Tâli Bey'in Şefliği
--------------------------------------------------------------------------------
Ülkemizde yaşanan makam, mevki düşkünlüğü ve bu makamlara gelebilmek için kimlere yüz suyu döküldüğü malum. Bu hikâyedeki Tâli Bey bir prototip.Nice nice Tâli Bey’ler kimlere nice taklalar atıyor...
--------------------------------------------------------------------------------
Tâli Bey zaman zaman babasına kızıyordu. Nerden bulup da vermişti şu Tâli adını. Sanki başka ad mı kalmamıştı koca dünyada. İnsan, hiç olmazsa açar bir sözlüğe bakar, şöyle anlam zenginliği olan; bir ad verirdi oğluna.
Ne yapıp edip adının ikincil anlamından kurtulup önemli kişi olmalıydı Tâli... Bunun için, amirlerine çok saygılı davranmalıydı. Bu yüzden, ceketinin üç düğmesini de ilikleyip çalışırdı. Otururken bile çözmezdi düğmelerini. Bir de şu ceketi diken terziye kızardı için için. Neden beş düğmeli dikmemişti ceketi. Tabii bu sıkıntısı, moda kaygısıyla filan değildi. Eğer ceket beş düğmeli olmuş olsaydı beş düğmesini de ilikleyip gezecekti. Böylece, amirlerine saygısını, sevgisini daha güzel ifade edebilecek; o sayede de bir makama geçip ikinci sınıf adam olmaktan kurtulacaktı.
Ama olsundu, bir kere kafasına koymuştu Tâli; bu işi üç düğmeli ceketle de kotarabilirdi. Ne demişler atalarımız, “Azimle ..... taşı deler.”
Tâli, servise üç düğmesi ilikli biner. Saygı olsun diye, en arka koltuğa oturur. Servisten en önce iner, köşede genel müdürünü, daire başkanını, şube müdürünü bekler. Hepsine teker teker temenna çakar, günaydın efendim, iyi günler efendim,saygılar efendim dedikten sonra; en önemli görevini yerine getirmenin kıvanç ve huzuruyla güne başlardı. Birimine geldiğinde, arkadaşlarına şöyle kabararak bakar; içinden hele ben bir şef olayım da siz o zaman görürsünüz Hanya’yı Konya’yı diye geçirirdi.
Sonunda bu düzenli saygı gösterme sahneleri işe yarar. Bir gün, bir telefon gelr Tâli Bey’e. Telefondaki ses genel müdürün sekreteri ŞŞ(Şuh Şule)’ye aittir. “Tâli Bey, sayın genel müdürüm sizi emrediyorlar.” der ŞŞ Hanım. Tâli Bey heyecanlanır, telaşlanır. “Emredersiniz sayın genel müdürüm.”der, sekretere telefonda. Şuh Şule Hanım şuh bir kahkaha atar, telefonu kapatır.
Tâli Bey, ilikli düğmelerini bir daha kontrol eder. Saçını başını düzeltir. Elindeki işi yarım bırakmak istemediği için, arkadaşı Mukim Bey’e işi bitirivermesini rica eder. Ama ne mümkün. Mukim oturduğu yerden hiç kalkmaz. “Boş ver salla gitsin, Türkiye’yi sen mi kurtaracaksın aslanım; bu maaşla daireye gelmek bile caiz değil.”der.
Tâli Bey kızar ama kızdığını pek belli etmez, çünkü şu anda daha önemli bir iş vardır kendini bekleyen. İlikli düğmelerini kontrol eder,koşar adımlarla genel müdürün odasına doğru yola çıkar. Artık bu onun için hayatının fırsatıdır. Genel müdür, her ne iş için çağırıyor olursa olsun; isteklerini sayıp dökecek, diğer personelden işe yaramayanları şikayet edecek bir zaman dilimi mutlaka bulacaktır.
Hem, koskoca genel müdür, öyle eften püften bir iş için çağırmamıştır. Mutlaka önemli konularda görüşecektir Tâli Bey’le. Devlet kuşu dedikleri bu olsa gerek diyordu kendi kendine. Tâli Bey, bütün bu düşünceleri hızla geçirdi kafasından ve kendini genel müdür odasının kapısının önünde buldu.
