- 1288 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
BİR ŞEHİR HİKAYESİ
uzun zamandan beri çalışmıyordum. işe ihtiyacım vardı. iş bulabilmem için, yada koca bir ay çalışıp, dört yüz milyon karşılığında anamı ağlatacak birini bulmak için, torpil gerekiyordu. iş aramanın gereksiz olduğunu düşündüğümden bir yerlerden iltimas bekliyordum.sabah evden çıktığım zaman, memleketin işsizleri çoğunluk nereye giderse bende oraya gidiyordum.ayıp değildi işsizlik, çalışmamak ayıptı. evet. karın tokluğuna köpekler gibi çalışmak ayıp değildi. gidecek bir yerin yoksa sabahları bir gazete alıp parkları dolaşmak gibisi yoktur. park görevlileri dostane çimleri sularlar ve bir bankta kıçın uyuşana kadar oturup gazeteni okursun. o zaman anlarsın memleketin içinde bulunduğu bunalımı yada halkın büyük bir çoğunluğunun sefaletini. saate baktım. saat on otuzu gösteriyordu. telefon bekliyordum eski bir dosttan. sözde bir gazete de çalışmak üzere işe alınacaktım. bankta otururken önümdeki bisiklet yolunda iki kadın, bir bebek arabasını iterek yanaştılar. çocuk arabanın içinde huysuzlanıyordu. yaşlı olan kadın beni göstererek’’ bak’’ diyordu ’’şimdi amca seni döver, döv amcası bunu
gel amcası kız buna ’’. çocuğun annesi olduğunu sandığım genç kadınsa gözlerimin içine bakarak gülümsedi bana. ’’çocuk araba da durmuyor mu? diye bir şeyler saçmaladım. ikisi de kafasını kaldırıp bana baktı. sonra tekrar arabaya eğildiler. sanki söylenmemesi gereken bir şeyler söylemiştim. cebimden tesbihimi çıkarıp çocuğun burnunun ucunda sallamaya başladım. gözlerini bir noktaya dikti çocuk. agu gugu icik bicik diye maymunluk yapıyordum. ellerini açıp küçük parmaklarıyla tesbihi aldı sonra. işte olmuştu. susmuştu çocuk. tesbih onda kalabilir dedim. olmaz dediler. önemli değil diye yalan söyledim. önemliydi. gümüş tesbih. dedemin babasından kalan tek hatıra. beraber yürüdük bir süre şimdi unutur dediler. çocuk tesbihi bırakmıyordu ama. onlardan ayrılıp doğu yönünde çarşıya uzanan parkın üstünden geçen köprüye doğru yürüdüm. ortada bir yerlerde durup memleketin tüm bokunun döküldüğü ırmaga baktım. şehrin tam ortasından geçiyor olması inanılmazdı gerçekten. eski insanlar bu ırmakta yüzermiş, insanın yüzünü ekşiten cinsden bir iğrençlik. o gün iş bulamadım. internet kafede ugandalı biriyle çet leştikten sonra eve döndüm. evde karım;
iş bulabildin mi diye sordu? hemen hemen buldum sayılır dedim. bugün birkaç yere başvurdum. bana ulaşacaklarını söylediler. altı aydır sana ulaşacaklar...
kös dinledim. gereksiz bir neşe vardı içimde. şarkılar fısıladanıyordum. gerizekalı dedi karım. dişlerini sıkıyordu. o diş gösterdimi işimin biteceğini biliyordum. yemek masasında, elime aldığım çatal bıçağı baget gibi kullanıp bardakların, tabakların üzerinde bateri çalıyordum. hey baksana senin şu dizi bu gün değilmiydi dedim karıma.
’’dizini kaçırıyorsun. ağzımı kapamamla masanın başından kalkıp fişek gibi hayır hayır kurşun gibi salondaki televizyona doğru koşması bir oldu. kurtulmuştum. masayı dert etme ben toplarım diye salona doğru seslendim. ilgilenmiyordu. masayı topladım. bulaşıkları bulaşık makinesine tıkarken karımın en sevdiği kupasını kırdım. her şeyi bu bardakla içerdi. bir sigara yakıp balkona çıktım, gecenin sessizliğinde mehtaba doğru dumanlanıyordum. birden bir alt katta oturan komşumuz Mehveş hanım permalı kafasını uzattı. çok rica ederim Metin bey bukadar olmazki dedi. balkonuma ne zaman çamaşır sersem eşiniz ya yukardan halı silkiyor yada balkonu yıkıyor.bugün bütün çarşaflarımı tekrar yıkamak zorunda kaldım dedi. bizi yukardan çamaşırlarına çöp atmakla itham ediyordu.
