Hüzün denizi...
yarım saattir sokaklarda boş boş yürüyordu. İçinde bir acelecilik vardı. Sahile yakın bir çay bahçesinde oturdu. İçinde iki küçük bina barındıran alçak duvarlı bahçe oldukça kalabalıktı. Kendisine ancak kapıya yakın bir masada yer bulabildiği sandalyesine iğreti ilişti. Kısıtlı harcaması gereken parası ancak buraya yetebilirdi. Sorumlu olduğu anlaşılan iki kişi yoğun bir şekilde masalar arasında koşturup duruyorlardı. On iki on üç yaşlarındaki kısa boylu esmer çocuk acelece Aylin’in yanına gelerek siparişini İngilizce sordu. Anlaşılan geç kızı turist sanmıştı. Önce ne olduğunu anlamasa da birazdan kendisini turist sanıldığını anlayınca ona gülümsedi ve siparişini verdi. İstediklerini getirdiğinde çocuk yoğunluğunun yanı sıra bir o kadar da neşeli tavrıyla genç kızdan özür diledi.
— Abla kusura bakma, ne bileyim turist sandım işte.
— Ne önemi var sonunda anlaşabildik ya.
— Öyle. Başka bir arzunuz var mı?
— Evet, bir elemana ihtiyacınız olup olmadığını soracaktım.
— İşe mi ihtiyacınız var?
— Hı hı.
— Birazdan dönerim. Dedeme sormam lazım. Çocuk yanından ayrılırken dedesi olduğunu öğrendiği adam onu tok bir sesle çağırıyordu.
— Aliiii.
Burasının samimi havası ve Aylin’in iki günlük kısmi açlığı da kendisini iyiden iyiye hissettirmeye başlamıştı. Ancak bu ona bir şey daha hatırlatıyordu, para. Evet, normalde para onun için diğer insanların sandığı kadar da önemli bir değer değildi. Ancak şimdi bu onunda varlığını sorunsuz sürdürebilmesi için gerekliydi.
İşletmedeki yoğunluk azalınca mekânın güzelliği daha bir netlik kazanmaya başladı. Artık yaşlı adam görünmüyor, Ali ise boşalan masaları siliyor, etrafı düzenliyor, kalan müşterilerle ilgileniyordu. Aylin de artık karnı doymuş ve yönünü daha rahatça kafenin olduğu yöne çevirmiş Ali’yi beklerken etrafı seyrediyordu. Birkaç masa doluydu. Birisinde beyaz önlükleriyle oturmuş sohbet eden iki adam, bir diğerinde gayet ciddi giyimli başka bir bey elinde gazetesiyle oturmuş limonatasını yudumluyor hemen yanındaki masadaki gürültücü genç grubu hiç duymuyormuş gibi önündeki yazıyı okumaya devam ediyordu. Yanına birazdan aynı ifadeyi yansıtan birde bayan geldi ve bir iş toplantısı için oldukça hareketli kaçacak olan bu bahçede çevrelerindeki gürültüye aldırmadan önlerindeki kâğıt yığınına eğilerek konuşmaya başladılar.
Aylin buraya gelir gelmez kendisinde oluşan değişiklikleri fark etmeye başladı. Daha önceleri hiç ilgilenmediği şeylerden birisiydi insanların neler yaptığı. Oysa şimdi onları izliyor ve kendi kendisine yorumlar yapıyor ve de onları, özelliklede şu çok şamatacı olan genç gruba karşı aşağılayıcı bakışlar atmasına engel olamıyordu bir türlü. İçinde onlarla saçma bir şekilde aşağılama, alay etme isteği duyuyordu. Şimdi ayağa kalkıp bahçenin tam ortasına kadar ilerleyip onlara hitaben;
— Salaklar topluluğu; böyle gayesizce burada boş şeylerden bahsetmek kolay. Hadi, kolaysa, kendinize güveniyorsanız bir anda kendinizi boşluğa bıraksanıza. Yapabiliyorsanız kendinizi yalnız, kimsesiz bıraksanıza. Nasıl oluyor da böylesi mutlu olabiliyorsunuz? Hayatınızdan nasılda memnunsunuz öyle. Diye haykırmak geldi. İçindeki gitmiş olmanın huzursuzluğu çok sancılıydı ve mutluluğu hiç olmadığı kadar merek ediyordu. Aynı zamanda da her şeyle mücadele gücünü de tetikliyordu. Yüzünde biraz önceki sakin ve rahat ifadenin yerini birden bire ani öfke nöbetinin dalga dalga yayılması alıyordu. Uykusu gelmişti.
