Küçük Cadı'm
Biliyor musun, en son mektuplarımı sen daha dünyaya bile gelmeden önce yazmıştım; büyük dayıya, eski okul arkadaşlarıma ve unutamadığım birkaç öğretmenime. Sonra sonra… Nasıl ve ne zaman olduğunu anlayamadığım bir şekilde kopuverdik pembe, beyaz, desenli, mis kokulu kağıtlardan. ‘Telefon açıp sesini duyuversem daha iyi olacak’ düşüncesiyle başladı önce. Sonra o telefonlar ufalıp ceplerimize girince ve bir de elektronik posta diye bir kolaylık icat olunca temelli unutuverdik. Kolaya kaçtık; kaçtığımız yere özlemlerimizi de götürerek.
Şimdi bu mektubu okusan kahkahalarla güleceğini biliyorum. ‘Anne, çok mu uğraştın, ne gerek vardı ki’ diyeceğini de. Ama bu mektubu sana şimdi vermeyeceğim. Bu mektubu sana, beni daha iyi anlayabileceğinden emin olduğum bir zaman... Kim bilir belki de rock müzik dinlemekten kafanın şiştiği, Mozart’ı, Vivaldi’yi ve Bach’ı keşfettiğin, dünyaya ne için geldiğinin amacını çözüp, o amaca yürürken karşılaştığın zorluklardan yorulmaya başladığın zaman vereceğim. Uzun uzun oturup denizi seyretmenin bir aptallık olmadığını düşünmeye başladığın, hayatı sorgulayıp, haksızlıklara kafa tutmayı deneyip, bazen başarılı olamadığında küsüp içine kapandığın zaman vereceğim. Ne kadar büyürse büyüsün senin için hala minik bir varlık olarak kalacağı, bu yüzden üstüne titreyeceğin çocuğunun soğuk bir kış sabahı incecik giyinip sokağa fırladığında, onun ardından ‘üşütmese bari’ diye endişeleneceğin günler geldiğinde vereceğim. Sırf o sonradan üzülmesin diye onu kollayıp kayırdığında, sana ‘Yeter anne, bu kadar da üstüme düşme!’ diye bağırıp kalbini sızlattığında belki. Ne yaparsa yapsın, ne kadar üzerse üzsün onu daha beş dakika geçmeden affettiğinde ve bunu nasıl başarabildiğine hayret ettiğinde vereceğim sana bu mektubu..
Sana bu mektubu, hangi mesleği seçersen seç bir gün mutlaka evinin mutfağında, sevdiğin adama patlıcan kızartırken... O patlıcanın kızaran yüzünü üste, kızarmayan yüzünü kızgın yağa çevirirkenki kısacık sürede aklından geçiveren bin tane düşünceye şaşıp kaldığında vereceğim küçük Cadı’m.
Yağmurda yürürken ıslanmaktan korkmayı aklına getirdiğin, eski bir şarkıyı dinlerken biriktirdiğin hatıralarına dönüp orada oyalandığın, eski bir aşkını hatırlayıp arada hayıflandığın, uyuyabilmek için yastığınla savaştığın, en mühim eşyanı en değersiz arkadaşınla bile paylaşabilecek kadar olgunlaştığın, kendi sorunlarını sana ihtiyacı olan bir başkasının sorunlarını çözmek için rafa kaldırdığın, sebepli sebepsiz yere daha sık dalgınlaştığın bir anda vereceğim bu mektubu sana.
Bu mektup işte o zaman değerli olacak. Şimdi ise basit bir kağıt parçası.
Hayat sana daima güzellikler yaşatsın bir tanem. Ama hayatın daima güzelliklerle örülü olmadığını anladığında bu mektup tükenmeye başlayan gücünü yeniden kazandırsın diye…
İşte bunun için yazdım.
Ve seni büyük Cadı’dan daha az sevmediğimi bilmen için biraz da.
Annen
YORUMLAR
bence o anlar geldiğinde küçük cadınız o mektup yerine annesine doyasıya sarılıp, ağlamak isteyecektir.rockda mozart kadar müziktir.nerden baktığınıza bağlı.
ilerde bir aşçıylada evlenebilir küçük cadı belki o zaman o değil eşi kızartacak patlıcanları sırf eşimin ellerine yağ sıçramasın çünkü onlar sadece öpülmeye değer diyecektir.
ama belki her yazdığınıza bir kulp takabilirim de finaldeki sevgi ayrımcılığı yapmadığınızı söylemenize lafım olamaz herhalde.
saygılar.
şiir kanburu:))
makyevel tarafından 9/21/2008 6:47:04 PM zamanında düzenlenmiştir.