- 971 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
-Büyük Ödül-
-Büyük Ödül-
Patlayan revolver marka silahın sesiyle birlikte başlıyor yarışımız.Herkes olağan gücüyle yarışı birinci bitirmek bitirip büyük ödülü alabilmek için delicesine koşuyor bin metrelik parkurda.Aslında birinci olmaktaki tek amaç ödülü kazanmak değil yok olma korkusuna karşı da yarışıyoruz çünkü birinci olan dışında herkes kurallar gereği öldürülecek ve kötü kokan bir çöp torbası gibi fırlatılıp atılacaklar üzerinde kara kedilerin dolaştığı pis bir çöp kutusunun içine.Son yüz metreye yaklaşmışken önümde iki tane çelimsiz rakibim var,arkamda kalanlar içinse üzülüyorum.Kendimi derin bir uçurumdan düşerken küçük bir ağacın dalına tutunmuş,o dalın kırılmaması için yalvaran bir insana benzetiyorum.Bitişe yaklaşık elli metre kalmışken gücüm tükenmek üzere fakat gözlerim önümde sadece bir çelimsiz rakip görüyor,onun arkaya bakabilecek gücü var mı bilmiyorum ve zorlukla arkasından bağırıyorum ’arkandakiler için sakın üzülme,kendin için göz yaşı dökmelisin ölmeden önce.’ Sanki tutunduğum dalın çatırdamaları kulaklarıma süzülüyor fakat yorgun gözlerimin arkasına doğru yavaşça gerileyen son bir kişiyi daha gördüğümde sessizce kendi içimde onunla konuşuyorum ’ağlamalısın ölmeden önce…’diyerek yarışın sonuna en önde yaklaşıyorum.On,dokuz,sekiz,yedi,…üç,iki,bir metreler gürül gürül akan bir şelale kadar hızla kayıp geçiyor yanımdan ve o kan kırmızısı zafer çizgisini büyük bir sevinçle geçtim.İşte birince olmuştum,hayatım kurtulmuştu,hayatım boyunca hiç bu kadar mutlu olmamıştım herhalde.Bir an aklıma geldi peki ya ’büyük ödül’ dedikleri neydi acaba diye merak ettim.Arkama dönüp baktığımda o hırslı rakiplerimden eser yoktu toz olup uçmuşlardı sanki ve ben sabırsızlıkla ’büyük ödül’ümü bekliyordum.
Aniden birileri gelip kollarımdan sıkıca tutuyor,adamlardan birisi gözlerimi zafer çizgisindeki kırmızıyla aynı kırmızılıkta bir bezle kapatıyor,ayaklarımı da bağlıyorlar.Sanırım bu bir sürpriz ya da bir gelenek,ödülü nasıl verecekler acaba?Artık daha da merak etmeye başladım.Kim merak etmez ki,birileri gözlerinizi kapatacak,kollarınızdan tutacak,ayaklarınızı bağlayacak ve ’büyük ödül’ünüzü bekliyor olacaksınız kim merak etmez ki…Bir iki dakikadır bu insanların ellerinde ödülüme götürüldüğümü düşünüyorum,bir yandan da içimde müthiş bir sevinç var hayatım kurtuldu ne de olsa.Gözlerime sıkıca bağlanmış bez yavaşça çözülüyor,tam gözlerim serbest kalmışken beni dar bir kapıdan içeri itiyorlar.Kendimi bu karanlık odada yere yapışmış bir şekilde buldum,içeride ışığa dair hiçbir iz yok,hemen sağımda yukarıda üç demirli bir pencere var ama oradan bile ışık girmiyor içeriye.Burası ne böyle?Demirden küçük bir pencere,dar karanlık bir oda,hapishane gibi bir yer sanki burası.Ödülüm nerde diye haykıran sesim bu küçük odanın içinde defalarca yankılanıyor kulaklarımda.Önümü bile görmekte zorlanıyorum bu lanet karanlığın içinde,sürüne sürüne ilerlerken bir duvara çarptım.Önce yavaşça dokundum bir şey olmadı,güçsüz bir yumruk attım ne bir ses var ne de bir hareket.Sonra biraz daha kuvvetli vurdum bu sefer elimde biraz acıdı.Ardından bir ses,bu da neyin nesi ’ayy,tekme attı çabuk gelin bakın,kahretsin durdu hadi oğlum bir daha vur da baban da duysun seni’ Bu sesler?Nerdeyim ben?Hangi dil acaba bu konuştukları?Acaba yanımda başka insanların olduğu bir oda daha mı var?Derken bu sesleri tekrar duymak için yine aynı şiddetle vuruyorum duvara,yine elim acıdı ve yine o sesler ’büyümüşte tekme de atarmış,yavrum benim ya.’Gereksiz anlamadığım cızırtılardan başka bir şey değil bu duyduklarım,bir daha duymak istemiyorum.Zaten yorgunluktan ölmek üzereyim diye aklımdan geçirirken sızıp kalmışım duvarın kenarında.Uykumun en derin,en tatlı yerindeyken uyanmama neden olan cızırtılar yine aynı türden ’acaba ismini ne koysak,kız olursa melisa,erkek olursa kadir koyalım,ne dersin canım olur mu?’ Beni uyandıran bu sesten ne olduğunu bilmediğim bu dilden nefret ediyorum.Bu defa sesin kesilmesi için tüm gücümle duvarları yumrukluyorum ellerim kırılasıya kadar.Cızırtılar daha da beynimi tırmalayarak artıyor ’ayy geliyor galiba yetiş geliyor geliyor…’ Ardından derin bir sessizlikle gelen uzun bir uyku çekiyorum ta ki odamın kapısı açılana kadar.Küçük dar kapı açılır açılmaz içeriye ışık bulutları süzülüyor,tam kapıdan çıkacakken,kahretsin yine gözlerimi kapatıyorlar.Olsun ışığı gördüm ya o da yeter bana.Kapalı gözlerim,bağlı kollarım,güçsüz bacaklarıma rağmen kulaklarım çok iyi işitiyor birisinin fısıldadığı şu sözleri ’İşte Ödülün’…Yıllar boyunca öğrenmek istedim,ödülüm neydi?Bana kim ’işte ödülün’diye seslendi?gözlerim açıldı,kollarım çözüldü,güçlü bacaklarım oldu,ödülümün ne olduğunu anca anlasam da o sözleri kimin söylediğini hiç anlayamadım.Belki bir gün yine aynı ses bana kim olduğunu söyler.
Şimdi tam on sekiz yaşındayım,yıllar önce duyduğum cızırtılar şimdi konuştuğum dil ve on sekiz yıl önce kazandığım yarışın ödülü,herkesin kendine göre yaşadığı,kendi gördüklerinden,duyduklarından,duygularından,kararlarından oluşturarak çizdikleri resim. ’Yaşam’…