Birden sallanan bir yatakta buldu kendisini. Daracık bir oda da beyaz raflarla dolu duvarlar eczane gibi kokuyordu. Başucunda duran iki beyaz gölgeyi fark ediyordu. Otobüste yanında oturan adamı görür gibi olmuştu. Ne olduğunu hatırlamaya uğraştı birkaç saniye kaburgalarındaki korkunç sancıyı hissetti ve mırıldandı;
— Yinemi?
Yanındaki sesle irkildiğinde garson çocuk masayı temizlemek için izin istiyordu. Sandalyesinde oturup onu izlerken bir anlık bir hayal gördüğünü düşündü. Uykusuzluktan ölüyordu.
— Yorgunluktan olsa gerek. Diye geçirdi içinden. Aslında burasını sevmişti, yemek saati de geçince iyiden iyiye sakinleşen bahçede yalnızca rüzgârla birlikte sallanan ağaç dallarının hışırtılı sesleri ve birde Ali’nin ıslığı kalmıştı. Aylin’in birden aklına geldi;
— Ali, ne oldu şu bizim iş?
— A, abla valla ben yoğunluktan unutmuşum. Sen bir dakika daha bekle ben hemen geliyorum. Dedi ve çocuk dediği gibi gerçektende bir dakika sonra döndü. Ona dedesinin kendisini beklediğini söyledi. Aylin oldukça heyecanlanmış, adama ne yalan atacağını düşünmeye çalıştı, ancak öyle telaşa kapıldı ki bir türlü kafasını toparlayamıyordu. Kapıdan içeri dışarıdaki güneşten gözleri kamaşmış halde Ali’nin adımlarını bir gölge izlermiş gibi takip ederek girerken artık söyleyeceklerini son ana bırakmıştı bile. Çünkü en iyi yalanın sıkışılan anda atılanlarının olduğunu kendi deneyimleriyle biliyordu. Salonun en uç köşesindeki masanın önüne gelince patron adayının yüzünü seçebildi. güneşten sonra görmesi oldukça zorlaşmıştı.
— Merhaba. Dedi. Adam sanki onu duymamış gibi çocuğu dönerek ona;
— Bu mu? Diye sorunca genç kız işte daha ilk anda burayı terk etmeyi
düşündüyse de bunu artık öyle kolay yapamayacağını düşündü. Nede olsa öyle her kafasına estiği anda çekip gidecek kadar müsait değildi şu anki durumu. Ancak bu onunda düşündüğü gibi sadece şimdilik böyleydi. Sadece bulunduğu durumunu sindirebilmesi için zamana ihtiyacı vardı o kadar.
Ali oldukça geveze bir çocuk olmasına rağmen dedesine sadece bir “evet” demekle yetindi. Aylin’i dedesiyle tanıştırdığı ilk adımdaki ciddiliği onunda dikkatinden kaçmamıştı. Adam aynı ciddiyetiyle genç kıza dönerek ona burada ne iş yapabileceğini sorunca kız bir an bocalayınca adam konuşmasına devam etti.
— Bak, bizim işlerimiz çok yoğundur. Tahmin edersin herhalde sürekli birilerine hizmet eder dururuz burada. Hele de yaz sezonunda daha da beter olur sıcağın altında. Sen bunu kaldırabilir misin bakalım? Kafasını salladı önce Aylin. Gözlerine bakarak konuşmaya çabalıyordu.
