevgili,o gün bu gündür İstanbul’u zaptetmeye uğraşıyorum.Ve diyorum ki...
’İstanbul’u alacağız sevgili.’
Sen bilirsin ki sözümü tutarım...
İnat ve sevgiyle..."
Ben de diyorum ki gün gelecek dünyamızı yeniden cennet eyleyeceğiz deli kızım.Sen bilirsin ki sözümü tutarım.Dünyamızdaki cennet ikrarına sadık tüm varlıklara selam olsun!
Nazım Hikmet usta yaşamının sonuna doğru Afrika yolculuğu yapmıştı.Uçak tam İstanbul üzerinden geçerken,Nazım’ın beti benzi atar.Alabildiğine hüzünlenir.Dokunsan ağlayacak durumdadır.Bu durumu farkedenler yanına gelip hal hatır sorarlar."Keşke uçak şimdi düşse!" der Nazım usta.Ben de günü geldiğinde sana,"Keşke uçak şimdi düşse der gibi seviyorum seni," demeyi arzuluyorum.Seni Kızkulesi’nde dansa kaldırmak istiyorum.Muzaffer Kale,En Uzun Ayrılık Şiiri adlı şiirinde,"Ayrıyız işte,biliyorum bunu/Gülen iki dudak uzaklığında!" diyordu.O halde ne duruyorsun deli kızım,haydi gülümse!Mektubumu Haydar Ergülen’in bir dizesiyle sonlandırmak istiyorum sevgili: "Uzaklığından başka yakınım yok ki!"
OMAYRA MAY
YORUMLAR
RUH İKİZLERİNİ TESADÜF ETTİREN DEDELER GÖNÜLDAŞLIĞI
Ruh ikizlerinin göğüsleri birbirini arar bedenleri raks ederken dünyanın sahte görüntüsünde.
Tek kaynak bölünmüştür oluşlar evvel kadın ve erkek diye;arayışı bundandır efkarlı ruhun.
Bölündükten sonra bu al elmanın iki yarısı,bıkmadan usanmadan arayagelmiştir mehtap tenli kiraz dudaklı,mert sözlü oylumlu omuzlu ötekini.Aynaya bakanın kendi suretini gördüğü gibi görür her ikiz diğerinin gül yüzünde içini,gönlünün sultanını bulduğu anda anlar bülbül kalp.Beyan-ı aşka gerek kalmaz söz ile,canan yaktığında peri gönlü aşk ile.
Bu lale ruhlardan bazıları işte öylece,görür görmez tanır gümrah saçlı bal yanaklı,badem gözlü kaytan bıyıklı sevgiliyi.Bazısıysa nama,şana,itibara düşmüşlüklerinden,cennet aşkın kıymetli şarabını içmek yerine bu serab-ı alemde asıl manadan olurlar,ecel onları bulana kadar bin bir gama yem olurlar.Bilmez böyleleri ilahi aşktan çeşme çeşme içmeyi!Yuf o,şunun bunun demesine kanarak cananı başkasının lafına feda edenlere.Yuf o,dünya demlerinin lezzetine kapılıp paşa koltuğunu aşıkla sohbete tercih edenlere.Yuf o,gönlü gül canan yerine cilveli dilberlere kanıp çektiği gamı safa sananlara.Yuf o,yoluna bin can feda edilecek nergis yerine nefse azap çektirecek yakutu,sadece yakutluğundan gözün nuru yapanlara.Yuf o,gönül evine can yerine baş altına kuştüyü yastık koyanlara.Yuf o,iyi döl versin diye sağlıklısından gencinden eş seçen kuşlar gibi aşk yerine soy sop peşinde koşanlara,yuf !
Hakikat sevdasına bilmeden de olsa düşmüş bu gün yanaklı ikiz ruhlar tek bir defa tesadüf etmezler sayılı nefeslerinde birbirlerine;toslaşıp dururlar ama feleğin çemberinden geçerken çoğu zaman ihmal ederler duruverip de sümbül kollarını birbirlerinin beline dolamayı.Dünya derdine dalıp giderler,yok yere cefa çekerler gerçek aşkın mis kokulu sarayında mest olup sırra ermek varken.Biz biraz görmüş dedeler bunu yaparız işte;bu nazlı goncaları birbirlerine baka baka açsınlar diye tesadüf ettiririz.Öyle iş olmaz diyenlere biz de şöyle deyiverelim:Kurbağa gökyüzünü kuyunun ağzı kadar sanırmış.
-RÜYA TACİRLERİ ODASI-ÇİLER İLHAN-ARTEMİS YAYINLARI
"Ona bir kitap vereceğim/ Rahatını kaçırmak için/Bir öğrenegörsün aşkı/ Ağacı o vakit seyredin" diyordu.Eftalya''nın rahatını aşkımızla kaçırdım sevgili.Ağacıma her sarılışım sana sarılışımın sıcaklığını hissettirdi bana.