Sekretere, “sayın genel müdürüm müsait mi?”diye sordu. Sekreter kırıtarak onun da Tâli Bey’i beklediğini söyledi. Tâli Bey, saçını başını düzeltti, ilikli üç düğmesini tek tek kontrol etti. Ardından hafif hafif üç kez kapıyı tıklattı. İçeriden gelecek, gir sesini beklemeden; el pençe kendini içeriye attı.
Genel müdür oturmasını söyledi. Tâli Bey, “estağfurullah efendim, ben böyle rahatım.”sözünü birkaç kez tekrarladı. Genel müdürün kızdığını hissedince boş koltuğa ilişti. Tedirgin bir bekleyişe geçti. Tam dalmıştı ki genel müdürün, “Tâli, seni çağırmamın sebebi...” demesiyle irkildi, pür dikkat kesildi. Genel müdür devam etti: “Senin kurumumuza çok yararlı çalışmaların olduğunu, ve maaşla ödüllendirildiğini; amirlerine saygıda kusur etmediğini biliyorum. Senin müstesna kişiliğinden, sağlam karakterinden, vatanseverliğinden birim amirin övgüyle söz etti. Sana verilen ödülün, yetersiz kaldığını söyledi. Bu yüzden, bugünden itibaren şefliğe terfi ediyorsun.”dedi.
Tâli Bey’in kulakları uğuldadı, başı döndü, sevinçten ne yapacağını bilmiyordu. Çaktırmadan kendine bir çimdik attı. Olanlar rüya değildi. Yerinden fırladı, genel müdürün ellerine kapandı. Teşekkürler etti. “Bugüne kadar olduğu gibi, bu günden sonra da kurumumuza canla başla hizmet edeceğim efendim.”dedi. düğmelerini tekrar kontrol edip geri geri kapıya kadar geldi. “Sağ olun, var olun efendim, Allah sizi başımızdan eksik etmesin.”diye dualar ederek odadan çıktı. Çıkarken makyaj tazeleyen ŞŞ Hanım’ın farkına bile varmadı.
Birimine vardığında arkadaşlarının manalı bakışlarına kayıtsız kalmaya çalışıyordu. Bir yandan da laubali ilişkilerine nasıl nokta koyacağının hesabını yapıyor, bir çıkış yolu arıyordu.
Bugüne bugün, Türkiye Cumhuriyeti’nin bir kurumunun çiçeği burnunda şefiydi. Artık hikâyelerini “ben memurken ...”sözleriyle başlayan tafralı bir havayla anlatacaktı. Daha bir saat öncesine kadar düz bir memurken şefliğe terfi etmişti. Nasıl her genç kızın rüyası bir gün gelin olabilmekse, her düz memurun hayali de bir gün şef olabilmekti. Tâli, rüyalarına nail olmuştu. Ne rüyası, gerçeğin ta kendisiydi. Artık Tâli tâliliğinden kurtulabilecek önemli bir kişi olacaktı. Bürokraside yolu açılmıştı onu kimse durduramazdı. Maiyetinde en az on, on beş kişi çalışacak, ayrıca zaman zaman kurumun genel gidişatı ile ilgili olarak genel müdüre rapor sunacaktı. Bu rapor işi çok önemliydi. Vatan hainlerini, irticacıları, idarenin aleyhinde konuşanları tespit edip yukarılara bildirecekti ki yükselebilsin idi. Şeflik onun için bir başlangıçtı. Daha yüksek makamlara gelmeliydi. Bir de şu Açık Öğretim Fakültesini kazanıp bitirebilseydi, müsteşar bile olurdu. Ondan sonra, genel müdürler önünde el pençe divan dururdu.
Tâli Bey’i daldığı hayallerden, yan masadan Mukim Bey’in; “bir sigara ver Tâli”sesi uyandırdı. Ters ters Mukim Bey’e baktı. Cebinden sigara paketini çıkartıp Mukim Bey’in masasına bıraktı. O anda aklından, herkesi hizaya getirsem bile bu Mukim’i nasıl hizaya getiririm diye geçti. Çünkü Mukim, hayatı tiye alan, boş vermiş, dalgacı bir adamdı.