— Evet efendim, yapabilirim. Dedi ve daha ağzını ilk açtığı anda kızdı kendisine. O kadarda kendisini telkin edip duruyordu, kendim gibi konuşacağım diye. İşi alması gerekiyordu, ama yinede bunu riya ya da her ne halt ise işte onun yardımıyla yapmayacaktı. Şuanda da şunu anlıyordu ki bir şeylere ihtiyacı olan insanlar birçok yerde karşılarındaki insanların önünde çoğu zaman kendileri olamıyorlardı. Ya daha da güçsüz duruyorlardı ya da daha donanımlı izlenimi veriyorlardı. Oda şu anda normalde belki daha süslü bir yer bulmak için ilerlerken uğramak bile istemeyeceği bu lokantada bir iş bulma ümidiyle kendisini iyi bulaşık yıkar gibi ya da servis yapmanın altından kolayca kalkabilirmiş gibi gösteriyordu. En azından çabalıyordu. İçindeki his ona bugünü pekte zor geçirmeyeceğini söylüyordu. Sesine biraz daha güven izleri katmak istemişti, ama açıkçası bunda da bayağı zorlanıyordu. Yaşlı adam genç kızı soru yağmuruna tutmaya başlamıştı bile.
— Adın ne, kaç yaşındasın, evin buraya yakın mı ve burada çalışabileceğinden emin misin? Sonra sende üç gün sonra kaçıp gitme. Bu soruyu ısrarla soruyordu adam.
— Evet, kaçmak benim için en zevklilerinden birisi diye geçirdi içinden. Ancak bu oyunu oynamak için yaklaşık bir on sekiz yıl hazırlanmak gerekiyordu. Uykusuzluktan gözaltları morarmıştı. Yöneltilen soruların hangisinden başlayacağını düşündü biran. O da burada çalışabileceğinden emin olmamakla birlikte bunu yapabileceğini belirterek başladı söze. Artık bu iş sanki iddiaya binmişti. Bu sefer sesi daha gür çıkıyordu.
— Evet, çalışabilirim. Adım Aylin,
— Soyadın yok mu?
— Evet, var. Sesi yine siner gibi olmuştu. Başak. On sekiz yaşındayım, evimse henüz yok. Çünkü İstanbul’dan daha bu sabah geldim, ama diye ekledi acelece en kısa zamanda kendime kalacak bir yer bulabilirim. Dedi bir solukta ve neredeyse yarışmacı arkadaşlara başarılar dilerim bile diyecekti. Ancak şuan burada bir evinin olmadığını söylerken sesi cümleye başladığı gibi güçlü çıkmamıştı. Sesinin cılızlığı iyice sıkmıştı onu gereksiz yere boğazını temizleme ihtiyacı duydu. Öyle kasılmıştı ki bunu da yapamayacağını düşündü. Çünkü bu hareketinin de kendisini zayıf göstereceğini sanıyordu. Zaten kaburgalarındaki sancı kaslarının bu ufacık hareketini dahi kaldıramayacak kadar fazlaydı.
— Nasıl yani evsiz misin sen şimdi?
— Şey.. Derken öyle bir şey anlamında kafasını sallamak için çabalıyordu,
utanarak, patron adayı;
— Anlaşıldı. Dedi. Sizin gibilerde zaten hep beni bulur nedense. Aylin onun tam olarak ne demek istediğini anlayamadı, ancak sormaya korkuyordu. Susup onun konuşmasına devam etmesini bekledi. Adam;
— Bak küçük hanım; buradaki işleyişe ayak uydurduğun, arkadaş getirmediğin ve de sarhoş dönmediğin sürece bizimle çalışmanda herhangi bir mahsuru yok. Anlaşıldı mı? Derken genç kız karşısındaki adam ne derse desin ona şimdilik müdahalede bulunmayacağını planlamasına rağmen onun söylediklerinden hiç bir şey anlamayınca mecbur ağzını açmak zorunda kalmıştı. Zaten ifadesinden de anlaşıldığı üzere pek ikna olmuş bir hali de yoktu. Adam anlaşılmadığını fark edince;
— Sen yoksa tatil için gelmedin mi? Diye sorunca;
— Ha evet, öyle de sarhoş dönmek deyince.