__ yanılmayasınız dedim belki başkası yapıyordur.
__ siz adamı çat diye ortadan iki ye çatlatırsınız dedi. lütfen yukarıya bakarmısınız sizden başka oturan var mı yukarda? kafamı kaldırıp yukarı baktım. çatıyı gördüm. çatı duruyordu yukarda. kiremitlerin bazıları yamulmuştu. demek bizim üstümüzde kimse oturmuyordu. sekizinci kattaydık tanrıya diğerlerinden daha yakındık hiç olmazsa. haklıydı kadın.
’’haklısınız resmen terbiyesizlik dedim. kafamı kaldırdığımda karım karşımda duruyordu. önce aşağıya baktı sonra tekrar bana baktı. tuhaf sanki suçlu benmişim gibi.
’’ne diyor bu salak dedi. bizi çamaşırlarına çöp atmakla suçluyor dedim.
__ bana baksana aşağılık kadın daha bu sabah ben sana haddini bildirmedim mi? diye haykırdı karım. ok yaydan çıkmıştı bir kere. her pencereden bir kafa uzanmış, bütün apartman balkonlara dökülmüştü. eyvah millete carıs olduk dedim içimden. kepaze olduk.boş ver, bırak dedim karıma hadi içeri girelim rezil olduk elaleme. avazı çıktığı kadar bağırmaya devam ediyordu.’’ yalancı bu kadın ! yalancı! ne zaman balkonu yıkasam bilerek aşağıya çamaşır serer. sataşacak adam arıyor kancık. haklısın dedim karıma sen ona uyma hadi girelim içeri, deli o. aşağıdan deli sensin diye bir ses geldi.
__sensin deli,siz siniz deli!! anlaşılan mehveş hanım sesimi duymuştu. kocasının geçen sene bayram arifesinde pompalı tüfekle başına sıkmasında bir iş vardı zaten dedim içimden. intihar. bu kadına katlanamamıştı demek adam. içeri girdik.
ertesi gün öğleye doğru şehir parkının yürüyüş parkuruna yakın bir bölümünde masalardan birine oturmuş, on dördüncü kez dostoyevskinin suç ve cezasını okuyordum.pülseri aleksandrovnanın kızı romanovayı
piyer lujin petroviçe yamamaktan vazgeçtiği pasajlardan birindeydim ki beklediğim telefon geldi. cebimi kimin aradığına bakmadan açtım. telefondaki ses ’’işin hazır’’ diyordu. yarım saat sonra tirajı yüksek bir yerel gazetenin ofisinin önündeydim. içerde esmer bir kadın gözlüklerini indirip beni süzdükten sonra biraz bekleyin dedi. biraz bekledim. iki saat kadar sonra personel müdürü geldi. ’’ha o sensin demek dedi. bunu söylerken halinde, insanı şüpheye düşüren bir tavır vardı. acaba omuydum diye şüpheye düştüm ? evet benim dedim. bana işimi anlatmaya başladı adam. bu defa kolay olmuştu iş bulmam.
arka odalardan birinde bir masa verdiler bana. işim telefonlara bakıp reklam almak ve gereken kişileri bağlamak yada bağlamamaktı. peki ya hangi telefonları bağlayacağımı nasıl bileceğim dedim adama.
bu da senin işin dedi. sesinden tanırsın. acaba bazıları gazeteyi arayıp hakaretler mi yağdırıyordu. diye düşündüm.
’’oyalarsın işte...
masama oturur oturmaz evi aradım. uzun süre çaldırdıktan sonra tam kapıyordum ki karım alo dedi.
’’ neden geç açtın uyuyormuydun yoksa uyandırmadımya?
__yok balkondaydım çamaşır seriyordum dedi.
__ hiç şaşırmadım
__ ee ne oldu niye aradın ?
__ iş buldum hemde tüm güneye yayın yapan bir gazetede.
__ gerçekten mi ?! hadi hayırlısı.
şaşırmıştı. sesinin renginden anlamıştım bunu. hoşçakal deyip kapattım. önümde üç tane telefon vardı.
