iDaM ?
kalp şeklindeki küllük ağzına kadar eciş bücüş sigara leşleriyle doluydu... adam küllüğü aldı; içindekileri çöpe döktü boş gözlerle... tatmin olmamıştı... lavaboya gitti, ağır hareketlerle yıkadı... temizlenmemişti tam olarak... ve ne kadar sertçe ovalarsa ovalasın temizlenmiyordu bazı lekeler...
.................
kilidi yavaşça çevirdi, henüz uyanmamış olabilirdi, saat daha erkendi... loş eve girdi ufak adımlarla... kafası uyku mahmuruydu, ama vücudu saatlerdir uyku uyumamışçasına bitkindi... yatak odasına doğru yürüdü...
kapı gıcırtısı yatağın üstünde oturan kadının başını çevirtebilecek etkiden uzaktı... yatağın kenarına dayanmış kolları bembeyaz geceliğini karanlıkta bırakıyordu... yüzü yere dönük, gözleri halının köşesine çivilenmişti... uyku mahmuru güneşin perdenin aralığından çağlayan spotları, nemli gözlerinden terk-i diyar eylemiş rimelin gölgelerini aydınlatamamanın çaresizliği içinde kırılıyordu kirpiklerinde... dudağının kenarında bir çatlak bulmuşçasına gamzelerine dolan ruju, çilekli ağzını elinin tersiyle silmiş bir çocuğun masumiyetiyle, pıhtıdan ziyade derinde saydam bir lekeye saklanmış kanın acısı arasında yalpalıyordu... adam yatağa doğru yaklaştı...
“sen misin Canım?” diye verdi kadın nefesini, sanki saatlerdir içinde tutuyormuşçasına sessiz bir patlama eşliğinde; yumuşacık sesine sarmalanmış uykulu umudun kuytu bir köşesine karşı konulamaz bir tedirginlik çöreklenmişti sanki.
“benim Meleğim, uyumadın mı daha, niye makyaj var hala yüzünde?” dedi Canı.
Meleği cevap süsü verilmiş bir inlemeyle büzüldü ve çekti omuzlarını yukarıya; çok uzun zamandır içinde sakladığı yakıcı bir soğuğu hissetmişti sanki: ”Seni bekledim... Gece gelirsin diye... gelmedin... sonra da...” -gırtlağına kadar gelen kelimeleri bir yutkunmayla geri yolladı- ”sonra da uyuyamadım sanırım...” . Gözleri hala halının köşesindeki desenlerin arkasına saklanıyordu.
Canı huzursuz bir sessizliğin kulaklarında çığlık çığlığa yankılarını dinledi birkaç saniye boyunca.
-Neyin var Meleğim...Yoksa...?
-İyiyim, biraz yorgunum sadece,dedi kadın... Başını kaldırdı hafifçe... Alnının köşesindeki morluğu deşifre eden şafağın, saklamaya çalıştığı saatlerin üzerindeki yorganı çektiğini fark ettiğinde artık çok geçti...
Adam ancak o zaman fark ediyordu üzerinde bir boğuşma geçmişçesine darmadağın olmuş yatağı, kadının morarmış alnını, dudağının kenarında pıhtılaşmış kanı, serseri bir yastığa hedef olmuş gece lambasının yerdeki parçalarını...
Delicesine haykırmaya başlamıştı şimdi adam... Yarı histerik, yarı kendinde değilcesine ardarda sıralıyordu kelimeleri, cümle kuracak durumda değildi...
-O GELDİ, DEĞİL Mİ? O GELDİ YİNE! BİLİYODUM, GİTMEMELİYDİM! ÖLDÜRÜCEM ONU. BİR DAHA GELSİN... HELE BİR DAHA GELSİN KESİNLİKLE ÖLDÜRÜCEM...
-sakin ol Canım lütfen. Geçti. Gitti bak... gitti...
.................
ışık vardı... ama çok yukarıda... nefes... soluyamıyordu... üşüdüğünü hissetti... hatta donduğunu... her şey bulanıktı... her şey dalgalanıyordu... ayakları yere basmıyordu... nefes... hala yoktu... ışık çok yukarıda... her şey ıslak... her şey yavaşlıyordu... yeşil afro saçlarının altında bir kaya, oyuğunun sadist ağzının içinde parlak pullu diliyle dudaklarını yalıyordu, arsız bir hazzın derinliğinde... O’nu gördü birden derinde paramparça olmuş ışığın muammasında... O nefes alabiliyordu... peçesinin altındaki gülüşünün bıyığının üstüne çoktan çıkmış olduğu gözlerinin kenarlarındaki tırnak izlerinden belliydi... gözünün beyazının üstünde içinde aksi ağlayan bebeğinin gırtlağına yapışmış kan kırmızısı eller gördü... kararıyordu her yer... gece kaçamağında yakalanmış şehrin kıyafeti gibi upuzun rengarenk çizgiler sardı etrafını... nefes... boğuluyordu...