— Kalacak yerim yok demedin mi sen?
Evet, anlamında başını salladı.
— Şimdilik.
— Tamam işte, şimdilik bizim misafirhanemizde kalırsın ama çalıştığın kadar para alırsın. Ne kadar çok çalışırsan o kadar maaşın artar. Ali ablanın çantasını odasına taşı. Dedi yaşlı adam. Ali ise o kapının anahtarlarını alırken oldukça ilginç bakmıştı dedesinin yüzüne. Daha sonrada istersen başka bir yere taşınırsın.
— Peki. Dedi ve şimdilik hiçbir soruyla karşılaşmamak için onlara gerçek durumunu açıklamayı erteledi. Bu her şeye emrivaki karar veren yaşlı adamın da kendince icabına daha sonra yavaş yavaş bakacaktı. O hiçbir zaman böyle lütfedilen şeyleri sevmezdi. Buna ihtiyacı olsa dahi.
____Ayağa kalktığında kocaman yastığı hala kucağında büyük bir yer kaplıyordu ve yaşlı adamın şüphe ile bakan gözleri bir an olsun ondan ayrılmamıştı. Aylin ağır çantasını alarak, adama teşekkür etti ve çocuğu takip etti. Odası işletmenin arka tarafında ufak şirin fakat pek bakımlı olmayan karanlık bir bahçeye bakıyordu. Böylesi güzel bir lokantanın arka tarafının böyle bitap olmasını onlara pek yakıştıramadıysa da kendisini bazen baykuşa benzettiği için burasının loşluğu tam da ona uyuyordu. Ancak yine de eğer burada kalmaya uzun süre devam ederse mümkünü yok düzene sokmadan edemezdi. Kendi içinde ne kadar dağınıksa etrafında da öyle tertipli olmaya özen gösterirdi elinde olmadan. Duvarları oldukça yüksek olan bahçede Ali’nin kapıyı açmasını beklerken bir köşeye yığılmış olan eski sandalye ve masalara takıldı gözü. İşte yine elinde olmadan insanları küçümsüyordu. Oysa o sahte katılığının altında yaşlı adamın ne kadar da şirin bir tonton amca olduğu ne belli oluyordu. Belki de genç kız böyle görmek istemişti. Uzun süredir açılmamış olan kapı gacırdarken Aylin burasının da en az bahçe kadar çirkin ya da hiç değilse bakımsız olduğundan şüphe etmeden girdi içeri. Işık yandığında ise peşin hükümlülüğüne yine lanet yağdırdı. Çünkü burası gerçekten de çok şirin bir odaydı. Sürekli kendi olumlu fikirlerine karşı hep zıttını iddia edip duruyordu. Pekâlâda güzel olan bu küçük oda yalnızca biraz tozluydu o kadar. Ama bir insanın ihtiyacı olabilecek her eşyanın ayrıntısıyla düşünülüp yerleştirildiği de belli oluyordu. Hatta lokantanın bir uzantısı olmasına rağmen birde ufak bir banyo tuvaleti bile vardı burasının. Ali;
— Bu odayı bir süredir açmamıştık o yüzden tozlanmış. Sen otur rahatına bak ben şimdi gelirim. Dedi eşyaların üzerindeki çarşafları kaldırırdı ve çıktı.
Çantasını yere bıraktı. Kapının hemen karşısındaki koltuğa oturdu ve yeni odasını incelemeye koyuldu. Oda ufak fakat sevimliliği inkâr edilemeyecek kadar belirgindi. En azından Aylin için. Odanın küçük bir camı ve hemen altında da en fazla iki kişinin kullanabileceği kadar bir masa ve iki de sandalyesi bulunuyordu. Masanın yanındaysa birkaç çekmeceli bir şifoniyer bulunuyor ve masayla kapının arasında duruyordu. Yatak ise odanın sağ tarafında kalıyor, karşısındaki duvarda ise ayna ve altında da yüksekçe bir sehpa yer alıyordu. Yanındaki kapıdansa banyoya geçiliyordu. Kalkıp aynanın önüne geldi. Patronu odasına gönderirken yorgun göründüğünü söylemişti.
