- 1230 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
GURBETE GÜLEN HİKAYE - 1 -
Gözleri alkol ve uykusuzluktan şişmiş gibi görünen istasyon memuru ,
gece yarısından beri ortalıkta dolaşıp duran ,saçı sakalı uzamış
birine baktı pis pis.Adam da onu süzdü uykulu gözlerle.Sonra aklına
unuttuğu bir şey gelmiş gibi,koşarak yetişti memura:
-Abi, bi dakka ! Tren kaçta gelecek ?
Memur döndü baktı adama.Acı acı güldü.Böylelerini çok görmüştü şu
İstanbul denen koca kentte.Bir de sıkılmadan tren sorarlardı sanki
bir yere gidecekmiş gibi.Yada trenden inecek bir misafirini bekler
gibi.Memurun ince yapılı, kemikli yüzünde her yer kırış kırıştı.Biran
düşündüm berber nasıl kesmeden traş edebiliyor yüzünü diye.Belkide
kendi oluyordur sakal traşını ?Erkenden kalkıyor,aynanın karşısına
geçip,demiryollarında revizör,ateşçi,makinist olarak yitirdiği
geçliğinin izlerini görüyordur solgun yüzünün kırışıklarında.Bir de
istasyon lambaları.Onlarda aşinadır yoksul konaklayıcılarına .Yüzleri
hep solgundur istasyonda geceleyenlerin.Kimine göre istasyon lambaları,
kimine göre bilinmez sıla hasretidir yüzlerini solgun yapan.Bir kaç
dakika sonra, tren büyük bir homurtuyla yaklaştı perona.Memura tren
soran adam, bir anlık bir kuşkudan sonra,vapur iskelesine doğru koşan
yolculardan birinin bavulunu kaparcasına aldı elinden ve düştü peşine.
Tam merdivenlerden aşağıya inerken,iri bir el yapıştı omuzuna.
-Hop ! Nereye ?
-..........
-Bostan korkuluğu mu sandın burda bizi be adam!
Hiç bir şey diyemedi memura tren saatini soran adam.Yutkundu.Omuzuna
yapışan iri el istasyon hamallarından birine aitti.Hamal bavulu elinden
aldı adamın.Adam boğuk,ağlamaklı bir sesle yalvarmağa başladı:
-Abi,garşıya geçecem.Ne olursun bırak .Param yok ceton almak için.İş
aracam garşıda kendime.Bilecik’ten geldim.
Koca hamal bir an duraksadı.Memura tren saatini soran adamı duymuyordu
artık.Yirmibeş yıl önce İstanbul’a ilk gelişi geldi gözlerinin önüne.
Gözleri doldu.İstanbul’da değildi artık.Bir Anadolu bozkırında sanki
bir çoban arkadaşıyla yarenlik etmekteydi.
-Verin bavulumu,dedi vapura doğru koşan yolcu.Görmüyormusunuz, vapura
yetişemeyeceğim sizin yüzünüzden.
-Al kendin götür,dedi hamal.Sonra yanında duran onurunu yitirdiğini
sandığı ,yalvaran ,istasyon memuruna tren saatini soran adama döndü:
-Böyledir hemşerim bunlar.Sen kaç saat beklersin bavullu bir yolcu
gelecek diye ,onlar bir dakika bekleyemez seni.Neyse.Adın ne senin ?
-Mustafa..
-Ya..Adaşmışız senle be.
İri kemikli hamal dostane vurdu koca elini Mustafa’nın açlık ve
uykusuzluktan çökmüş omuzuna.Sonra gişeye doğru koştu.Bir jeton alıp
Mustafa’ya uzattı.Sonra istasyon memurlarında görünen o acı tebessümle
el salladı Mustafa’ya.Anadolu’nun neresinde olduğunu kestiremediği şu
Bilecik’ten gelen gariban ,onun her an kangren olmaya yüz tutmuş yarasını
deşmiş ve ona yaşam savaşında daha bir güçlü olmayı aşılamıştı.
...........
Mustafa günlerce iş için dolaştı İstanbul’da. Bulamadı.Açlıktan gözleri
dönmüş bir durumda Galata Köprüsü üstünden denizi,gemileri ,martıları
seyre daldı.Yutkundu.Gözleri karardı.Vapur yolcularının simit attığı
martıların çığlıklarını duydu.Bir de:
-Balık ekmek yetmişbeş! diye bağıran sandaldaki balıkçıyı.Adım atacak
güç kalmamıştı bacaklarında.Köprü korkuluklarının dibine yığılıverdi
yorgun vücudu.Tatlı bir rüyadaydı şimdi . Vapur yolcularının attığı
simiti kapmak için yarışan martıların çığlıklarıyla, balıkçının bağırtısı
en güzel melodisiydi onun rüyasının.Beyni zonkluyordu.Köprü üstünde
uzun süreli yatışı kimsenin dikkatini çekmedi.Ortalık kararmıştı kendine
geldiğinde.Zor adımlarla sandalda balık ekmek satan adamın yanına gitti.
