TARTICI YAŞLI AMCA
Volkan henüz on altı yaşında uzun boylu, sarı saçlı ve beyaz tenli bir delikanlıdır. Kendisi henüz on altı yaşında olmasına rağmen hayatın birçok zorluğuyla karşı karşıya kalmıştır. Çünkü annesi o daha dokuz yaşındayken vefat etmiştir. Volkan, tam anne sevgisine ihtiyaç duyacağı bir dönemde öksüz kalmıştır. Babası ise büyük bir şirkette yetkili olarak görev yapmaktadır. Volkan için para-pul basit şeylerdir belki hayatında en son değer vereceği şeylerden de birisidir. Ama bunun yanında da anne hasreti gönlünde çok büyük bir yara açmıştır.
Volkan küçük yaşta annesini kaybetmiş ve kalbinin bir yarısını yitirmiştir. Sarışın delikanlımızın hayatındaki tek korkusu kalbinin diğer yarısını da yani babasını da kaybetmektir. Bu yüzden de babasının bir dediğini iki etmez ve asla saygısızlık etmezdi. Volkan, çok saygılı olmanın yanı sıra çok mert ve cömert bir kişiliğe sahiptir. Yeryüzündeki hiçbir adaletsizliğe ve haksızlığa tahammül edemezdi. Kendisinden daha değerli olarak bir babasını bir de annesi olmayan öksüzleri bilirdi.
Mert delikanlımız her gün okuluna gidip-gelirken duraktan otobüse binmektedir. Durakta beklerken meşgul olduğu tek uğraş ise, yerde oturmuş ve önünde çok eski bir baskül bulunan yaşlı amcayı seyretmektir. Mert bildiğimiz delikanlımız, her gün iki defa kendi kendine soruyordu: ‘ Acaba bu amcanın gerçekten paraya ihtiyacı var mı, eğer varsa ben buna nasıl göz yumabiliyorum. Nasıl oluyor da dolgun gözler içerisinde bana el uzatan yaşlı bir amcanın elini tutmadan geçip gidebiliyorum.’ Diye kendi kendine yakınırken diğer taraftan da: ‘Sokakta o kadar üçkâğıtçı, sahtekâr adam var ki, ya bu amcanın da gerçekten paraya ihtiyacı yoksa niye yok yere cebimdeki parayı bir sahtekâra vereyim ki’ diye de içinden geçirmiyor değildi. Volkan her gün bunun mücadelesini verirken bir kez olsun yaşlı amcaya yardımcı olmamıştır. Çünkü eğer amca gerçekten sahtekârsa, kendisinin yanıltılmış olacağını düşünür ve bu mücadele sırasında aradan haftalar geçip gider.
Adil ve mert delikanlımız, bir hafta sonu en yakın arkadaşı Murat’la, saat 11.00’de okulun durağında buluşmak üzere sözleşir. Derslerden uzun zaman kafalarını kaldıramayan gençler ellerine geçen bu eğlence fırsatını çok iyi değerlendirmeyi düşünürler. Bunun için ikisi de babalarından fazlaca para alırlar. Sarışın delikanlımız çok heyecanlanır ve geç kalırım korkusuyla evden erken çıkar. Fakat hiç de umduğu gibi olmaz. Randevularına bir saat kala durağa gelir. Belki Murat da erken gelmiştir ümidiyle etrafına bakınırken, birden yaşlı amcaya gözü takılır ve kendi kendine: ‘Sonunda yaşlı amcanın gerçek yüzünü öğrenme fırsatım doğdu, bakalım gerçekten de muhtaç mıymış’ diyerek amcanın yakınında bir yere diz çöker ve dikkatlice seyretmeğe başlar.
Bekler… Bekler… Bekler… Ama henüz tek bir kişi bile amcanın tartısında tartılmak istemez. Derken, bir delikanlı gelir tartıya çıkar. Fakat kaç kilo geldiğine bile bakmadan amcanın eline kâğıt paraları tutuşturur ve sanki olmamışçasına yoluna kaldığı yerden devam eder. Yaşlı tartıcı amcanın gözleri dolar ve içini çekerek, “Allah’ım sana şükürler olsun bugün de öksüzlerimin rızkını verdin” diyerek toparlanmaya başlar. Baskülünü de aldıktan sonra yolun karşısındaki markete girer.