— Doğruymuş. Allah’tan madde kullandığımdan falan şüphelenmedi. Dedi kendi kendisine. Belki de öyle düşünerek öyle bakıyordu yüzüme. Dedi. Gülümsemeye çalışıyordu. Ne salak bir cümle kurmuştu. En azından şimdiye kadar her şey umduğundan da iyi gitmişti. Yeni yatağına döndü yüzünü. Tavandaki kapağın altında dikilerek onu hemen baş tarafındaki kapının ne olduğunu henüz çözmemişti ki Ali elinde bir kova ve bezle döndü. Banyodan su doldurup toz almaya başladı. Aylin ona yardım ederken
— İlginç bir fikir doğrusu, dedi. Yan tarafta eviniz dururken buraya bir misafirhane yaptırmanız.
— Ali’de zaten konuşmaya yer arayanlardandı ve başladı anlatmaya.
— Eskiden burası evmiş. Yani ben küçükken biz burada kalırmışız.
— Siz kim?
— Annem ve ben, birde babam ama o zamanının çoğunu denizde geçirdiği için bizimle fazla kalamazmış.
— Baban balıkçı mı?
— Hayır. Kaptandı. Burası o zaman çok güzel bir evmiş. Her yer babamın uğradığı limanlardan getirdiği hediyelerle doluymuş. Biliyor musun babam bizim son akrabamızmış o ve Annem gidince başka hiçbir akrabamızda kalmamış. Son sözleri biraz buruk söylemişti.
—Gidince mi? Ali elindekileri yere bırakıp kollarını birleştirerek şifoniyere yaslandı. Gözlerine aniden gelip yerleşen hüzün gölgesiyle Aylin’e baktı.
— Ölünce yani. Dedi. Aylin biran ona hatırlattığı için kendisini sorumlu tuttu. Kalktı, onun yanına giderek saçlarını okşadı.
— Affedersin Ali düşüncesizlik ettim. Dedi. Ne kadar da kolay söylemişti, özür dilemek Aylin’e göre değildi. Ölümü oda kendisine yakın hissediyordu. En çok korktuğu ise bir yakınının ölümüne tanık olmaktı. Oysa şimdiye kadar hiç böyle kahredici bir durumla karşı karşıya kalmamıştı ve yatıp kalkıp en çok şükrettiği tek şeyde buydu.
Ali değişken bir çocuktu. Kendisini hemen toparladı. Daha canlı bir ses tonuyla;
— Yo, Aylin abla ben onlara öldüler demeye zorlanıyorum da ondan gittiler diyorum. Dedi ve kaldığı yerden anlatmaya devam etti.
— Anneannem bu evi gördükçe çok üzülüyormuş. Dedem ona buraya girmeyi yasakladığı halde o yinede devam edince sonunda oda burası hariç tüm binanın şeklini değiştirmeye karar vermiş.
— Ama bu haksızlık, yani tamamen sınırlamak doğru değil ki.
— Evet, ama dedem anneanneme yasak koyarken onun zaten buna uymayacağını biliyormuş da o iyice abartınca karısının akıl sağlığını bozmasından iyidir diyerek bu kararı almış. Dedi çocuk.
— Sonrada lokanta olmuş, öylemi.
— Önceleri bayağı düşünmüş ne yapsam diye ama sonra eşyaları koyacak bir yer bulunca hemen lokanta yapmış. Derken çocuğun gözleri tavandaki kapağa takılınca Aylin’in de merakını cezp etti orası.
— Ne yapmış eşyaları? Dedi. Ali ise sadece bir baş işaretiyle ona kapağı göstermekle yetindi.
— Çatıda mı yani?
— Hayır, tam olarak değil. Yan oda da. Aylin bir an o odaya banyodan girildiğini sandı. Ancak çocuk çatıyı işaret etmişti. Merakla;
— Eee. Dedi.