Yağda kızaran balıkların kokusundan midesi bulandı.Ama kusamadı.Orda bir
çöp bidonu vardı.Dolmuştu.Dibine dökülmüştü doluluktan yarısı yenmiş ekmekler.
Mustafa’nın onlardan aldığı kimsenin dikkatini çekmedi.Bir süre öyle idare etti.
Köprü altındaki sandallarda yattı geceleri.
..........
Boğaz tokluğuna bir iş buldu sonunda.Tabak yıkayıp karşılığında karnını
doyuruyor,müşteriler dağıldıktan sonra da lokantayı süpürüyor ve sandalya
dizerek yatacak yer hazırlıyordu kendine.En azından karnı doyuyor ve kapalı
bir yerde yatabiliyordu.Bir kaç gün sonra paralı bir iş bulma umuduyla
ayrıldı ordan Mustafa.Sultanahmet’e gidip hipilerle dolaştı bir süre.Onların
yiyeceğini paylaştı.Hatta bir hippi kıza aşık bile oldu.Sonra bir gün
Sirkeci’ye indi.Galata Köprüsü üstünde köylüsüyle karşılaştı.Sarıldılar
birbirlerine:
-Vay !Kimi görüyom,dedi Ali.
-Alim benim!İstanbul pek de büyük bir yer değilmiş.Bak nasıl da buluştuk.
Uzun uzun anlattı Mustafa başından geçenleri.
-Merak etme,dedi Ali.Şimdi ben varım ya.
Birlikte dolaştılar günlerce iyi bir iş bulabilmek için.Mustafa meteliksizdi.
Zoruna gidiyordu devamlı Ali’den otlamak.
-Ali ,dedi.Böyle boşu boşuna dolaşmaktansa bir iş bulalım.Boğaz tokluğuna da
olsa iş iştir arkadaş.
-Olur..
Kapı kapı dolaştılar yine.Ama boşunaydı çabaları.Şansları yaver gitmiyordu
bir türlü.Her sordukları yerden boş dönmeleri umutlarını kırmıştı.Ali
kolundan çekti Mustafa’yı:
-Hadi,dedi.Alageyik sokağına.Bende para var biraz daha.
Gülüşe konuşa bayır yukarı çıktılar sağ taraftaki sokak adlarını okuyarak.
-İşte,dedi Ali.
Sağa sapıp aşağı doğru yürüdüler.
........
-Ben cebimdeki parayı kendi başıma yiyecem öyle arkadaşlık olur mu be !
Bitinceye kadar yeriz.Sonrası allah kerim.Gel balık ekmek alam,dedi Ali.
Ayakta doyurdular karınlarını.
-Yav arkadaş bu İstanbul’da iş yok.İyi gezdik bi kaç gün.O yanımıza kar kaldı.
Bende de beş lira kaldı zaten ,dedi Ali.
İki arkadaş Haydarpaşa’ya geldiklerinde kararsızdı.Trene kaçak binseler
yakalanırlardı kondoktöre.Otobüse hiç binemezlerdi.En iyisi bir kamyon falan
bulmaktı.
İki saat yürüdüler.Yağmur hafiften çisiyordu.Kamyonlar geçip gidiyordu
yanlarından.Birbirlerine geçen kamyona el kaldırsın diye bakıyorlar ,ama hiç
biri yapamıyordu.Arkalarına bile bakamıyorlardı.Bir ara bir korna sesiyle
döndüler arkalarına.
-Ondört plakalı ,dedi Mustafa.
-El kaldır.Durdur şunu.
-Sen kaldırsana elini!
Çekişmeleri uzun sürmedi iki arkadaşın.Kamyon acı frenle durdu yanlarında.
Şoför "atla" işareti yaptı eliyle.Bindiler kamyonunun şoför mahalline.
-Nereye evliyalar,dedi kamyon şoförü.
-Bilecik’e abi, dedi Mustafa.
-Ben Dörtyol’a kadar götürürüm sizi dedi kamyon şoförü.
.....
Ali ile Mustafa yıllar yılı Sarı Bayram’a çalışmışlardı köyde.Bayram bir
süre sonra kamyon alarak nakliyeciliğe başlamıştı.İki arkadaş Dörtyol’da
kamyondan indikten sonra, yaya olarak Bilecik’e doğru yürüyorlardı.Bir ara
korna sesiyle arkaya baktılar.Sarı Bayram’ın kırmızı renkli BMC sini hemen
tanıdılar.Bayram önce onları sanki çiğneyecekmiş gibi üzerlerine sürdü
kamyonu.Sonra yavaşladı yanlarından geçerken.İki arkadaş sevinçle, binmek
için koşarlarken de bastı gaza.Gözden kayboldu.İki arkadaş bakakaldılar
kamyonun ardından.
