VEDAMIZIN YILDÖNÜMÜNE MEKTUP...
Bir adın vardı, zihnimde kazınan birde hayalin... O zülüf-zülüf dökülen upuzun başak saçlarınla; yemyeşil yosun gözlerinle; safça, çocukça, hep tebessüme dönük masumiyet simgesi gülüşünle ; yüreğimi eritircesine derin, sıcak , sevecen bakışlarınla; mahsun , yorucu, yıkılırmışçasına uzaklaşıp beni ağır enkazlar altında bırakan gidişinle derin-derin izler bırakan hayalin...
Kaç yıl oldu seni görmeyeli. Kaç çarpı üç yüz altmış beş artı bir o kadar gece ve binlerce saat. Askerin şafak günlerini beklemesinden, annenin doğumu beklemesinden daha uzun bir koca kaç yıl. En acısı da ne biliyor musun; askerin sayılı günleri bitecek, özlemleri sona erecek, anne kucağına alıp yavrusunu doya- doya seyredecek, fakat benim seni görme şafağım belki de hiç olmayacak !
Sen benim her gün hoyratça harcadığım ama hiç bitmeyecek olan hazinemdin , yine öyle kalacaksın elbet! sen benim ruhumun , bedenimin en gizli ve en temiz kalmış yanı olarak , sonsuza dek.
Ben , sen bana hiçbir şey vermeden sevdim seni; yada ben senden hiçbir şey istemeden sevdim seni... Birbirimizi severken koca-koca bebeklerdik önceleri; ayrılırken mantıklı, oturaklı, aklı başında, gerçekçi , özgür, koca – koca insanlar...
‘’Dokunma küserim’’ adlı bir çiçek var, biliyor musun? Dokunduğun zaman tüm yapraklarını içine doğru çeken, dallarına doğru indiriveren bir çiçek. İlk gördüğümde inanmamıştım ! o çiçeğin anatomisi ne kadar da benziyordu aramızda var olan ama hiç dillenmeyen sevgimize. Kim bilir içimizden kaç bin kez fısıldamıştık yüreklerimize ‘’ Onu seviyorum, Onu çok seviyorum Allah’ım!’ diye. Fakat dilimiz yüreklerimizin tercümanı olsa, bire bir çeviriler yapsaydı dokunma küserim çiçekleri gibi mi olurdu sevgimiz...
Biz korkularımızda haklı mıydık , çekindiğimiz sorunları yaşar mıydık, büyümüz bozulur, eskir miydi, yıpranır mıydık.... Çok düşünmüş hepsine evet demiştik değil mi! Kaçmıştık ... Ben pişman değilim yosun gözlüm, bugünde olsa her birine yine evet diyeceğim,Evet!
Beni tek kahreden senin mutsuzluğun, kahretsin biliyorum sen bunu hak edecek hiçbir şey yapmadın hayatta! Hani biz hep mutlu olmayı hak edecektik! Ama lütfen asla vazgeçme ! Yalvarırım hemen pes etme! Çünkü sen bir incisin, paha biçilmez bir hazinesin. Seni keşfedemeyenler kaybedenlerdir. Biliyoruz ki ; bu üzerinde yaşadığımız kokuşmuş dünyada, hayatımız boyunca, asla ve hiçbir zaman seni benim sevdiğim gibi, beni senin sevdiğin gibi hiçbir kimse sevemeyecek !Bu yeryüzünde sevgimizin büyüsü bozulmasın diye onu mumyalayıp sonsuzluğa gömen kaç insan vardır, bizim gibi. Hatta şu ucundan anlatabildiğim hikayenin ruhunu kavrayabilecek kaç insan ! sevginin büyüklüğü ne kadardır? Bence kaçabildiğin kadar yada yakalayamadığın kadardır ! sevgi kelebeğim!
Her insanın yüreğinde bir sevgi var emin ol, ama her insanın... sevgi olmasa insanda olmaz zaten. Sevgi bahardır, ağaçtır ,çiçektir, çocuktur,kedidir, balıktır, sevgi sayılamayacak kadardır, sevgi her şeydir ! Senin yüceliğin içindeki sevgiden, hiçbir şeye kıyamayışından... Lütfen bana bir daha yorulduğunu söyleme, bana tükendiğini, yenik düştüğünü, içinde ki - bana değil biliyorum- bir yığın hasletin erimeye yüz tuttuğunu ve çabalayacak , mücadele edecek hiçbir gücünün kalmadığını söyleme! Hani sevginin bir kırıntısı bile insana tüm yaşadıklarını toz pembe gösterirdi, hani umut asla tükenmeyen bir kavramdı!
