FİGÜRAN
Olması gerektiği gibi olmalı her şey... dile gelmemeli içimdekiler... ilk gördüğümden beri onu... daha ne kadar sevebilirim ki bir şeyi... ama hayır, susmalı bu dudaklar... bakmamalı gözgöze, artık kaldıramadığı bir mana taşarsa okunamamalı bu kirpiklerin arasından... hissedilmemeli bana dokunduğunda depremlere gömülen ellerim... anlaşılmamalı sebebi güneş ensemden aşağı indiğinde aya bakıp kamaşan gözlerimin...
Aslına bakarsak mantıklı bile sayılabilir derinlere dalınca ciğerlerin havasız kalması ya da kuru kuruya gitmemesi boğazdan aşağı nefeslerin... Yutkunmaları saklamalı en karanlık izbe zamanlara, öyle ki ışık bile bihaber kalmalı, ışıkla alakalı her şey... çalakalem ağlamalı rüyalarda, bir damla akmamalı yastıktan dışarıya... her gece tabuttan bozma yatakta yeni bir senaryodur yazılmalı...
Fakat saçma bunlar; mum gibi erirken ben için için, dibimde olsan aydınlatamam, uzakta olsan yansam ne olur, ne yazar eriyip yorganın terine karışsam her gece... Yaşları öpsem de gözündeki, nasıl silerim tenindeki parmak izlerini... tenindeki parmak izleri... ve sen hüzünlü bir güz kırağısı kalakalmış buğulu sabahın ıslak ellerinde... ve sen onun peşinden giden ve sen ona aşık bir ayna, benim aşkımla onu aydınlatan... havaya savurduğum sen kokan onca nefesim sırra kadem basarken, sen dumanlı havalarda boğulurcasına bir zincirin peşinde... ve ben dışında sahnenin... ve ben bir köşede hayatı tırnaklayan pervane bozması... ve ben senin varlığında kendi yokluğundan bihaber bir satır arası...
nasıl olur bu?... niye o?... bak burada sırça saraylar kurdum sana kalbimde, gözyaşından kristal avizelerin ışığının saydam teninde kırılma aşkıyla vurduğu başını duvardan duvara... tenine bir dokunuşla küle dönmeye hazır ipekler serdim ayağına... ne olurdu o puslu dünyanda benim içimdeki ateşin kızılını seçebilseydin siyahlarla beyazların arasından...
ama sen ona aşık... sen ondan başka bişey görmeyen... o gönül ucubesi güç delisi serserinin matbaasından başını kaldırıp benim kargacık burgacık elyazımın mürekkebinin rahnelerini kağıttan silemeyen... kalbini deşen o bıçaktan şifa beklerken, her geçen saniye bağrıma santim santim nakşeden... benliğine inen balyozları yalvarırcasına süzerken eğik başından yukarı bakan gözlerinle, gururunu ayağının altında bırakmış kilime batan tırnaklarını farketmeyen...
ama kural böyle olması gerektiği gibi olmalıydı her şey... o sana çeşm-i bülbüle tüküren bir estetik özürlü gibi davranırken benim sana dokunmaya kıyamayan ellerim cebimden çıkmamalıydı... o sana iğne saçan ağzından bencillik martavalları okurken, benim otuziki mezar taşıyla sesi kısılmış dilimin serenatlarına topraktan güçlü bir battaniye olmalıydı dudaklarım...
bugün her şey değişecekti... bu gün artık dermanımın son damlasını yastığa akıttığım gecenin sabahıydı... yine hep beraberdik insanlar arasında... herkes bir yere koştururken o vardı sadece benim gözümde... onun gözünde ise hala o insan kaçkını aşk fukarası... ve bütün başlar bana çevrildi... sıra bendeydi artık... buna inanmıştım... artık olması gerektiği gibi olmamalıydı her şey... belki onuncu kez sıra bana gelmişti ve bu sefer ben bilincimin barajını yerle yeksan edip bırakacaktım içimdekilerin akıntısına kendimi...
ona doğru gittim... hala tüm bakışlar bendeydi... yaklaştım... bir süre durdum baktım gözlerine... bir an için bakabildim gözlerine... bayılacak gibiydim... sonra... sonra aralandı dudaklarım... unutmuştum ezberlediğim sözleri... gözlerimi sonsuz bir an için kapadım, öyleki yelkovan bile nefesini tutmuş beni bekliyordu... gözlerimi açtım... hala karşımdaydı... ve bir daha kapatmaya cesaretim kalmamıştı... bütün bunları, bütün bendekileri anlamıyor gibiydi... ve konuştum: "öylesine kayboldum ki içinde, bulmam için senin olmam lazım"... ve artık delirmiş, ipini koparmış cesaretimden kalan her parçayı toplayıp sıkıca sarıldım beline, kendime çekip dudaklarıyla buluşturdum dudaklarını... ve ateşinde deli divane yanarcasına öptüm derinliğinde kaybolmayı dilediğim birkaç saniye boyunca...
-yeteeeeeer! keeeeees! kes! baştan alıyoruz bu sahneyi. sen de kendini topla! özel hayatınız bu film setinin dışında kalır, bunu da kafana sok! hadi şimdi en başından alalım bitirelim bu akşam bu sahneyi. evet, nerde kalmıştık, iki başrol oyuncusu kavgalıyken yardımcı oyuncu gelip onları barıştırıyor. bu sefer hata istemiyorum. üç, iki, bir, kayıt!...
.......................
-Neydi bu gün yaptığın o delilik. hiç beklemiyordum. ama hoşuma gitmedi değil. neyse ben çıkıyorum şimdi. yarın akşam işin yoksa bişeyler içelim beraber. sonra bende kalırsın istersen... Artık simasına güneş vurmayan eski ay parçası konuşuyodu...
.....................
ayrıldığımız anda biliyordum, bir daha o film setine uğramayacağımı, yarın onunla buluşmaya gitmeyeceğimi ve bir daha onu hiç görmeyeceğimi... yokluğunun ateşi varlığını söndürmüştü... ve ben bu eğreti gerçekler dünyası için fazla masalsı bir beyefendiydim... kendimden kalanları topladım yerden... ve gittim...