- 809 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
DEĞİRMENCİ ALEKSİ
Güneş, kale duvarları gibi yükselen Güvence Deresi ile Karasu arasındaki yüksek vadiyi her sabah aşmak için zorlar,sanki ağır ağır çıkardı merdivenleri.Değirmenci Aleksi de her sabah,yorgun güneşi karşılamak için, değirmen taşlarını döndüren o muhteşem gücün karşısına dikilir,yorgun omuzları üstünde doğrulmaya çalışan küçücük başını gökyüzüne kaldırırdı.Su dolabının yağsız iniltilerinden sıçrayan su tanecikleri, sanki hiç yıkanmamış görüntüsü içindeki yüzünü yıkardı her sabah.Ben babamla ayda bir kez, sıra kapmak için erkenden at arabasına yüklediğimiz sekiz çuval dolusu buğdayı öğütmek için, erkenden değirmenci Aleksi’nin değirmenine giderdik.Gittiğimiz her seferde de, Aleksi’yi sanki gün ışıdığında dua eder gibi, başı gökyüzünde bakınır bulurduk.En az yetmişinde bir ihtiyardı.Ben sekiz yaşımdaydım.Bembeyaz unlar ambara doğru akarken yaşlı Aleksi , avucuna aldığı bir avuç unu bana doğru göstererek yanına çağırdı beni:
-Delikanlı! Bak senin unun gaz yağı kokuyor,dedi.Gayri ihtiyarı unu koklamak için eğildiğimde de, kendinden umulmayan bir çabuklukla unu yüzüme serpiverdi.Ben gözlerime kaçan unu temizlemeye çalışırken, o katıla katıla gülüyordu.O gün unlarımızı alıp köyümüze dönerken, kızgınlığımdan hiç konuşmuyordum.Babam:
-Oğlum,dedi.Aleksi hiç de kötü bir insan değildir.Değirmene ilk defa gelen herkese aynı şakayı yapar o,dedi.Yine konuşmadım.Atlar yavaş yavaş un dolu arabayla köy yolunda ilerlerken, babam devam etti anlatmaya:
On yaşımdaydım.Babam Balkan Harbi gazisiydi.Ben se Aleksi yardım etmezse, eşeğe yüklenen iki çuval buğdayı bile indiremiyordum.Babam bir bacağını kaybettiği savaşın artığı vücudunu zor taşıyordu.Ailenin bütün yükü on yaşımda omuzlarıma binmişti.Gücümün yetmediği durumlarda anam yardımcı olurdu.Yunan harbinin İnönü ve Gündüzbey cephelerinde olanca şiddetiyle devam ediyor olması, günlük olağan işleri aksatmıyordu.Eşeğime yüklediğim iki çuval buğdayı un haline getirtmek üzere, o gün yine Aleksi’nin değirmenine gelmiştim.Aleksi ozamanlar daha genç ve güçlüydü.Ancak gözleri görmediğinden oğlu Niko değirmeni idare ederdi.Yunan harbi başladığında onaltı yaşındaki Niko yunan birliklerine rehberlik etmek üzere değirmeni bıraktığından, Aleksi kör gözleriyle büyük bir ustalıkla işlerini yürütmeye çalışırdı.Ben eşekle değirmene geldiğimde bağırdım:
-Aleksi amca! Ben geldim,diye.Bana döndü:
-Ali!Hoş geldin oğlum,dedi.Eşekten yükleri indirdi.Çuvalı sırtlandı ağır adımlarla gidip değirmenin ambarına boşalttı.Tam o sırada Karatepe tarafından gelen on adet askerden biri bağırdı:
-Değirmenci!Bize ekmek lazım,dedi.Aleksi sesin geldiği tarafa dönüp:
-Siz kimsiniz,dedi.Gelen askerlerin başındaki asker gürledi:
-Biz Türk Askeriyiz amca,dedi.Aleksi sese dönüp:
-Askerimiz cephede.Sizin ne işiniz var burada, diye bağırdı.Oğlum Niko Yunan askerlerine rehberlik etmek için orduya katılarak, bu doğduğumuz topraklara ihanet etti.Ben kör gözlerimle bu acıdan kemdimi arındırmak için, bu insanlara hizmet etmeye çabalıyorum.Siz se cephede olmanız gerekirken, gelmiş burada benden ekmek istiyorsunuz,diye bağırdı.Asker sesi titreyerek:
