ÇOK ŞÜKÜR!
Sabah 5’te kalktı; okula gidecek iki çocuğunun kahvaltısını hazırladı önce. Giysilerini giydirdi. çantalarını hazırlamalarına yardım etti... Saat 8’e doğru kocası ve 4 yaşındaki kızı uyandı. Onlara da kahvaltılarını hazırladı. Saat 10’a doğru kocası evden çıktı.
Bahçeye bir ocak çattı. En büyük kazanı ocağa koyup, içine çamaşırları doldurdu. Sonbaharda sahipsiz bahçelerden kestiği büyük dalları küçük baltayla parçalayıp ocağın altına koyup ateşledi.
Mutfağa gitti. Sadece mercimek ve bulgur vardı. Biraz da yağ... Önceki gün mercimek, dün de bulgur yemişlerdi ama n’apsındı. Yeşil mercimeği boşalttı tabağa ayıkladı. Bahçedeki kazanı bir süreliğine indirdi, tencereyi koydu. Mercimek çorbasını pişirdi. Gidip yufka ekmeği suladı. Öğleyin çocuklar okuldan aç gelirdi, akşam da kocası...
Öyle oldu. Çocuklarını mercimek çorbasıyla doyurdu. Sonra 15 dakikada gidip geldiği çeşmeden kovalarla getirdiği suyu ısıttı ocakta; çamaşırını yıkadı. Akşamı beklerken içi cız ediyordu. Kocası yine sarhoş gelecekti, yine dayak yiyecekti. Gerçi alışmıştı dayak yemeye ama, bazen ölçü kaçıp da bir yerleri kırılmasaydı bari... En çok da yüzünün gözünün morarmasından korkuyordu. Komşulara dert anlatmak gücüne gidiyordu.
O gün de rutin dayağını yedi. Gece de yatakta çekti eziyetini.
Anne babasını yitireli yıllar olmuştu. Tek kardeşi vardı; o da kendisinden perişan vaziyette yaşıyordu çok uzak bir kentte. İsyan etmeyi aklından bile geçiremiyordu. Ya kocası kapıya koyarsa, ya eve almazsa bir daha... Hiç olmazsa kocasının yıldan yıla küçük bir tarladan geliri vardı. Biraz kışlık nohut, fasulye, bulgur, mercimek, yağ, çay, şeker hazırlıyor; kalanıyla da kış boyu içkisini içiyordu.
Yıllardır ne kendisi, ne çocukları yeni bir giysi almamıştı; hep komşuların verdiği eskilerle idare ediyorlardı. Yine de aç, açık kalanlara Allah yardım etsin. Halimize çok şükür, hiç olmazsa başımızı sokacak bir evimiz var diye dua ederdi hep...