- 1601 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
SOL YANIM
“sol elinde , narin bir bardakla sevişen rakısı.. diğer elinin içi ile, masa arasında tutsaki sedef kakmalı tabakası..
ağzında, izmarite bir çekimlik uzaklıktaki saigarası..
umut dolu yüreği, özlemleri, kalemi, kağıdı, sazı..
on bir sabah vardiya çıkışlarına tanık olur, bir uçtan bir uca birlikte geçeriz geceyi..
ben onun en çok.. en çok her şeyini severim.” (gülay soysal)
Ben uzun otobüs yolculuklarını seviyorum en çok. Upuzun yol boyunca geçtiğim her durağa dair düşler kurmayı seviyorum. Her durakta bir yaşam canlanıyor beynimde. Kulağımda hep aynı türkü, dilimde hep o şiirin aynı mısrası.. yolculuklar bazen tekrardan ibarettir.
Ama bugün kısa bir otobüs yolculuğu yaptığım. Yanımdaki hamile kadının şişmiş karnından çok şişmiş burnuna takılıyor gözlerim. Yahu rahminde büyüttüğün bir şey nasıl olurda bu kadar şişirir burnunu insanın? Burnundan doğum yapacak kadınlardan biri oturuyor tam yanımda. Gözü bana kayıyor arada farkındayım. Ama onu anlatmayacağım .. hayır hayır. Bu öykü onunki değil.
Kısa otobüs yolculuğumun başındayım. Her şeyin başında yaşadığım heyecanı yaşıyorum yine.ortalara doğru heyecan gidip yerini sorgulama alıyor.. işte ben bu sorgulama başladığında anlıyorum bitişe en yakın noktada olduğumu. Bitiş burnumun dibinde. Ama inanın bana başlangıç kadar önemlidir bitişler. Çünkü bir yolculuğun bitmesi başka bir yolculuk için hazırlanmamız anlamını taşır. Ki biz neye ne kadar anlam yüklersek ve ne anlam yüklersek o kadar anlamlı olacaktır o şey.
Kafamı otobüsün kirli camına dayıyorum. Yok iğrenmem ben böle şeylerden. Hatta hoşuma gidiyor kirli camlar. Yaşanmışlık demek yahu kir dediğin. Benden önce bu koltukta başka birinin oturduğunu ve kirli saçlarını bu cama dayadığını bilmek garip bir duygu yayıyor içime. Bir başka insanın izlerini taşıyan her şeyi seviyorum ben. Çünkü biliyorum her şeyin malzemesi aynı: insan. Ve ben en çok bu malzemenin izlerini görmekten keyif alıyorum. İlkay akkayının o güzel parçasını mırıldanıyorum YORGUNUM GİDİŞLERİN TÜMÜNE.. evet evet yorgunum gidişlerin tümüne diye bağırasım geliyor Edirnekapı-avcılar otobüsünde. Ama içime bağırıyorum , yorgunluklarımın tümünü. Ben yorgunluklarını susan bir hatunum. Biliyorum çünkü , yorgun düştüğünde bu beden, bu ruh bir sürü akbaba üşüşecek çevresine bu bedenin.
Ön koltukta oturan yaşlı amca arada bir kafasını geriye çevirerek beni süzüyor sanki. Varsın süzsün diyorum içimden, göz ucuyla bakarak , saçlarında hiç siyah renk barındırmayan amcaya. Eh be amca genç olmayı diliyorsun şimdi tanrıdan. Benim için genç olmayı dileyen bir yolculuk arkadaşım mevcut artık. AMİN!!
Bacağımın üzerinde hareket eden küçük böceğe ilişiyor gözüm.bacağımda dans ediyor siyah böcek. Ya da sevişiyor mu desek? Camdan düşmüş olabileceğini düşünüyorum önce. Otobüs camlarının etrafında dolanan o plastik cam tutacakları bu yaratıklar için sıcak bir yuva. Böceğime çaktırmadan, parmağımı bacağımın üzerine koyuyorum , parmağıma tırman küçük böcek . serçe parmağımda siyah bir böcekle yolculuk etmekteyim artık. Küçük böcekkkkkk parmağımın arasında kalp atışların. Yaşamın parmaklarımın arasında. Şimdi evet evet tam şimdi istesem soluğunu keseceğim. Ama hayır yaşa küçük böcek. Çünkü bu can senin.. al ve dilediğince yaşa. Küçük kara böceğimi camın etrafında , onun için en sıcak yuva olan plastik cam tutacaklarına bırakıyorum , usulca.
---o---
“oysa bilirim ben.
Kaç sevdan bitti,
Kaç şiirin sonunu getiremedin.
Ağırlaşırken düşüncelerin,
Kimler çaldı sözcüklerini bilirim.”
Soğuk bir kış günü o yazarla tanışmak için o kadar yol tepen ben miydim? Şimdi o yollar gözümde büyüyor.. o vakit ne kadar da yakın gelirdi. Zaman geçtikçe yollar uzuyor sanki.
Evet o soğuk kış günü o yazarla tanışmayı önemsiyordum. Tüm kırgınlıklarım bu hayata, geçecekti o vakit. Tüm yıkılışlarımın telafisini öğretecekti bana. Her şeyin telafisi o yazarda, o yazarın iki dudağı arasında.
Taksimin o dönemler buz tutmayan en işlek caddesinde postanenin önünde gelmesini beklemek ayrıcalık gibi görünüyordu gözüme. Yaş 16 olunca gözümüze her şey değerli görünüyor, öğrendim..