-Amca,dedi.Ben kaçak askerleri arıyorum.İçimizde de bir doktor var seni bir muayene etsin.Belki bir faydamız dokunur da, senin gözlerin açılır.Aleksi utandı.Yorgun omuzları daha bir çöktü.Şimdi boyu daha bir uzundu sanki:
-Allahrazı olsun oğlum, dedi:Asker arkadaşlarına doğru dönerek:
-Doktor!diye bağırdı.Gel bir kere amcanın gözlerine bakıver,dedi.Ben çocukluğumun çaresizliğiyle olanları izliyordum.Askerlerden biri bacaklarını uzutarak yere oturdu.Aleksi’yi onun kucağına yatırdılar.Doktor denilen asker diz çöküp, el parmaklarıyla Aleksi’nin gözlerini araladı:
-İlaç getirin,dedi gülerek.Askerlerden biri koşarak eve gitti ve elinde bir acı kırmızı toz biber kavanozuyla geldi doktorun yanına.Kavanozu doktora uzatıp:
-Buyur ilacı,dedi.Doktor kavanozun kapağını açıp, bir tutam kırmızı acı toz biberi alıp, Aleksi’nin göz kapaklarını aralayıp, gözüne sürmeye başladı.Yaşlı adamın gözlerinin yanmasından, yerde kucağına yattığı askerin güçlü kollarından kurtulmak için çırpınıyor,dana gibi böğürüyordu.Askerler ise katıla katıla gülüyorlardı.Tedavi bitti herhalde askerler evden peynir ekmek aldılar,değirmen çarkından kaynayarak köpüren suların oluşturduğu derenin kenarında karınlarını doyurup değirmenden ayrıldılar.Yaşlı değirmenci bir müddet sonra, benim buğdaylarımı öğütüp,un çuvallarını eşeğe sarmama yardımcı oldu ve ben değirmenden ayrıldım.Bir ay sonra yine değirmene gittiğimde, ihtiyar değirmenci yine sabah güneşinin serinliğine dönmüş, yüzünü gökyüzüne kaldırmış, çarkın önünde sanki dua edercesine başı omuzlarına çökmüştü.Ben hiç seslenmedim.O beni görüp bana doğru seğirtti:
-Hoş geldim oğlum,dedi.Allahrazı olsun Türk Askerinden.Oğlum Niko bu topraklara ihanet ederken, Türk Askeri geldi.Beni tedavi etti.Bak gözlerim açıldı,dedi.Hayretler içinde Aleksi’nin yaşlı yüzüne kaldırdım başımı.Eskiden olduğu gibi boş boş bakmıyordu artık.Bana babamı sordu:
-Halil ne yapıyor?Selam söyle,dedi.Düşündüm.Askerler Aleksi’nin gözlerine acı biberi tedavi etmek için mi sürmüşlerdi,yoksa eziyet çeksin diye mi? Ne olursa olsun.Benim gözlerimin önünde bir ay önce bir olay cereyan etmişti.Bir ay sonra o olayın sonuçları açıkça gözümün önündeydi.Aleksi’nin görmeyen gözleri görüyordu artık.Babam bana döndü baktı.Ben ise hayret dolu bakışlarımla hala babamın ağzına bakıyor,sanki hikayenin devamını bekliyordum.Ama her hikayede olduğu gibi bu hikayede sona ermiştir.Atların yavaş yavaş çektiği araba rampanın sonuna gelmiş, hikaye de sona ermişti.Şaşkınlığım babamın atlara vurduğu kamçının sesiyle "Deeeeh!" sözcüğünün karışımıyla sona erdi.
-Baba,dedim.Acı kırmızı biberi kör bir adamın gözüne sürsek, gözleri açılır mı?Babam hiç cevap vermedi.On yaşının cocukluğunu bir çırpıda anlatmıştı bana.Atlar kamçı ve deh sözcüğü ve de yokuş aşağı gitmenin rahatlığıyla koşmaya başlamışlardı.Babam her zaman olduğu gibi, büyük bir keyifle bu gün bile anımsadığım bir ıslığıyla bir türkünün notalarını tutturmuştu.Köye gelene kadar hiç konuşmadı benimle.
Yazan:Osman Eker