Kahramanımız iyice meraklanır ve bu arada Murat’la buluşacağını da tamamen unutur. Hem amcayı kaçırmamak hem de marketten ne aldığını görmek için kapının önünde amcanın çıkmasını bekler.
Sonunda yaşlı tartıcı marketten çıkar. Volkan keskin bir bakışla gözlerini amcanın elindeki poşete doğru çevirir ve poşette iki ekmek bir de süt olduğunu fark eder. Buna bir anlam veremez ve bu sefer daha da meraklanır. Yaşlı amca durağın hemen arkasındaki sokağa döner. Uzun boylu delikanlımız bir yandan amcayı kaybetmemek için çabalarken diğer taraftan da Murat’la olan randevularına geç kalmanın korkusunu yaşıyordu. Ama öyle görünüyordu ki bu merak bu gün sona erecekti. İçinde bulunduğu kararsızlıktan büyük bir iradeyle sıyrılır ve amcanın peşinden yürümeye devam eder.
Tartıcı amca bir müddet daha yürüdükten sonra, elli yıllık bir yıkıntıyı andıran bir insanın yaşayamayacağı kadar eski bir gecekonduya girer. Delikanlımız önce girmekte tereddüt eder ama merakı buna müsaade etmez ve Volkan da amcanın arkasından gecekonduya girer. Fark edilmemek için suntadan yapılmış milatlık bir kapının arkasına geçer ve dikkat kesilir.
Öksüz delikanlımız birden kendisinden geçer, kendisine dünyalar kadar güvenen Volkan kendisinden utanır hale gelir.Adeta yerin dibine girmiştir. Bugün boyunca yaşadığı her şey bir anda değişik bir ifadeye bürünür. Karşısında iki tane öksüz çocuğun, tek varlıkları olan babalarından ekmek ve süt beklediklerini, bir ekmeğe ne kadar muhtaç olduklarını, öksüzlerin gözyaşlarıyla ıslanmış bir ekmeği öyle bir iştahla yediklerini görünce, hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlar. Önce nasıl bu öksüzlerin aylardır aç kalmasına sebep oldum diyerek kafasını kapıya yaslar ve kahrolur ama sonra dünyanın en şanssız insanın kendisi olduğunu düşünürken şimdi kendisini dünyanın en şanslı insanı olarak görmeye başlar.
Ve tam o sırada annesinin ölmeden önce kendisini anlattığı hikâyelerden birisinde geçen altın değerinde bir söz aklına gelir: “ Ayakkabılarım olmadığı için kendimi dünyanın en şanssız insanı sanırdım; ta ki ayakları olmayan bir insan görünceye kadar.”
YORUMLAR
Duyguların güzel olduğuna göre,yazdıkça kalemin de güzelleşecektir.Devam et kardeşim.Güzel duygularına ve
yazmaya başlayan kalemine dem vurma sakın..
Gecenin en karanlık noktasındayız.Demek ki güneş doğmak üzere.Ve güneş tekrar doğduğunda,yeniden en güçlü silah,kalemler olacaktır.Yani bütün pislikleri,kokuşmuşlukları,kalemimizle temizleyeceğiz.Yapmamız gereken,kalemlerimizi güçlendirmek.Yoksa duygularımız güçlenmeye başladı bile..
Sn.Esat,hikayede hangi zaman kipiyle başlamışsan onla devam etmen gerekir.Ancak öyküde genellikle dili geçmiş zaman kullanılır.Geniş zaman pek uygun düşmez(örn. gelir, gider..) Delikanlımız, kahramanımız gibi ifadeleri de kullanma bence, adı neyse onu yaz.İlerde daha güzel yazabilirsin,bol bol hikaye oku.Selamlar.