ŞEFTALİYİ YEMEK
ŞEFTALİYİ YEMEK
Hani vardır ya, kokusu kendisinden önce gelen güzellikler.
O da onlardan biriydi.
Gerçi bedenide güzel olmasına güzeldi.
Hatta çok güzeldi.
Fakat o iç gıcıklayan o kokusu yok mu?
İnsanın kanını kaynatıyordu.
O koku öylesine baskındı ki, neredeyse saydamlaşacak kadar ince olan tenini, güneşten pembeleşmiş yanaklarını, hafifçe tombul yapısını ve tabi ki, vücuduna serpişmiş ince tüylerin hepsini geri plana itebiliyordu..
Yooo, o kadar da uzun boylu değil, haksızlık etmeyeyim ona.
Bedenin güzelliği de oldukça dikkat çekiciydi.
Onun güzelliği bence tam bir bütünleşik güzellik tablosu.
“Şehvetin, meyve olmuş hali.”
Evet, bu şey tabi ki, şeftali,
Dün bir markette karşılaştım onunla,
onu gördüğümde bıyıklı bir amcamın avucunda duruyor
mıcıklanarak tacize maruz kalıyordu. zavallıcığın dili de olmadığından çaresiz susuyordu.
Bu manzarayı görünce nasıl kızdım nasıl kızdım
Ya bir meyve olsa da mıcıklamaya ne hakkı vardı ki,
O yumuşak ve hassas vücudunu,
Hele birde, onu toplayan sakar çiftçinin elinden düşürdüğünde, zeminde bulunan taşın etkisiyle yaralanmış sırtını görünce, ağzını bir büzmesi vardı amcamın,
İnşallah şeftalim görmemiştir o hareketi.
Öyle güzel bir bayana dudak bükmek kadar kaba bir davranış var mıdır bu dünya da.
Dayanamadım. Ağırlığı nispetinde para verip aldım onu.
Bu batakhaneden kurtarmalıydım onu
Parayı ödemek için kasaya gittim.
Kasiyer kız
- O şeye dokunamıyorum da, acaba siz poşetler misiniz?
dedi. bense
- O şey dediğiniz şeyin, bir ismi var. ŞEFTALİ.Tamam tüylü yapısına dokunamıyorsun ama ismini de mi söyleyemiyorsun. Hayret bir şey.
Kasiyer kızcağıza epey öfkelendim, sonra biraz abarttığımı fark ettim. Bu yüzden kasiyerin gönlünü almak için,
- kusura bakmayın, içerdeki adamın birine çok öfkelendim. Galiba hırsımı sizden çıkardım.
- Önemli değil, zaten her sinirlenen öfkesini bizden çıkarır. ha bir eksik ha bir fazla. boşverin ,sizde öfkenizi benden alın.
kız gücenmişti.
- Afedersiniz, gerçekten özür dilerim. lütfen bağışlayın beni,
- peki, anlıyorum ki siz nazik birisiniz. bir anlık öfkenizle öyle davrandınız bana. peki söyleyin bakalım sizi bu kadar kızdaracak ne oldu ? Müşterilerden biri sizi rahatsız edecek bir davranışta mı bulundu? şikayetçi olursanız şefime iletebilirim durumu
- yo, şikayetçi olmayacağım. ama doğtu müşterilerden biri beni çok kızdaracak birşey yaptı.
- ne yaptı,
- Şeftali mi avuçladı.
- Ne?
Söylediğimi cümleyi kulağımla duyunca,”şeftalimi avuçladı” bende
- Ne?
Dedim ister istemez,
Bu yanlış anlaşılmaya müsait cümle yüzünden yüzüm kızardı,
Allah’tan erkektim, söylediğim şeyin farklı bir anlamının olma ihtimalini bu ortadan kaldırıyordu.
ama yinede utanmıştım bir kere, hemen oradan ayrıldım. kasiyer kız ise arkamdan gülüyordu.
bu olayın ardından Doğruca evime gittim. Kimsenin beni yanlış anlamayacağı ve yargılamayacağı yere,
içeri girince ilk iş olarak müzik setine, bir ayin müziği edasındaki Nabucco Verdi’yi koydum. Yemek yeme törenini başlatmak için.
Evimdeki en şık porselen meyve tabağını çıkardım.
Gümüş saplı bıçağımı da,
Tam elime bıçağı alıp şeftalinin nazik bedenine saplayacaktım ki kıyamadım.
Bu işi daha az inciterek yapabileceğimi düşünerek, ısırmaya karar verdim.
Korkmaması için öpermişçesine dudaklarımı yaklaştırıp küçük bir ısırık aldım ondan.
Sonra bir tane daha ve bir tane daha. Bu üç darbenin ardından, iç iskeleti ortaya çıkmıştı. Çekirdeğini görmek garip şekilde huzursuz etti beni aynı zamanda tahrik. Dudak çevreme bulaşan kanı kollarıma silip, müziğin ritmiyle birlikte yiyiverdim şeftalimi.
tüm gün yorulmuştum. karnımda doyduğuna göre biraz kestirebilirdim.Gözlerimi kapadım. Aklım şeftalide kalmış olacak ki, rüyamda kendimi bir şeftali olarak gördüm.
Evet, gözlerimi rüyalar dünyasında açtığımda bir köy evinin bahçesinde ağacın dalına kulaklarımdan asılmış olarak duran bir şeftaliydim.