.................
NEFES... ter içindeydi... çarşafın sıradağlarının arasında terinden tuz gölleri parlıyordu hala... nefesi donuyordu sanki... oysa etraf cehennem sıcağıydı... bir melek aradı gözleri... Meleğini... şşşşş... sessiz... bir Meleğin hıçkırıkları, eski mutlu günlerden bir çerçevenin cam kırıklarına karışıyordu... gecenin sessizliğinin boğazını, keskin sesinin çıplak duvara inen kırbacının yankısı parçaladı...
- Meleğim?
- ...............
meleğin hıçkırışları yoğunlaştı
- Meleğim?
- ...............
Her yer kırmızı... Melek kırmızı... Melek kanıyor...
kırbacın yankısı boğuklaşıyordu
- Meleğim?
- İyiyim ben.
Meleğin fısıltısının içinden kelimeler çığlıklarla haykırıyordu... kırbacın yankısı öfkeden alev almak üzereydi...
- O’ydu değil mi?
- .................
gıcırdayan dişlerinin kenedinin arasından tükürüğüne bulaşmış kelimeler firar etmeye çalışıyordu.
- ben uyurken geldi değil mi? Yine, yine zarar verdi sana...
- lütfen sus... lütfen... geçti... iyiyim... lütfen...
- söyledim... bir defa daha dedim... öldürücem dedim...
kelimeler kafasını sağa solla sallayarak çığlık çığlığa koşan bir adamın deliliğiydi artık...
- ÖLDÜRÜCEM ONU.
- Lütfen... dur...
- Suçu idam oldu artık... ÖLDÜRÜCEM...
.................
küllük şeklindeki kalbi ağzına kadar eciş bücüş umut leşleriyle doluydu... adam kalbini aldı; içindekileri çöpe döktü boş gözlerle... tatmin olmamıştı... lavaboya gitti, ağır hareketlerle yıkadı... temizlenmemişti tam olarak... ve ne kadar sertçe ovalarsa ovalasın temizlenmiyordu bazı lekeler...
.................
artık ağırlığını zor taşıyan eski binanın pasaklı yüzünün önünde iki polis, yaşlı bir kadınla konuştular... içlerinden uzun olanı arabaya komiserinin yanına giderken yaktı sigarasını... arabaya bindi... konuşmaya başlamadan önce dikiz aynasındaki sigara lekesi dişleri gördü bir an... garip, ne kadar fırçalarsa fırçalasın çıkmıyordu bazı lekeler 32 kasabın önlüklerinden... ilk hecesinde dumanı dışarı vererek konuştu...
- adam 22 yaşındaymış... kendini asmış... uzun süredir tedavi görüyormuş... çok ileri derece şizofreni... yaşlı komşusu sık sık karısına zarar verdiğini söylüyor...
- ya karısı?
- Perişan... adamı bulduğumuzda köşede oturmuş, başı elleri arasında sallanıyordu... şimdilik yerinden kalkmaya ikna edemedik, sakinleşmesini bekliyoruz...
.................
Loş ışıkta bir gölge ileri geri sallanıyordu... meleksi bir ses sallantıyı ritim tutmuş, mırıldanıyordu...
- ben de seni çok seviyorum... ben de seni çok seviyorum... ben de seni çok seviyorum... ben de seni çok seviyorum... ben de seni çok seviyorum... ben de seni çok seviyorum... ben de seni çok seviyorum...
YORUMLAR
İşte budur. Bazı arkadaşların yazılarını okuyunca neden yazdıkları üzerinde kafa patlatıyordum. Yazı böyle yazılır, cümleler böyle kurulur. Sadece bazı yerlerde büyük harf kullanmamışsın. Hele şükür hikaye bulabildim. Ellerine, yüreğine sağlık. Tasvirlerin aşırı olduğu kanaatinde değilim. Okumaya başladığında yarım bırakmıyorsan, aşırı değildir. Ben yarıda kesemediğime göre aşırı değil. Bazı cümlelerin uzunluğu konusu ise yazardan yazara değişir. Ben kısa cümleler yazarım, siz ise bir iki yerde uzun cümle kullanmışsınız.
her zaman ilgi çeken bir hastalık olmuştur zaten şizofreni.
ama neden bu tür öyklerin sonu hep ölümle biter.
yazdığım bir romanın kahramanı da benzer bir sonla nokalamıştı hayatını. biz mi böyle istiyoruz yoksa böylemi olur bilmiyrum ama öykünün güzelliğine ve akıcılığına rağmen
umutsuzluğa mı sürüklüyoruz dersiniz kimilerini..
çuvaldızı kendimize batıralıyız bazen kırılmayın.