diyaloglar- 1- bugün neden bu kadar sessizsin?..
- Bugün neden bu kadar sessizsin
- Saçma, soru sormuyorsun ki.
Ona bir sen diyordu bir siz.
- Sormadan anlatamaz mısın?
- Hayır.
- Neden?
- Saçma.
- Nedir saçma olan, sırdaşına seni teşvik etmeden bir şeyler anlatmak, onunla bir şeyler paylaşmak mı?
- Sen benim sırdaşım değilsin ki. Çıkışmıştı. Hem, biran diyeceklerinde tereddüt etti. Onlara insanlar parayla bir şeyler anlatmazlar.
Bu konu Ufuk’u deli diyordu. Ne yapsaydı, yani para almadan sağaltım mı? Sakinliğini korumaya çalışarak;
- Ama eğer beni böyle kabul etmeseydin burada olmazdın. Öyle değil mi?
‘Bu doktor çok zeki. Bir yılan gibi kıvrak ilerliyor, ama direk giden bir ok gibi tam hedefinden vuruyor. Hem de habersiz dâhil olduğu bir oyunda bile.’ diye geçirdi aklından.
- Canım sıkılıyor.
- Bir sebebi olmalı ama. Üstelik bunun öyle illa ki yaşanmış, gözle görülür elle tutulur bir sebebi de olması gerekmiyor. Ama bir sebebi vardır. Bazen sadece insanın içi sıkılır öyle değil mi? bu da bir sebep olabilir. Bir sürü işi olduğu halde ne yapacağını bilememe hali de.. Bunu hiç hissetmez misin sen?
- Doktor, insandaki can sıkıntısının amacı nedir sence? Neden bir parazitçesine derin ve sessiz ilerler, hem de kök salmış bir sıkıntıyı neden daha derinlere indirmeye ve beslemeye devam eder? Bir damar ağı gibi sarar insanı.
- Belki de o insan hala tam amacını tayin edememiştir.
- …… Bu ne demek diye geçiriyordu içinden.
- Gerçekten konuşmaya niyetli değilsin bugün galiba. Peki, o zaman bana şimdiyi, şu anı anlat dedi. Bu klasikleşmiş bir cümleydi. Bunu kendi yorumuyla biraz olsun değiştirmek istedi. Sıkıntı haricinde neyi veriyor sana?
- Baştan aşağı saçmalıklar düzeneğini, dediğinde aslında lafın sonunu nereye bağlayacağını kendiside bilmiyordu. Bu mantık ona nereden yüklenmişti bilmiyordu, ama replikleri ezberlemektense doğaçlama ‘uydurmayı’ tercih ediyordu. Aslında bugün buraya gelirken yolda biraz düşünmüştü bugün dalgın bir kızı mı yoksa aksini mi oynamayı. Karar verememişti bir türlü ama içeri girdiğinde ondan çekinmişti. Bu ise daha da suskunlaşmasına neden olmuştu.
Ufuk fazlasıyla belki de ‘gerçekten’ hasta olan bu genç kızdan daha fazla sıkılıyordu şu anda. İçinden ona;
- Peki, ben ne yapayım? Demek, ona bağırmak geldi. Bazen ondan sıkıldığını hissediyordu. Ancak bunu meslek etiğine de sığdıramıyordu. Bu etik anlayışı sayesinde daha ilk yıllarında olmasına rağmen evliliğine de sosyal ve mesleki kimliği sayesinde tahammül etmeye çalışmıştı. Bir doktor mesleğini yapmasa da doktordur ne de olsa. Her yerde, her zaman bir şeylere tutunmak gerekirdi.
Irmak gibi ne su da bağsız, kayasız bir yosun ne de yine kendisi de hava kütlesi olan rüzgarın tayiniyle engelsiz ancak kendi tayin edemediği bir özgürlükle oradan oraya savrulan, her kalıba giren bir hava kütlesi de değildi. Böyle olamazdı. Çünkü Irmak onun kardeşten öte ikizi de olsa o Irmak’tı ve ölüydü. Kendisi ise yine Irmak’ın yaptığı gibi terk etmişti, ama yaşıyordu şimdilik. Ve insan gidince daha çok istiyor bir bağının olmasını bir yerlere. Şimdilik bu kıza da bu etik anlayış ve daha nice sebepler dolayısıyla katlanıyordu. Yo, hayır belki de ondan hoşlanıyordu. Tüm olumsuzluklarına rağmen. Doktorların hastalarına âşık olduklarını çok duymuştu şimdiye dek. Eski eşi dolayısıyla mezun olduktan sonra mesleğini yapmasa da özellikle psikoloji çevresinde bir eş olarak ta olsa bulunurdu. Evet, duymuştu aslı hikayeleri ancak bu durum Ufuk’a tek şeyi hatırlatıyordu ‘çiviyi çiviyle sökmek’ ayrıca hastasından sıkılmaktansa kendi anlayışına göre ona âşık olmayı ‘meslek etikleri’ her ne derse desinler tercih edebilirdi.
Yağmur, Muğla’da yaşamış ve istemese de lise son sınıfta İstanbul’a taşınmıştı. Uludağ üniversitesini kazandığında ise o şehri seve seve bırakmış Bursa’ya gelmişti. Artık yalnızlık ona da zor gelmiyordu. Şimdi burada yaşıyor ve okuldan sonra temelli yerleşmeyi planlıyor, hatta şimdiden gittikçe daha da yerine yapışıyordu.
Bütün bunlar ve atılan kendi yolunu çizme adımları ise Muğla’ da sadece birkaç ay süren kısa bir arkadaşlıktan aklında arta kalan Aylin adındaki bir kıza aitti özgürlük ve erdemin bir arada barınabileceği düşüncesi. Belki de gönüllü sürgün, gönül hapsi. Onunla sadece birkaç ay daha görüşebilmişti. Sonrası ise meçhul..
Bunları Ufuk’a anlatırken aslında o bunları artık çoktan biliyor sayılırdı, kısmen de olsa. İşte şimdi onu Irmak’a benzetmesinin nedenini bulmuştu. Irmak, Yağmur’un bahsettiği Aylin’di.
Son gününde Irmak hasta odasında yatarken ruhuyla Muğla’da yaşadığı zamanlardan onunla tanışıyordu. Bu belki fizik kurallarına göre aykırı bir durumdu. Ama Ufuk oradaki Aylin’i kardeşi Aylin ( Irmak) olarak bilmek istiyor ve onun oralarda bir yerde yaşadığına inanmak istiyordu yine kendisi gibi hasta bir kızın anlattıklarından da olsa. Bir doktora yakıştırılamayacak şekilde hayallere, belki de masallara inanıyordu. Belki de o artık sadece kayan bir yıldızın üzerinde dünyayı dışardan izliyordu. Ya da farkında olmadan benim dedikleri ortak yıldızları olan sabahyıldızındaydı o. Ama hep vardı Ufuk’un hayatında…