TELGRAFIN TELLERİNE SEVDA MI KONDU
Sesi adeta başka bir perdeden geliyordu. Üzüntü, hayal kırıklığı, kaybetme korkusu gibi pek çok duygusu, inada binmişti:
--- Neyi düşüneyim? Ne bıraktın ki geriye... Bakiye sıfır, limitini doldurdun sen!
Karşı tarafın sesi ısrarlı ve ümitliydi:
--- Yaşanmış onca şeyin hatrına bir daha, tüm detaylarıyla düşün. Bunu senden son kez istiyorum. Belki de senden son kez bir şey istiyorum.
Der demez soluğu hıçkırıklarıyla dar bir odada istiflenmiş gibi üst üste yığıldı. Ağladığı anlaşılsın istemiyor bir yandan da belki de anlar ve insafa gelir diye düşünüyordu. Bir an utandı bu beklentisinden... Ama aşk böyle bir şeydi, gururdan önce geliyordu, protokol kurallarına takılmıyordu aşk.
Sesi hala sert ve kırgındı:
--- Yapay problem cümleleri kurup, bizi içine hapsediyorsun. Ne kadar konuşursak konuşalım bir yere varamıyoruz. Yaptığın açıklamaların hiçbiri açık değil. Yine söylemen gereken dışında her şeyi söyledin işte bak.
Kırgındı, evet o da seviyordu. Ama neydi bu olanlar, bu saçma ve uzun tartışmalar?!
Ağlayan taraf, konuyu değiştirmek istedi. Dikkati dağıtmak ve onun kendisine olan ilgisini başka bir mevzuda faka basmak... Aşk mantıkla çok yüz göz olmaz nasılsa, mantığın diline ve edasına taktığı kelepçeleri kırıp atması an meselesiydi.. Denedi aşkı tenha bir köşede faka basmayı. Topladı tüm nefesini ve konuştu sahte bir tebessümle:
--- Sakin ol biraz ya.. Hem sen geçen gün beni niye meşgule aldın?
Mantık gardını almıştı bir kere:
--- Bak yine aynı şeyi yapıyorsun?
Bir kez daha denedi sabırla:
--- Toplantıda mıydın yoksa misafirlerin mi vardı?
"Artık yemem bu numarayı" dercesine istikrarlı bir çizgide buldu mantık sözlerini:
--- Allah aşkına bunu bilmek neyi değiştirir?
Çivi çivi söker miydi sahiden? İsmini dile doladı aşkın yalın halini yani:
--- Merak ediyorum Ömer, neden anlamıyorsun?
Adını duyunca içi yumuşadı ve daraldı ismin sevdadan başka bir rengi vardı bu nidada. Sitem gölge yapmıştı sevdaya... Yüreği titredi:
--- Neden daha net cümlelerle anlatmıyorsun? Niçin dolaylı ve imalı muhabbetler...
Koptu sevda, başa döndü koca bir yumak:
--- Beni sevmiyor musun artık?
Anlamıyordu... Kadın hakkında söylenmiş bütün talihsiz benzetmeler geldi aklına. Çatladığını hissetti sabrının. Yumdu gözlerini, sıktı dişlerini kötü bir lakırdı dökülmesin diye dilinden:
--- Allah’ım ya dayanamıyorum! Bu bilgiyi bir günde kaç kez teyit ettirdiğinin farkında mısın? Niye hep bu noktadasın?
Ağlamaklı bir ses:
--- Çünkü ihtiyacım var duymaya... dedi.
Toplamak istedi dağıttıklarını karşıdaki:
--- İnsanoğlu duygularını sadece sözleriyle mi belirtiyor? Seni buna inandırmak zorunda değilim, dedi.
Söylenenleri duymuyordu mantıksız sevda:
--- Ben seni seviyorum, çok seviyorum, dedi.
Meleği şeytan gören İnat konuştu:
--- Hayır bunu söylemek zorunda değilim hala!
Mefhumu şarta koştu sevda son bir hamleyle:
--- Elbette değilsin eğer sevmiyorsan...
İnat tükendi, aşk kaldı geriye:
--- Hayır bu kez başaramayacaksın! Seni çok sevdiğimi söyletemeyeceksin!
Güldü sevda mantığa. Dokunmadı nakavt olanın ringteki cümbüşüne ve şüphelerini uzay boşluğuna salladı:
--- Gerek kalmadı:)
Son tebessümü görülmedi ahizeden. Yazık oldu görülmeyenlere...
Naz ÇAKIR