— Kapısı yok. Dedem anahtarı sadece kendisinde olan iki kapak yaptırmış çatıya. Birisi bu kapak diğeri ise buradan yukarı çıkınca az ilerdeymiş.
— Anneannen içeri giremiyor yani.
— Sadece omu, bende.
— Sen neden peki?
— Ben anneannemin kurbanı oldum doğrusu. Çünkü ‘patron’ onun beni de etkilediğini düşünüyor. O yakın zamana kadar hep ağlardı. Tabi etkilendiğim de doğru. Ama yine de hiç değilse bir kere görseydim şu hatıraları.
— Belki uygun zamanı bekliyordur deden.
— O, değil orayı anahtarını bile göstermez bize orasının. Zaten birkaç kere de çalmaya kalkıştık.
— Sabıkalısınız yani.
— Evet. Ama sen gelince çok şaşılacak bir şey oldu. Oda bu odayı açmam için anahtarları verdi. Acaba diyorum hazır o yokken ben şuraya tırmansam mı?
— Ben bir şey diyemem.
— Bana yardım etmez misin yani?
“Allah’ım kâbus mu bu” diye geçirdi içinden. Lafı değiştirmeye çalıştı.
— Merak ettim, neden ölmüşler annen ve baban? Bak anlatmak istemezsen anlarım. Dedi genç kız.
— Şeyde, gemi batmış. Babam uzun seferlere çıkarmış. O yüzden de zamanının çoğunu bizden uzaklarda geçirirmiş. Bir keresinde bir İtalyan firması babama ve ekibine içinde çok zengin insanların bulunacağı Akdeniz’e turistik geziler düzenlenen bir deniz yolculuğunun kaptanlığını yapmasını teklif etmişler. O da biraz uzun sürecekmiş ama kabul etmiş. Çünkü yanlarında ailelerini de getirebileceklermiş. Babaannem önce çok direnmiş bizi göndermemek için ama sonunda beni bırakarak annemin gitmesine razı olmuş ve o gemi bilmiyorum sen hatırlar mısın ama bundan on, on iki yıl önce Yunanistan açıklarında batmış.
— Sahi mi?
— Evet. Ama gemi kıyıya aslında çok yakınmış ve babamın görevi İrlandalı olan ikinci kaptana devredip odasına çekildiği sırada olmuş ve yolcular kıyıya yakınlık sebebiyle çabuk kurtarılmasına rağmen babamla birlikte birkaç mürettebatta ölmüş.
— Annen?
— Babam kaptan olduğu için gemiyi hemen terk etmemiş. Öyle diyorlar. Annem de yanında kalmış olmalı. Ama öyle olsa bile babamın odasında değil de dümende ya da ne bileyim denizin içinde boğularak ölmesi gerekmez miydi? Odasındaki ağır bir dolabın altında değil. Hem annem de günler sonra bulunmuş. Bence o gemide o gece neler olduğunu bilen yok, varsa da susmuş bu zamana kadar.
Aylin onu dinlerken sanki karşısında ki çocuğu gördüğü korkunç bir rüyayı anlatıyor gibi dinliyordu. Ya da Titanik filminin biraz formatlanmış olanını.
— Anneannem de hep babamın değil de annemin ölümünü şüpheli bulur. Çünkü babam bir dolabın altında kalmış olabilir ama annem çok iyi yüzme bilirmiş. Biliyor musun iki yıl önce okulla bir kütüphaneye gitmiştim. Aslında o da şöyle oldu. Burada bir komşumuz var. Adam okuduğu tüm gazeteleri saklatırdı. Hem de çok eskiden beri. Ben de bir gün dedem o olayla ilgili hiçbir şey anlatmadığı ve anlattırmadığı için onun yanına gitmiştim. O zamanki gazetelere bakmak için. Ama dedem ona bile tembih etmiş ve oda bana bir şey göstermedi. Ama her gün gidiyordum onun kapısına. Oda sonunda dayanamadı, zaten istiyorlarmış elinde ki tüm gazete ve eskiden basılan ne kadar dergisi, gazetesi varsa kütüphaneye bağışlamış bende gidip okudum onları. Orada da annemin ölümünün şüpheliler arasında olduğunu söylüyorlardı.