.........
Köy kahvehanesinin önü gülen güleneydi.Bayram etrafındakilere Mustafa ile
Ali’ye yaptığı eşekliği anlatıyor,dinleyenler se katıla katıla gülüyordu.
Hasılı Ali ile Mustafa’nın yaya İstanbul dönüşü unutulmadı bir türlü.
........
Akşam olunca Sakarya nehri kenarındaki bahçelerde kirazla doldurdular
bomboş midelerini.Gece olunca, yol kenarındaki bir çay bahçesindeki masaların
üzerinde uyudular.Gün ışıyınca tekrar yola koyuldular.Mustafa ile Ali hiç
konuşmuyorlardı yol boyunca.İkisinin de kafaları karmakarışıktı.Yol boyundaki
bir abaza köyüne geldiklerinde, düğün olduğunu gördüler.İki arkadaş düğünü
seyre dalmıştı.Aceleleri yoktu nasıl olsa.Hem belki karınlarını bile burda
doyurabilirlerdi.O sırada köylülerden biri geldi yanlarına :
-Çocuklar,dedi.Biraz sonra gençler düğüne gelirse ,kavga çıkarırlar kızlara
bakıyorsunuz diye.En iyisi siz gidin buradan.
-Tabii,tabii,dedi Ali.Hadi gidem Mustafa.Açlık dayak yemekten iyidir nasıl
olsa.
Usul yollu sıvıştılar ordan.Bir ara "misafir umduğunu değil de bulduğunu yer"
atasözü aklına geldi Mustafa’nın .Güldü.
-Ne oldu,dedi Ali.
-Hiç!
-Şu karşıda Mekece var galiba,dedi Ali.
-Ali,üşüttün galiba sen.Anasının iyinde ta Mekece.Dur bakalım Alifuatpaşa’ya
gelem de.
-Neyse canım.Burada da istasyon var.Bütün istasyonlar Mekece’dir benim için.
Burda yük katarına biner,Bilecik’te ineriz.Karanlıkta farketmezler bizi.
-İnşallah,dedi Mustafa.
Traversler üstünde dolaşırken istasyon memurlarından biri bağırdı:
-Canınızdan mı bezdiniz be adamlar! Biraz sonra katar geliyor, biçer geçer valla.
Benden söylemesi.
-Sağol amca.Bilmiyoduk,dedi Ali.
Sonra gülerek çekildiler traversler üstünden.Memur başını salladı sağa sola
kızmış gibi .
-İyilik yaramaz bu insanlara zaten,dedi.
Biraz sonra dizel lokomotif homurdanarak girdi istasyona.Memurlar ellerinde
lambalarla kontrole çıkarken ,iki arkadaş boş bir vagona atladılar.
-Tam siper,dedi Ali.
-........
......
-Pelitözünü geçtik mi Mustafa?
-Az kaldı.Biraz sonra ordayız.
Yağmur çiselemeye başlamıştı.Mustafa okuduğu bir kitaptaki bir sözü anımsadı.
"İnsan onurunu yitirmeden davrandığında hayat ne kadar güzel" diyordu yazar.
Yüksek sesle "onur" diye seslendi gecenin karanlığına.
-Ne diyon be,dedi Ali.
-Hiiiç.
-Yav sana ne oldu böle be..
-Konuşacak hal kalmadı be Ali.
-Pelitözü’ne geldik mi?
-Az kaldı.Niye Sordun?
-Bilecik’te memurlara yakalanırız.Pelitözü’nde inem trenden.
-Yok yav.Yağmur yağıyor zaten.Kimse kontrol etmez treni.
Bilecik’e gelmişti katar.Kendi memleketlerine gelmişliğin verdiği cesaretle
vagondan atladılar aşağıya.Tam o sırada, onları gören bir memur:
-Ne arıyorsunuz orana it herifler! diye bağırdı.
-Abi,dedi Ali.Sen iyisin,güzelsin,devletin de memurusun ama,senin karşında
enayi yok.Bize it diyemezsin.
Memur ona dik dik baktı.Başını salladı iki yana.Sonra dövecekmiş gibi üzerine
yürüdü iki arkadaşın.
-Ulan ben sizi! dedi.Öteki memur araya girdi:
-Bırak şu garipleri be! dedi.
Memur başını iki yana sallayarak ve söverek girdi istasyon binasından içeri.
Yağmur hala çisiyordu istasyonda.Kara demir yığını makine, iki gariban yolcusunu
istasyon lambalarının solgun ışıklarına terkedip uzaklaştı.
.................
Yazan:Osman Eker
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.