Birbirimize karşı duyduğumuz o yüce hisler bizi sonsuza kadar yaşatmayacak mı? Tüm sıkıntılarımızın üzerine kocaman setler örtmeyecek mi? Her başımız sıkıştığında , bunaldığımızda, yorgunluk hissettiğimizde, içinden çıkılamaz bir hallerdeyken ve dahi mutsuzken ve dahi mutluyken kapının ardında olmayacak mıydım ben, sen; geceleri bir ışık olup süzülmeyecek miydim pencereden ben , sen; yanına sokulup ruhuyla, saçlarını okşayan seni dinleyen, seni anlayan, sana gülümseyen, seninle paylaşan ben, sen. Ve bu varlık bizim , bu sevgi bizim, bu yürek bizim, bu mumyalanmış sevgi hazinesi bizim... Hayalin , fısıltıların hiç ama hiç darda koymadı beni, sıkmadı , yormadı yıpratmadı... bilakis beni daima ayakta , beni dimdik , beni gururlu, beni hep yaşam dolu , beni hep heyecan dolu koşturdu , binlerce keşmekeş arasında... Ooh! Mon Diex mersi!
İçinde donuklaşmaya yüz tutan hisleri eritip yok eden ve yüreğinle bağlantın kesildiğinde sana binlerce asma köprüler kuran sevgileri bahşeden Yüce Allah varken, pes etmek yakışır mı bize... Haydi gel bana, gönder hayalini, bir buseni, senden aldıklarıyla dönsün sana , gül biraz, inci tanem, yosun gözlüm, meleğim, baktığın her yerdeyim, nefesindeyim, gözlerindeyim.... Tüm hayatı doldurur; hayalin , fısıltın... Tut ellerimi , bırakma kendini, düşün kapında nöbet bekleyeni... Ben sana üç kelime yazsam, dünyalar senin ; sen bana üç kelime fısıldasan dünyalar benim olmaz mı !
Ah, nasıl da özledim seninle ilgili ne varsa! O martı süzülüşü bakışlarını yeşil gözlerinle ; yolunu her daim bulan suyun akışı gibi yüreğime dolan ve ruhum, bedenim, varlığımla beni oraya odaklayan gamzeli gülüşlerinle; en ufak bir esintisi tüm akciğerlerimi bir ömür yetecek sandığım oksijenle dolduran nefesini inceden inceye fısıldamalarınla; o kadar yaşanmışlık, o kadar birliktelik yokken aramızda aynı çağda, aynı zamanda aynı alemde yaşayışını eşsiz, nadide varlığınla, aaahhh! Nasıl da....
Oysa bir kere olsun tutamadım ellerini, alıp avuçlarıma götüremedim dudaklarıma.... Ya birde dokunsaydım ellerine, senden sonra azaplar içinde kalmaz mıydım kullanırken ellerimi... Yanaklarından öptüm belki birkaç defa, gayri ihtiyari vedalaşmalarda, alışkanlık namıyla,ama dudaklarına henüz dokunmadım, hissetmedim titrekliğini , ya birde öpseydim, tüm yeryüzündeki faylar harekete geçmiş gibi mi olurdu kendi iç dünyamızda... Bir gün başın göğsümde olduğu halde uzanmadım çimlere,ellerimde avuç – avuç altın sarısı saçların , biliyordun elbet ama dinleyemedin yerinden fırlayacakmışçasına atan yüreğimin çarpıntılarını... Ne kadar ortak yanımız vardı ve bir o kadar yaşayamamışlığımız ; deniz gibi, kuş cıvıltıları gibi, yıldızları seyretmek gibi, çiçekleri, çocukları, kuşları, kedileri, çayı, çorbayı, paylaşmayı, sevmediğimiz ne vardı ki bizim, insanca ve yaşamca ilgili olan her şey gibi...
Seninle daha çok şey yaşasaydık daha mı zor olurdu ayrılık... Seninde ,birçok şeyi yaşamadığımıza pişmanlık duyduğun zamanlar oluyor değil mi bir tanem. Kader bizi iki ayrı yoldan gelip de sanki bir motelde dinlenirken tesadüfen karşılaştırdı ve mola bitiminde yine ayrı- ayrı yollardan gönderdi diye düşünmek gerek! Sabrı sevmek gerek ! acıyı sevmek gerek! Hasreti sevmek gerek! Pişmanlığı sevmek gerek! İnadına dünyanın ! inadına...
Ve kocaman bir kaç yılın ardından birbirimizle konuşmamaya, görüşmemeye verdiğimiz söz hala yerinde ve sağlam bir şekilde duruyor işte görüyor musun ? bu gün seninle son görüşme günümüzün yıldönümüydü... Sen benim yüreğimin emaneti olarak sevgisini sonsuza dek yaşatacağımsın. Birinin seni, birinin beni sevmeye devam etmesi gerek, sonsuza dek...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.