— Şüpheliler mi?
— Evet. Birde o anın korkusundan olabilirmiş iki yolcunun intiharından söz ediliyordu.
— Annende mi intihar etmiş oluyor yani?
— Hayır. Yani bilmiyorum.
— Dedenin o gazeteleri neden okumanı istemediği de anlaşılmış oldu yani böylece.
— Evet, ama o bunların safsata olduğunu düşündüğü için okumamı istememiş. Aslında ben okuduğumu ona değil de anneanneme anlatıyordum oda duymuş ve bu yüzden Hızır amcayla konuşmuyor. Onun suçunun olmadığını söyledik ama o bir türlü ikna olmadı. Arkadaşı ona ihanet etmişmiş, ama Hızır amca onu hiç dinlemiyor bile her gün gelip burada kahvesini içiyor ve gidiyor. Dedem de hem onunla konuşmuyor hem de onun servisini hep kendisi yapıyor. Ali soluksuz konuşmasını Aylin’i babaannesi ve kendi anahtar çalma çabalarına ortak etmek amaçlı sürdürmeye devam ettiriyordu ki sonunda dedesi geldi ve çocuk hemen sustu.
— Sen hala burada mısın bacaksız? Bıraksana kız dinlensin biraz. Dedi ve iyi akşamlar dileyerek ayrıldılar odadan.
Onlar gidince Aylin bu yabancı oda da yalnız kalmaktan ürktü. Dışarıdan cırcır böceklerinin sesleri geliyordu. Odadaki eşyalardan eski eşyalara has çıtlamalar duyuluyordu ve onu sahiplenen tek şeyin bu sesler olduğunu hissediyordu. Aklı ise arada bir İstanbul’a kadar uzanıp geri geliyordu. Kulaklarında annesinin ağlaması çınlıyordu. Bu sanki bir hayalden de öte, sanki uyku anında kulağa çalınan sesler gibiydi. Ali’nin anlattıkları ise hala kafasını karıştırmaya devam ediyordu. Sanki anlatılanları daha önceden biliyordu. Belki de duymadım dediği kazayı bir ara duymuştu. Gözü tavandaki kapağa takıldı.
‘Acaba anlattıkları hayal ürünü şeyler miydi?’ diye düşündü. Nede olsa o daha bir çocuktu. Hem dedesinin bu konudan bahsedilmesini de bu kadar katı bir şekilde men edişinde de bir iş olmalıydı. En azından abartı olamaz mıydı? Muhtemelen ya yalan ya da abartıydı ama bu odaya gelirken lokantanın mutfak kapısını kullanarak değil de etrafını dolaşarak geldiklerini düşününce de orta da bir odanın sığabileceği bir boşluğun bulunduğu da gün gibi aşikârdı.
‘Off’ diyerek başını ovaladı. Ne kadar da çok ilgilenmişti bu konuyla.
‘Burada son vermeli yoksa şimdi kalkıp kaçacağım bu delilerin arasından’ diye mırıldandı. Kendisini görmezden gelerek.
Düşünürken göz kapakları ağırlaşmaya başlamıştı. Kalkıp camdan bakmak istedi. Ancak ne ışığı kapatıp nede üzerini değiştiremeden yatağa uzandığı gibi üzerini dahi örtemeden uyudu ta ki sabah 6.30 da duyduğu kapı sesine kadar aralıksız uzun süren bir uyku çekti. İlk günler bundan sonra her gün bu saatte uyanmak zor geldiyse de birkaç gün içinde buna da alıştı. Aynı Ali’nin gevezeliklerine de alıştığı en azından çalıştığı gibi. Ayrıca patronu olan Oğuz beyin de ilk geldiği gün ısrarla sorduğu şu ‘dayanabilir misin?’ sorusunun cevabını da çalışarak vermeye uğraşıyordu. Akşamları yatağa ağzı açık düşmesine rağmen. Eski hayatının rahatlığına oranla saçma bir yaşam mücadelesine girmiş ve yeni bir serüvenin kapılarını aralamıştı işte. Burada zaman farklı akmaya, dünya kalın bir çerçevenin içinden bir başka ama alabildiğine özgür görünmeye başlamıştı. Sadece hafif sallantılı bir gemide ağır ağır yol alıyor gibiydi, hüzün denizinde...
