- 935 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
SOKAKTA
Ayağımda yine bir uzun etek.. botlarım.. yollardayım! Beyoğlunun bildiğim bütün sokaklarındayım. Ve ben beyoğlunun bütün sokaklarını bilirim. İyi sokaklarını , kötü sokak aralarını. Avucumun içidir Beyoğlu.. her bir köşesinde büyük bir olay saklıdır. Tarihimi unuttuğumda beyoğlunu da unutacağım. Ama şuanda; iyi bilirim beyoğlunu.
Galatasaray lisesini biraz geçtikten sonra solunuzda pasaj görüntüsüne bürünmüş bir kapı vardır. Sanırsınız ki içeri girdiğinizde mağazalar çıkacak karşınıza.. ama bir kere içeri girmeye görün , kafanızın biraz üstünde mavi bir gökyüzü, görkemli bir ağaç ayağınızın dibinde. Ve elbette Mustafa dayının yeri. Sıcacık ve tazecik çayı Mustafa dayının. Sokaktan geçenlerin simalarını biliriz. Yazar çizerdir bir kısmı.. bir kısmını eylemlerden biliriz. Bazıları Mustafa dayının sürekli müşterileridir , oradan biliriz. Ama hep biliriz ve biliniriz. Cay ocağının kışları açık olmayacağını bekleyenler yanılırlar yaz kış, soğuk , sıcak dinlemeden oradayız hepimiz. Ne zaman oraya gitsem Güle selam söyler Mustafa dayı. Ne zaman oraya gitsem dostlarımın eksikliğini duyumsarım. Yalnızlığımın en dibe vurduğu zamanlardır orada geçirdiğim zamanlar.
---o—
yine Mustafa dayının çay ocağındayım. Bir yanım yıkık.. bir yanım pişmanlıklarda. Niye bu kadar yıkığım? Yani bildiğim şeyler yaşanıyor gözlerimin önünde. Bilmek , acı çekmek için yetmiyor bazen. Bazen!! Görmek, dokunmak, konuşmak gerekiyor.
Avcılar- taksim otobüsünden iniyorum. Kulağımda volkman , volkmande İlkay akaya. Yorgunum gidişlerin tümüne!! Bir kargaşa var sanırım ileride. Bana ne, de geç.. bana ne, de geççç… diyemiyorum işte bana ne. Nasıl geçer giderim.
Kalabalığa yaklaştığımda daha da seçebiliyorum insanların gözlerindeki şaşkınlığı, korkuyu. İlgilenmez tavırlar sergilemeye çalışıyorlar , beceriksizce. Ama hepsinin gözü ; taksimden avcılara , biraz sonra hareket etmesi gereken otobüsün kapısında. Otobüsün şoförü, otobüsün içine dalıyor sinirle, içeride iki çocuk., tutuyor kollarından çekiştirerek indirecek. Dona kalıyorum. Hey ne oluyor burada.. diyemiyorum. Ne olduğunu o korku içindeki insanlar kadar iyi biliyorum bende.
Çocuklar inmek istemiyorlar otobüsten. “Hava soğuk ama amca…” diyor biri.. evet gerçekten soğuk hava. Eldivenlerim.. eldivenlerim nerede benim?
Kollarından tutup aşağı indiriyor çocukları. Üstleri başları kir içinde küçük erkek çocukları bunlar. Korkmayın yahu, bunlar çok küçük daha ne yapabilirler size?
Çocuklar utanç içinde. Bu ülkede erkek adam olmak zor be kardeşim. Birbirlerine bakıyorlar bir an. Biri ağlamak üzere sanki. Diğeri kaşlarını daha da çatıyor. Otobüsün şoförüne dönüp elindeki biletleri gösteriyor.
- biletimiz var bizim. Diye bir ses geliyor, kaşları çatık olandan.
- Binemezsiniz lan bu otobüse. S.rin gidin.
Evet.. bu ülkenin çocukları onlar. Ve bu ülkenin otobüslerini kullanamazlar. Çünkü , iyi kızları.. (canım, canım..) ve temiz çocukları (oyy) korkuturlar. Yoookk sadece korkutmaz bir de rahatsız ederler. Çünkü ter kokusuna dayanamaz bu güzel insanlar. O kadar dayanamazlar ki her gün anneleri onları parfüm bidondan çıkarır.
- abi bak düzgün konuş. Biletim var diyorum sana.
- Bana bak p.ç kurusu defolun buradan.
Nefretle büyütüyoruz çocuklarımızı. Bir parça sevgi kırıntısı yok hiç birimizde. Sonrada bu nefretle büyüttüğümüz çocuklarımızın gelip bizi gasp etmesinden korkuyoruz. Onlarla aynı otobüste gitmek tehlike sinyalleri veriyor bizlere.
Kaşları çatık olan çocuk arkasındaki, ona biraz şaşkın biraz iğrenerek bakan kalabalığa bir göz atıyor. Öfkesi daha fazla büyüyor.. ve utancıda.
- üç yüz bin liralık bile değerimiz yok mu be bu ülkede!!
Beynimden vuruluyorum. Nefessiz kalışım ilk değil bilmekteyim. Ama bu ölümüm benim.
Hey biriniz bir şey söyleyin yahu. Susmayın öyle. Bu çocukların üç yüz bin liralık bile değerleri yok mu bu ülkede?
2001/Beyoğlu
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.