kapatmamla beraber üçü de aynı anda çalmaya başladı. işimiz vardı anlaşılan. birini kulağıma götürüp diğer ikisinin fişini çektim. telefonda bir kadın sesi bana acil servisin numarasını sordu. 112 dedim. bunun için gazeteyi mi arıyorlardı? ne ilginç insanlar var şu dünyada. masamın üzerinde duran zımbayı elime almış, elime geçirdiğim her şeyi zımbalıyordum ki önümdeki iki yana açılan yaylı kapıdan ince yapılı saçları sarı boyalı bir kadın girip masamın üzerine ince bir dosya bıraktı. bunu dedi bir kat yukarıya ,Ali Beye, yazı işlerine götür. işimin sadece telefonlara bakmak olduğunu sanıyordum. hem neden kendi götürmüyordu ki. uzun bir koridordan geçip bir kat yukarı tırmandım. küçük küçük masalarda çalışıyordu insanlar. hepsinin önünde bilgisayar, arada koşuşturanlarda vardı. oturanlar monitöre yapışacaklardı neredeyse. acaba hangisiydi Ali Bey. köşede camdan bir bölme ayrılmıştı, kapının üzerinde Ali Bey yazıyordu. hımmm dedim. demek adamın soy adıydı Bey. yoksa bin tane ali vardır burda. demek herkese soy adıyla hitap ediyorlar. içeri girip dosyayı uzattım. adam yüzüme bakmadı bile.aşağıya inip Almanyada ki teyzemin numarasını çevirdim. öyle ya herkesin almanya da teyzesi vardır. bir türlü açmadılar. ücretli arasam açıp yarım saat konuşurlardı. telefonlar sürekli çalmaya devam ediyordu. aynı hikaye. kadının birinin köpeğini araba ezmişti. iyide burayı neden arıyorsunuz dedim. baytara götürün köpeğinizi. zaman geçmiyordu bir türlü .ne zor şeydi çalışmak. omuzlarım ağırlaşıyor dirseklerim masadan aşağıya düşüyordu. başımı kollarım arasına alıp masaya kapandım. ne kadar uyudum bilmiyorum. telefon sesiyle uyandım. kaldırdım telefonu. yanlış seçim. hala çalıyordu. iyi de hangisi çalıyor bunların. üçünü de kaldırınca cebimin çaldığını anladım. bana iş bulan üniversiteden eski dostum Ceminay dı arayan.
__ nerdesin?
__işteyim
__başladın mı?
__evet
__Cafer Beyin yanına uğradın değil mi? selamımı söyleseydin.
__bilmem. Cafer Beyin yanına uğramadım ama Ali Beyin yanına uğradım. benle ilgilenmedi
__Ulan neredesin sen?
__ekspress gazetesinde
__lan seni salak!! lan ben sana ekspres mi dedim. güney press dedim. matbaada çalışmak için cafer ustanın yanına uğrayacaktın. çabuk çık ordan. telefonu kapattım. başımdan aşağı kaynar sular dökülmüş gibiydi.vay anasını ama farketmemişlerdi beni. demek o, ben değildim. kimseyi uyandırmasam şuracıkta otursam ne zararım olurdu ki. sonradan bunun pek de parlak bir fikir olmadığını anladım. hem diğeri, benim yerimde olması gereken adam ölmüş müydü acaba. önünde sonunda ortaya çıkacaktı. kimseye çaktırmadan sıvışmak için ayağa kalktım. masadaki telefonlar susmak bilmiyordu. son bir kez cevaplamanın bir sakıncası olmaz diye kaldırdım.personel müdürünün sesiydi.
__ adın neydi senin? dedi.
__ııaa bakın bir yanlışlık olmuş diye kekeledim. otuz saniye sonra odaya daldılar. personel müdürü ve o esmer kadın. kadın kahkahalar atıyordu. sürekli adamın bana neden ismimi sormadığına dair bir şeyler söyleniyordu.
__ ne bileyim ben dedi onca işimin arasında...
__ ben artık gideyim dedim. kimseden çıt çıkmıyordu. kadınsa sürekli sırıtıyordu. kapının önünden kenara çekildiler. dışarı çıkmamla arkamdan kahkayı basmaları bir oldu. zor tutmuşlardı kendilerini anlaşılan.
yürüdüm umutsuzluğun içine doğru. hava kararmaya başlamıştı içimde korkunç bir hüzün çöreklenmişti nedense. ağlıyormuydum yoksa. hayır olamazdı. bu utanç verici. parkın içinden geçip minübüse binmek için caddeye çıkacaktım. tam o sırada inanılmaz bir şey oldu. evet oradaydı. yarısına kadar içilip atılmış bir su şişesinin yanında duruyordu. gözlerime inanamadım. eğilip ellerime aldım onu. dede yadigari tesbihim. aman allahım ne tesadüf diye geçirdim içimden. hala umut vardı dünyada. geceye ışıklarını yakan parkın içinden, evime doğru yürüdüm....
erkan kara
YORUMLAR
Tebrikler ERKAN Bir şehir hikayesi ancak böyle yazılır!