YORUMLAR
Emin olun biliriz... Ya da kendi adıma bilirim.
Çünkü eleştiriye önce iyi yönleri vurgulayarak başlarım.. Bu eleştirinin birinci kuralıdır.
Sonra zaten değer verdiğin bir şey üzerinde kafa yorar ve eleştirirsin, değer vermezsen görmezden gelirsin.
Bu küçücük yazıları, öyküyü çok beğendiğim için birkaç kere okuyup yardımcı olmaya çalıştım.
Hem öykü artık sizindir deyip hem neye sınır koyuyorsunuz anlamadım. Ayrıca aba altından sopa gösterecek bir yorum da yapmadım. Ne kurgunuza ne hayalgücünüze ne de kişiliğiinize bir laf etmedim.
Tamamen teorik bir eleştiriydi...
Sanırım öncelikle sizin bir yazan olarak sınırlarınızı bilmeniz gerekiyor...
Söz bitti...
Kurgusuyla ve anlatım özellikleriyle tam bir öykü. Öncelikle emeğinize sağlık...
"On iki on üç yaşlarındaki kısa boylu esmer çocuk acelece Aylin’in yanına gelerek siparişini İngilizce sordu...."
acelece=aceleyle
" Önce ne olduğunu anlamasa da birazdan kendisini turist sanıldığını anlayınca ona gülümsedi ve siparişini verdi. "
Önce ne olduğunu anlamadı (ya da 'bir an durakladı'), ama sonra çocuğun kendisini turist sandığını anlayınca na gülümsedi ve siparişini verdi.
"İstediklerini getirdiğinde çocuk yoğunluğunun yanı sıra bir o kadar da neşeli tavrıyla genç kızdan özür diledi."
Çocuk istediklerini getirdiğinde yoğunluğuna rağmen, neşeli bir tavırla genç kızdan özür diledi.
"Çocuk yanından ayrılırken dedesi olduğunu öğrendiği adam onu tok bir sesle çağırıyordu."
sonradan dedesi olduğunu öğrendiği veya dedesi olduğunu tahmin ettiği dense daha iyi olurdu. Çünkü henüz tanıştırılmadı.
"Aylin de artık karnı doymuş ve yönünü daha rahatça kafenin olduğu yöne çevirmiş Ali’yi beklerken etrafı seyrediyordu."
daha rahatça= fazlalık duruyor.
"kendi kendisine yorumlar yapıyor "
kendi kendisine=kendince.
"Sandalyesinde oturup onu izlerken bir anlık bir hayal gördüğünü düşündü."
iki tane bir fazla olmuş...
"Oysa o sahte katılığının altında yaşlı adamın ne kadar da şirin bir tonton amca olduğu ne belli oluyordu"
' ne' çıkmalı.
"onu dinlerken sanki karşısında ki çocuğu gördüğü korkunç bir rüyayı anlatıyor gibi dinliyordu. "
Aylin onu, çocuk sanki kötü bir rüya görmüş de onu anlatıyormuş gibi dinliyordu.
"Ancak ne ışığı kapatıp nede üzerini değiştiremeden yatağa uzandığı gibi üzerini dahi örtemeden uyudu ta ki sabah 6.30 da duyduğu kapı sesine kadar aralıksız uzun süren bir uyku çekti."
Bu cümle yeniden yapılandırılmalı, yani baştan oluşturulmalı, çünkü çok bozuk.
Elimden geldiğince yardımcı olmaya çalıştım. Çünkü öykünüzde emek vardı. Göremediklerim de olmuştur elbet. Ama anlatımınız, yazı diliniz geröekten güzeldi.
Sevgi ve saygıyla...