“Sana duyduğum aşkın yarattığı sevincin,çocuğun yüzüne sinmesini sağlama isteği kaplıyor içimi birden.Ayakkabılarımız boyalı,ama çocuğun ayakkabılarının boyasız olduğunu farkediyoruz hemen.Yanına gidip, "Teşekkür ederim.Ayakkabılarımız boyalı.Ama seninkiler değil.Ben şimdi ayakkabı boyacısı olayım.Varsay ki sen de müşterisin.Ayakkabılarını boyamak istiyorum.Eğer kabul edersen,üç ayakkabı boyadığını varsayıp,gereken parayı vereceğim sana!" diyorum.Şaşkın şaşkın bakıyor bana.İnanası gelmiyor.Çocuğun taburesine oturup, "Haydi gel çekinme!" diyorum”
“Seni bir kere öpsem ikinin hatırı kalıyordu/ İki kere öpeyim desem üçün boynu bükük" Bunun üzerine dudaklarımı öpücüklerinle işgal etmeyi ihmal etmiyorsun.Her öpüşmemizle,öpmeler denizinde sarhoş gemi gibi hissediyoruz kendimizi.Gün gelir de karşılaşırsak gül yerine bir maydanoz demeti hediye etmek istiyorum sana deli kızım.Ve arkasından, "Maydanoz narin,ince yapılı bir bitki.Çok sevdiğim şifalı otlardan biri.Benim için sevgi ve inceliğin sembollerinden biri.Sana olan sevgimin şifasını,bu maydanozları afiyetle yiyerek görmelisin.Maydanoz hediye ederek,sana karşı kaba olmamak için her zaman elimden geleni yapacağımı da ilan etmiş oluyorum." demek istiyorum.”
“Başka bir gün Eski Yunan''da adı aşkotu diye geçen ve şifalı otlardan biri olan bir tutam kekik hediye etmek istiyorum sana.Kekik hediye ettiğim gün tavla maçı yapmalıyız ama.Maça başlamadan önce bahse tutuşmalıyız.Kim yenilirse kekikleri yiyecek,ardından da yenen yenileni dudaklarından öpecek.Kekik kokusu öpüşmemize ayrı bir tat kazandırır sanırım.”
“Diyojen gündüzleyin elinde fenerle Atina sokaklarında dolaşıyormuş.Onun bu halini garipseyen birkaç kişi yanına gelmiş.İçlerinden biri, ''Gece olsa elinde fenerle dolaşmanı anlarız,ama gündüz vakti hiç fenerle dolaşır mı insan?'' demiş.Bunun üzerine Diyojen zifiri karanlıkmışçasına,onların yüzlerini zor seçiyormuşçasına feneri yukarı kaldırmış ve ''İNSAN ARIYORUM!'' demiş. Diyojen''in fenerle insan araması gibi,ben de gönlümdeki fener sayesinde seni arıyorum hala deli kızım.”
"Elinde tuttuğun kitap sensin ey serseri.Okuyabilmen için gönül gözünü yeniden açman gerek.Kendini aradığında onu bulacaksın ya da onu aradığında kendini bulacaksın." demişti bana.
“Sevgili,seninle ben pergel gibiyiz
İki başımız var,bir tek bedenimiz
Ne kadar dönersem döneyim çevrende
Er geç baş başa verecek değil miyiz?
-Benim halimden haber sorarsan
Bir çift sözüm var sana yürekten
Sevginle gireceğim toprağa
Sevginle çıkacağım topraktan”
“Eylemsiz umut besleyenler,yaşanması gerekenleri erteleyenler,mutlu olmak için öteki dünyadan medet umanlar aldanış içindeler tabii ki.Cennet,cehennem özel mekanlar değil dünyamızın halleridir.”
“Evrimsel gerileyişimizin sorumluluğunu yüreklerimizde hissetmenin zamanıdır artık.Evrenimizdeki en gelişkin enerjiler düşünce,duygu ve sezgilerimizdir.Doğa yasalarının mutlak olmadığını,bu yasaların da değişebileceğini hiç hesaba katmıyoruz.Evrensel sistemin işleyişini sağlayan yasalar,o sistemi oluşturan tüm varlıkların eğilimi sonucunda oluşur.Demek istediğim yasalar bizlerden bağımsız değildir.Bilinç evrimi sonucunda dünyamızın yeniden cennet olması mümkündür elbette.”
"Altta kalanın canı çıksın,ben çıkarıma bakarım" zihniyetini yansıtan bu yaşam felsefesi sürüp gittikçe bir gün gelecek,altta kalan,üstte kalan ayrımı bile gözetilmeksizin ufak büyük,güçlü güçsüz,bütün toplumlar bir arada boğulmak,yok olmak tehlikesini belki de önleyemeyeceklerdir.
Ve o zaman dar görüşlü yöneticilerin davranışlarını bağışlayıcı hayvansal bir içgüdü özrünü ileri sürmeye de olanak bulunamayacaktır.”
“Ben de diyorum ki gün gelecek dünyamızı yeniden cennet eyleyeceğiz deli kızım.Sen bilirsin ki sözümü tutarım.Dünyamızdaki cennet ikrarına sadık tüm varlıklara selam olsun!”
“Ben de günü geldiğinde sana,"Keşke uçak şimdi düşse der gibi seviyorum seni" demeyi arzuluyorum.”
Keyifle okuduğum yazınızda beni fazlasıyla etkileyen kısımları paylaşmak istedim... Emeğinize saygı duyuyorum.
Sevgiyle kalınız.