Tâli Bey, yerinden kalktı, pencerenin önüne gitti. Uzaktan Döner Kule gözüküyordu. Karşı apartmanın çatısında güvercinler, hop inip hop kalkıyordu. Tâli Bey, bir an odada kimsenin olmadığını düşündü. Masaların yerlerini değiştiriyordu hayalinde. Odanın en güzel yerine, kendi masasını yerleştirmeliydi. Hem odaya hâkim olmalıydı masa, hem de şehrin manzarasına.
Tâli Bey öylesine dalmıştı ki, Mukim Bey’in “Tâli burada mı yatacaksın koçum”demesiyle kendine geldi. Şu Mukim ne boşboğaz adam diye geçirdi içinden. Saate baktı saat beş olmuştu. Bugün fazla mesaide yoktu nasıl olsa, eve gitmeliydi.
Zaten evden başka bir yere gidemezdi Tâli. Gece hayatı yoktu. Mazbut bir aile reisiydi. Zaten aldığı üç kuruş maaşla başka türlü de olmazdı. Biraz da susuzluğundan yayılmıyordu Tâli. Elbet onun da canı çekerdi, akşam bir yerlere gidip bir parça günün yorgunluğunu atmayı. Ama ne yapsın elinden mazbut yaşamaktan başka bir şey gelmiyordu.
İş yerinden çıktı, önce Ulus’ta Modern Çarşıya uğradı. Masası için isimlik siparişi verecekti. Şöyle majiskül yazıyla “Tâli İkinciler” yazdırmalıyım isimliğime diye düşünürken İkinciler sözcüğüne takıldı. Bugüne kadar hiç düşünmemişti. Soyadı Kanunu çıktığında, dedesi neden “birinciler” sözcüğünü değil de “ikinciler”sözcüğünü seçmişti. Ya da o kendini beğenmiş nüfus memurlarının ukalalığı mıydı bunlar. Tâli Bey ikinci ligde oynamaktan ne zaman kurtulacaktı. Şef olmuştu hâlâ soyadı ikincilerdi. Yok yok hemen mahkemeye başvurup soyadımı değiştirmeliyim diye düşündü. Şöyle post-modern bir soyadı bulmalıydı. Bu kadar iş arasında bununla kim uğraşacaktı.
Tabelacının “Buyurun beyefendi ne emrettiniz?”sözüyle düşüncelerinden sıyrıldı. Durumu izah edip isimlik siparişini verdi. Artık tabelacı da öğrenmişti onun önemli bir zat olduğunu. Siparişini üç gün sonra gelip almasını söyledi tabelacı. Niye bu kadar geç diye düşündü içinden. Sonra ceketindeki üç düğmeyi düşündü. Düğme az, gün çoktu ona göre.
Modern çarşıdan çıktı. Dolmuş durağına kadar yürüdü. Tam dolmuşa binerken dolmuş şoförü, “şefim siz arkadaki arabaya” demesin mi. Meğer yolcular tamammış. Şoför ceza yememek için ikinci dolmuşu önermişti. Tâli İkincilere. Tâli bir yandan yine ikinci konuma düşmenin hüznünü yaşarken, diğer yandan bu deyyus benim şef olduğum nasıl anladı diye kafa yoruyordu. Yoksa benim yürüyüşüm, duruşum, tavrım mı değişti diye söylendi.
Çaresiz ikinci dolmuşa bindi. Bir yandan da sabırsızlanıyordu. Bir an önce eve varıp karısına, çocuklarına müjdeyi vermeliydi. Bu duygular içinde ineceği durağa geldi. Bu defa şöyle boğazını temizleyip emredici bir edayla şoföre seslendi. “Kaptan müsait yerde inebilirmiyim.” “Hay hay efendim”dedi kaptan. Minibüsten indi. Hızlı adımlarla eve doğru yönelmişti ki cadde başındaki manavı fark etti. O anda aklına birkaç kilo meyve alayım akşam çocuklarla şefliğimi kutlarız düşüncesi geldi.