Karşımda ise, biraz önce yemiş olduğum şeftalinin çocukluk haline benzer bir şeftali daha vardı. Kendi kendime şöyle bir baktım. Sanki ondan biraz daha olgun gibiydim. Çağlalık dönemini aşmış, içime sular birikmeye, etim yumuşamaya başlamıştı. Hafiften hafife tüyleniyordum da, cinsel kimliği yeni belirlenen, ve bu değişimlerden utanan ergenler gibi mahcubiyet vardı üzerimde. Belirginleşen göğüslerini gizlemek için bol kıyafetler giyen kızlar gibi, güneşin gözlerine bakmaya korkuyor, her bakışımda da biraz daha yanaklarım kızarıyordu.
Kendi kendime bunda utanacak bir şey yok, her şeftali zaman içinde böyle olur desem de, güzelliğin verdiği gururla, mahcubiyet karışımı bir duygu yaşıyordum. Bunu fark eden ağaç annem bir gün kulağıma,
- Kızım, artık senin buradan gitme vaktin geldi. O yüzden dikkatleri üzerine çekmen lazım.bu yüzden güzelliğinden utanma
dedi
- Ama ben burayı çok seviyorum. Hep burada kalacağım
- Olmaz, bu dalda tüm hayatını geçiremezsin. Mutlaka benden kopman, kendi yolunu çizmen gerekli,
- Ama anne,
- Kızım doğanın kanunu bu, sen gideceksin, yuvanı kuracak, içindeki çekirdekten ağaç oluşturacaksın. Sonra seninde çocukların olacak. Onlarda günü gelince senin gibi yuvadan uçacak dedi.
Ben bu söylenenleri kabul edemesem de doğa kanunu deyip razı oldum. daha sonra yakışıklı işçi, (ilk aşkım) beni dalımdan kopardı. İlk aşkı ilk acıyı onunla tanıdım. beni dikkatsizliği yüzünden elinden düşürmesiyle. oysa sevgi dikkat ister, özen ister. bunu görstermezsen kayıverir parmaklarının arasından.
bizim ki de öyle oldu. bana gerekli özeni göstermediği için parmaklarının arasından kayıverdim.
İlk acı olduğundan mı? Yoksa ilk hayal kırıklığı oluşundan mı bilinmez, o acıyı hiç unutmadım. zaten o ilk düşüşten aldığım darbenin izinide bedenimde ömrümce taşıdım...
Sonra,
sonrası malum. şehirden görücüler geldi, baktılar bize, beğendiler. başlık parasını ödeyip aldılar. bize soran bile olmadı, siz onların olmak istiyor musunuz diye,
sorsalardı da zaten, birşey diyemezdim. yoo dilim olmadığından değil, artık hiç bir insana güvenemeyeceğimi düşündüğümden,
böylece elden ele dolaştım.
Kimler avuçları arasında sıkmadı ki beni, bu durumu sevmiyordum. bir ortalık malı gibi pazarda sergilenmeyi ama ne yapalım. bu yola kendi isteğimle düşmedim. hayat beni sürükledi.
neyse ki sonunda kahramanım geldi,
görür görmez tanımıştım onu. bu hissi en son çiftçi çoğu karşı hissetmiştim. ama sanki bu daha yoğundu.
kendi kendime, evet beklediğim kişi bu dedim.
fakat o beni fark etmedi. yanımdan öylece geçiverdi. Fakan nasıl olur, bir şeyler yapmalıydım.
içimde ne kadar koku varsa hepsini dışarı verdim. ve amacıma ulaştım kendimi fark ettirdim.
nihayetinde, asıl sahibim kara gözlüm, bana bir sanat eseriymişçesine baktı. öylesine gururlandım ki, hem onun bakışlarından hiç utanmadım.
şeftali sevince, çıplaklığından utanmıyormuş.
genç adam, beyaz atlı prensim
ağırlığım ölçüsünde para verip alım aldı beni. Evimize götürdü.
Ne yalan söyleyeyim, her şeftalinin hayali; günün birinde bir insanın ağzında son bulmak olsa da korkuyordum.
Acaba bu iş nasıl olacaktı?.
Canım çok acıyacak mıydı?
En önemlisi de beni alanı tatmin edebilecek miydim?
Görevimi yerine getirebilecek miydim?
İşte bu sorularla boğuşurken sahibimin nazik elleriyle tabağa kondum.
Porselenin soğukluğu içimi ürpertti, hele bıçağın metalik rengi. Tarif edilir gibi değil,
Sonra korkumun yersiz olduğunu anladım.
Sahibim beni usulca tuttu. Ve adeta canımı acıtmak istemezcesine ağzına götürdü.
Benim için içten içe üzüldüğünü gözlerinden anlayabiliyordum. Oysa yanılıyordu. Ben şuan çoook mutluydum. Onun dudaklarına temas etmek gerçekten harikaydı. Öylesine mutluydum ki, içimin tüm suları boşalıyordu . Ona akıyordum. Şeftali olmak işte buydu, dilim olsa inlerdim...
İşte tam bu sırada, şeftali ömrünün en zevkli anında uyanı verdim. Yine insan oluvermiştim. kendi kendime,
olsun, bu dünyada olduktan sonra, ve herşeye meyve ya da hayvan ayırdımı yapmadan değer verip, sadece insanı değil, yaratandan ötürü tüm yaratılmışları sevince, mutlu olmamak olanaksızdı...
son olarak, Kafamı kaldırdım, göz ucumla şeftalinin çekirdeğine bakarak,
Söz verdim.
"seni dikeceğim."
DR.KEMAL PİSMİSOGLU