Kaç, kendine sobeleneceksin!
Sana şehirler aldım kendinden kaçıp saklan diye ve sana kendimi adadım, ne olur gitme...
Ellerinin yüzümdeki izleri geçmedi daha...
........................
Sabahın kör vakti.. Gün gözlerime doğuyor. Az ötede kaldı tanın kışkırtan melankolisi. Kuşlar göçten döndüler, kendilerine ikram edilen suları içiyorlar avlularda. Şehir ayaklarımın altına serilmiş halılar gibi, ne var ise görmek istediğim işte hepsi karşımda... Uçurtmalar var bu saatte gökyüzünde, sabah yeli en çok çocuklara yarıyor anlaşılan. Birde pencerelerin peçesini dalgalandırıyor, okşarcasına...
Bir otel odasının beşinci katındayım... Bir üstüm teras... Şimdilik sessiz, kuş cıvıltılarından başka hiçbir el değmiyor doğaya, ha birde şu çocuk çığlıklarını gökyüzüne taşıyan uçurtmalar... Birazdan günü giyinecek terasta. Kahkahalar, kadeh sesleri, dilini bilmediğim yabancılarla dolacak. Uyku gözlerime asılan perde gibi. Gözlerimi kapatsam hemen benimle buluşacak. Uyku yarı ölüm halidir derler ya, kaçımız hayattayız ki gözlerimiz açık olsa da... Derin derin nefes aldım, başımı döndürdü. Kirli havayla o kadar haşır neşiriz ki uzun zamandır, bu temiz hava alerjiye neden olabilir bünyemde. Bambaşka bir şehir burası, arabaların can sıkıcı kornaları, nefes daraltan egzozları yok. Gazetelerin dilinden zaten hiçbir şey anlamıyorum, televizyon özellikle istemedim odamda... Her şeyden uzak durmalı bir süre. İçimin günlüğünü tutmalıyım tanıdıklarımın olmadığı bu kentte. Kendim için kendimden kaçmamalıyım bir süre...
Kağıdım, kalemim olmasaydı yanımda bu suskunluk sağır edebilirdi beni. Ama Tanrı elime ne verdiyse yazıyorum artık, hayat temize geçilemeyecek kadar kısa bir müsvedde. En çok ardımdakilere seslendim ben. Ve yine en çok ardımdakilere, tek tek denemelerinin imkanı olmayacak hatalar listesi ekledim. Ben yapmışım siz yapmayın diye... Acı bilge eder mi insanı? Eğer ders alabiliyorsan evet. Ama hep aynı tekrarlarla sönüp gidiyor yazık ki insan hayatı. Saat hayli ilerlemiş. İnsan sesleri karışmaya başladı aklımın saydam bakışlarına, o halde çıkıp bir fincan kahve ile selamlamalı günün getireceklerini...
Hey... Ne kadar çabuk çoğaldınız? Dikkatimi en çok çeken şey düzenleri bu ülke insanlarının. Her şeyi birlikte yapmaktan garip bir haz duyuyorlar. Toplu halde kahvaltı yapıp, toplu halde güne kadeh kaldırıp, yine sözleşmiş gibi aynı saatlerde gömüyorlar başlarını yastığın derinliklerine. Ben yine, yabancılaştığım kendimden çok daha tanıdık olan insan yüzlerine selam verip geçiyorum köşeme. O anda aklıma köyün ıhlamur kokulu ağaçları geliyor derin derin soluyorum bir kez daha, aklın oradaysa bedenini nereye sürüklersen sürükle bir arpa boyu yol kat edemiyorsun işte...
Sıcak somun kokusu uyandırıyor beni düşlerimden. Bir yumurta, ve adını öğrenemediğim çok çeşitli keçi sütünden yapılan peynirle tamamlıyorum kahvaltımı. Yan masadaki sarı kıvırcık saçlı kız çocuğu annesine dudaklarını bükerek bir şeyler söylüyor, sonrada hoplaya zıplaya gidiyor oyun parkına. Ne kolay onun için mutlu olmak... Biz ise hep mutluluğa olabilecek bahaneleri ıskalayıp daha iyi nedenler bulamadığımız için yakınırken bozuk bir para gibi harcıyoruz gülümseme özgürlüğümüzü.
Küçükken hep bastırılmış sözlerim vardı. Sen bilmezsin, anlamazsın, eline yüzüne bulaştırırsınlarla geçirdim zamanlarımı. Oysa söyleyecek çok sözüm, mutlak belirtmem gereken çok fikrim vardı. Ağzıma tıkadığınız her kelime şimdi içimde bir yanardağ misali. O yüzden kim ne derse desin sevmem altta kalmayı, o yüzden her lafa bir cevabım vardır... Susmak nefes alamamaktır benim için, yeterince oksijensiz kaldım diye Tanrı kalemi yapıştırdı elime. Konuşamıyorsan yaz dedi, yaz ki anlat ne istiyorsan... O gün bugündür, kimi çok sevsem ya da kime çok kızsam yüzüne haykıramam, yazarım ve bir gün bu yazılanları okumasını beni anlamasını umut ederim.
Hatırlıyor musun? Bana hep sorularla gelirdin sen. Yazarak cevap verirdim ve oku derdim... Sevmezdin okumayı. Konuş derdin, yazma... İyi de ben yazmasam nasıl anlatabilirim en ufak ayrıntıları. Nasıl söyleyebilirim sen bende kimsin, nesin, nasıl özelsin? Susarak büyütüldüm, kahretsin. O yüzden bırak yazayım sende oku ki bendeki seni bilesin....
İnsanlarla birlikte çıkıyorum terastan bende. Bilmediğim şehrin bilmediğim sokaklarında akıp gidiyorum hevesle. Uzak değilsin bana. Her yüz seninki, her caddenin başında satılan milletin almaya yeltenmediği kelimelerim aslında... Bir ateş gibi çoğalıyor içimin sesinde varlığın... Ve ben cüzzamlı hastalar gibi nereye gitsem, özümde yalnızım.
Dönüşüme üç gün kaldı... Ve yolculuk sırasında yazarak bitirdiğim defterin özetini tek bir cümleye sığdırdım...Ne ise görmek istediğin, odur hayatın...
Elif SEZGİN
2007