Postanenin ara sokağında çehresi beliriyor. Düşüyorum peşine. Evet şuanda benimle buluşmaya gidiyor. Bense onun peşinden beklemem gereken yere ..
Akbankın taksim şubesinden para çekmeye karar veriyor birden. Bankanın önünde izliyorum her hareketini. Her hareketi kendine özgü geliyor bana. Oysa ilerleyen zaman gösterecek bir farkı olmadığını diğerlerinden. Yavaş yavaş titremeye başlıyor bedenim. Yok canım abartmayın heyecandan değil, dedim ya soğuk bir kış günü diye…
Uçları kesik eldivenlerime küfür ediyorum. Kim uçları kesik eldiven üretir ki. Manasını kaybediyor eldivenler uçları kesilince.kapkara iki göz fark ediyorum üzerimde. Biri beni süzüyor. Gözlerimiz bir hizada buluşuyor elbet.
Bankanın yanında ki kaldırıma iki büklüm oturmuş bir erkek çocuğu ile göz göze geliyorum. İrkiliyorum. Çantamı mı korumam gerekli? İnsanlığımı mı? Hangisi daha önemli şu dakikada kestiremiyorum. Dedim ya 16 yaşındayım. O yaşta beceremiyorum tercihler yapmayı. Önce çantama kayıyor gözlerim. Hafifçe geriye atıyorum çantamı. Yok yok o çantama bakmıyor. İnsanlığımın en çıplak noktasına kilitlemiş gözlerini.. oturduğu kaldırımdan yana doğru kayıyor. Yer açıyor benim bedenime. Tamda kendi küçük bedeni yanında. Bu davet reddedilemez arkadaşlar. Çünkü bir erkekten alacağınız en olağan üstü davettir bu. Bedenimi onun bedeni yanına emanet ediyorum.
- bak burası sıcak. Diyor bana kaldırımın altındaki bölümü göstererek.
Yerin dibine hapis olmuş bir pastanenin sıcaklığı beni davet ettiği. Evet evet benimle pastane sıcaklığını paylaşıyor. Biraz tedirginim. O ise öyle rahat ki. Rahat erkekler tutsağı edebilir sizi..
- teşekkür ederim. Diyebiliyorum en beceriksiz halimle.
- Sende üşüyorsun değil mi?
Evet çocuk bende üşüyorum. Ne garip değil mi? Benim üzerimde kalın bir palto var.. atkılarım berem.. elimde uçları kesilmiş eldivenlerim. Ama bende senin gibi üşüyorum. İçin rahat etsin çocuk bir noktada kesişiyor yollarımız. Benim üşüdüğümü bilmek onu biraz daha normalleştirecek. Biliyorum.
- evet, üşüyorum.
- Bak ellerini böyle koyarsan ısınıyorlar.
- Sağolasın.. adın ne senin?
- Muhammed..
Muhammedin kara gözleri aydınlık yüzünde birer zeytin tanesi.. ey Muhammed… lütfen beni de imana getir..
Muhammed merak ediyor o pastane sıcaklığında ne işim olduğunu. Dilim döndüğünce anlatmaya çalışıyorum. Vaz geçiyorum sonra. Anlatılacak sağlam bir sebebim yok. Hiçbir sebep onunki kadar sağlam olamaz, bilmekteyim.
Büyüklüğüne inandığım yazar bankadan çıkıyor. Onun bankadan çıkması ile ayağa fırlıyorum ben. Artık ihtiyacım yok Muhammed senin pastane sıcağına. Bak bu adamla gideceğim ben. Büyük bir ihtimalle kendine hayran bu çıtırla iyi vakit geçirmek isteyecektir. Ama yağma yok. Bu çıtır bu yaşında bile bir beden büyük gelir ona!!
Gözgöze geliyoruz hayranı olduğum yazarla. Beni ilk görüşü bu. Ama o mucize gerçekleşiyor işte.. tanıyor beni. Adımı söyleyiveriyor bir çırpıda. Evet o benimmmmmm..
Gülümsüyor yazar. Beklediğinden güzel bir hatun var karşısında. Muhammed şaşkın gözlerle izliyor ikimizin ayakta duran halini. Muhammedi gösteriyorum yazara. Çünkü tüm hikayelerinde Muhammetleri anlatıyor. Onları anlatarak bu kadar sevdirdi kendini bana.
Yazar Muhammedi görmüyor. Çünkü akşam yemeğini düşünüyor şu sıralar.
Muhammed yanıma geliyor usulca.
- abla bir eldiven al..
içimde kırılıp dökülenlerin haddi hesabı tutulamıyor… yok olanın var olandan bir şeyler talep etmesi niye bu kadar yadırgatıyor bizi?
- tamam gel hadi alayım eldiven sana.
Deyiveriyorum. Kırık dökük tüm harflerim.. ama güzel çocuk biz seninle ne çok şey paylaştık şu birkaç dakikada, diyemiyorum.
- yok abla bana değil. Kendine bir eldiven al. Üşümezsin belki..
işte o an.. tam o an.. çantamı değil insanlığımı koruma kararı alıyorum.
Yok yazarcığım.. bu akşam yemeğinde kendin pişir kendin ye yapacaksın yine.. ben bu akşam bu genç adamla pastane sıcaklığında ülkemin deli türkülerini mırıldanacağım.. buyur canım bu türküde bu çıtırdan sana geliversin…
Veeee orkestra müziği çalmaya başlar…