Hemen yolunu değiştirdi. Tam manavın önüne varmış tezgâhtaki meyvelere bakıyordu. O sırada şafak attı Tâli Bey’de. Tezgâhta, şeftali, ayva yan yanaydı. “Eyvah! Ben ayvayı yedim. Ya memurlarım beni hep Şef Tâli Bey diye çağırırlarsa ben ne yaparım?” Herkes sussa Mukim Bey susmaz, oturduğu yerden, anlamlı anlamlı bakar, sırıtırdı.
Bu düşünceler içindeyken, manav Turfanda Cevat’a baktı neler var der gibi. Turfanda Cevat’ta sanki öğütlemiş gibi, “ayva, şeftali Tâli Bey hangisini arzu edersiniz.”demesin mi.
Tâli Bey manavdan hızla ve öfkeyle çıktı eve yöneldi. Turfanda Ccvat, arkasından şaşkın bakakaldı. Tâli, eve giderken karşısından gelen tanıdıkların verdiği selâmları bile alacak gücü bulamıyordu kendisinde.
Eve geldiğinde, su gibi terlemişti. Hanımına, çok hasta olduğunu derhâl yatmak istediğini söyledi. Eşi hemen yatağını hazırladı. Tâli Bey yattı. Ama uyku tutmuyordu. Yarın dairede başına gelecekleri tahmin etmeye çalışıyordu. Yoksa tayin mi isteseydi. Ama o da olmazdı. Kendini parti değiştiren milletvekilleri gibi hissetmek istemezdi.
Sonra onu şefliğe Lâyık gören amirlerine vefasızlık ve saygısızlık olurdu. Bu düşüncelerle yatağında kıvranırken bir ara uyumuş, rüya bile görmüştü. Rüyasında, çalıştığı dairede idi. Biriminde her masanın üstünde birer kilo şeftali, tüm personel şeftali yiyordu. Sıçrayarak uyandı. “Çok şükür rüyaymış.”dedi.
Saate baktı, saat yediye geliyordu. Kalktı tıraşını oldu, dişlerini fırçaladı. Damatlığından kalma lacivert elbisesini giydi. Ne de olsa bürokratlığa adım atmıştı ufaktan ufaktan.
Kahvaltı etmeden çıktı evden. Giderken bir pastaneye uğradı. Bir kilo kuru pasta aldı. Yürüyerek daireye doğru yola çıktı. Sanki geçtiği yerlerdeki simitçiler, ayakkabı boyacıları, taksiciler,sade vatandaşlar şef olduğunu öğrenmişler de gıptayla ona bakıyorlarmış gibi geliyordu Tâli Bey’e. Şu Allah’ın işine bak, dün düz bir memur olan Tâli, şimdi şef Tâli olmuştu. Fakat talihsizlik yine yakasını bırakmıyordu. Çünkü meyvelerden şeftaliye alerjisi vardı. Şeftalinin tüyü kaşıntı yapıyordu Tâli Bey’e.
İşin kötüsü bu durumu dairede genel müdür dahil herkes biliyordu. Tâli Bey’i sırf muziplik olsun diye şef yapmışlardı. Zaten Tâli bey bırak şeftali yemeyi, “şeftalisi bala benziyor, entarisi ala benziyor” türküsünü duyunca bile kaşınmaya başlardı.
Tâli Bey, çalıştığı birimin kapısından girer girmez, dünya başına yıkıldı. Korktuğu başına gelmişti. Arkadaşları şef olduğunu önceden haber almışlar. Kocaman bir isimlik yazdırmışlardı masasına. “Şef Tâli İkinciler”yazıyordu isimlikte ve irice bir şeftali amblemi vardı. Mukim Bey muzip muzip sırıtıyor, elindeki şeftalinin suyunu akıtarak yiyordu.
Tâli Bey kaşınarak birimden kaçarken, “istifa ediyorum, istifa ediyorum”diye bağırıyordu.
YORUMLAR
Öykü çok güzel .Kutluyorum sizi.Okurken müdürüm geldi aklıma.Soyadı "HAZIK " idi.Fakat bir müşterimizin gönderdiği düğün davetiyesinde soyadı"KAZIK" olarak yazıldığından mahkeme kararıyla değiştirdi soyadını.Yine bir müdürümde genel müdürlükten plasman istemek için telefona sarılmadan önce ceketinin önünü iliklerdi.Toplumumuzda hala çok var bu kelaynaklardan.