ÖLÜ........
] Soğuk ve karlı bir kış gününde, üzerinde sadece pantolon ve gömlekle balkondan aşağıya baktı. Kar, her yeri beyaza boyamıştı. Kimseler yoktu sokakta. Cebinden çıkardığı sarma cigarasını yakıp derin bir nefes aldı. Artık hiçbir şey kesmiyordu yüreğindeki acıyı. Ne soğuğu hissediyordu, ne de ciğerlerini çıkaracakmış gibi isyan eden öksürüğünü. Dizlerinde derman da kalmamıştı. Yanındaki tahta sandalyeye oturdu. Ayaklarını balkon demirlerine uzatıp teybin düğmesine bastı. Ellerini ensesinde kavuşturduğunda uzun zamandan sonra ilk defa huzurlu hissetti kendini. Sıcacık olmuştu içi. Öksürüğü de kesilmişti. Gözlerini kapatıp şarkıya kulak verdi:
“Böyle mi esecekti son günümde bu rüzgar, bütün kuşlar vefasız, mevsim artık sonbahar…”
Savcı, sandalyede vücudu kaskatı kesilmiş, otuzlu yaşlardaki sıska adamın surat ifadesine baktı. Bu kadar yıllık meslek hayatında ilk defa bir ölünün suratında böyle mutlu bir ifade görüyordu. Ölüm raporunu hazırlamadan önce tüm ayrıntıları kontrol etti. Balkon kapısı kilitli değildi. Vücudunda herhangi bir darp izi de görünmüyordu. Tüm olasılıkları kontrol ettikten sonra yine de cenazeyi adli tıpa göndermeye karar verdi.
Genç kadın, kahvesinden bir yudum almıştı ki telefonu çaldı. Güvenlikten arıyorlardı. Adının Suat olduğunu söyleyen birinin kendisi ile mutlaka görüşmek istediğini söylediler. Konunun ne olduğunu bile sormadan, merakla göndermelerini söyledi. Kapıyı açan adam adının Suat olduğunu söyledikten sonra kadının masasına bir gazete bıraktı ve 3. sayfayı açmasını istedi. Kadın bir yandan ne olduğunu anlamaya çalışıyor bir yandan da 3. sayfadaki haberi okuyordu. Haberde yalnız yaşayan ve hayatını simit satarak kazanan 30 yaşındaki gencin evinin balkonunda donmuş bir şekilde bulunduğu yazıyordu. Haberin yanında da belli ki nüfus kâğıdından alınmış solgun bir resim vardı. Şaşkın ve anlamsız bir ifade ile “Hiçbir şey anlamadım” dedi.
“Hiçbir şey anlamamanız normal, ben de size anlatmaya geldim zaten.” dedi Suat.
“Gazetedeki adam benim arkadaşım. Sizin bu binanın köşesinde simit satardı. Burada işe başladığınız günden beri size aşıktı. Her sabah erkenden tezgahını açıp sizin işe gelme saatinizi beklerdi. Sadece bir dakikalığına görebilmek ve o gün için kendisinden bir simit alırken size biraz daha yakından bakabilmek ve bir “günaydın” diyebilmek için büyük bir umutla bekledi. Hafta sonlarını hiç sevmez ve her pazartesini iple çekerdi. Sizin onu beğenmeyeceğinizi düşündüğü için de, ne karşınıza çıkmayı, ne de sizinle konuşmayı hiçbir zaman düşünmedi. Böyle umutla sizi karşıdan izlemek, sizin onu reddedip hayal kırıklığıyla yaşamaktan daha iyiydi. Ne olduysa iki ay önce oldu. Derinden ve sürekli bir şekilde öksürük başlamıştı. Zorla doktora götürdüm. Doktor kontrolden sonra ciğerlerinin durumunun iyi olmadığını söyledi. Sigarayı hemen bırakmasını, çalışmamasını, kendisini yormamasını ve sıcak bir ortamda kalması gerektiğini söyledi. Reçeteye birkaç ilaç yazdıktan sonra her ay kontrole gelmesini söyledi. Tabi bunların hiçbirini yapmadı. Yine her sabah saat beşte fırına gidip, simitleri aldıktan sonra tezgahının başına gitti. Yine bir umutla sizin yolunuzu beklemeye başladı. Sigarayı da bırakmadığı gibi daha fazla içmeye başladı. Pek yemek te yemiyor beni de dinlemiyordu. Her gün ölüme bir adım daha yaklaşırken bundan da hiç şikayetçi olmuyordu. Gerisini de anlatmama gerek yok zaten az önce okudunuz.”
Genç kadın duydukları karşısında neye uğradığını şaşırdı. Oturduğu yerde kalakalmıştı. Ne diyeceğini bilmiyordu. Nedense sonra fark etti Suat’ın ayağa kalktığını. Suat elindeki kaseti masanın üzerine bırakırken “hep bu şarkıyı dinlerdi” dedi. “Mezarı…” diyebildi genç kadın “mezarını bana gösterebilir misin?”
Yıllarca her fırsat bulduğunda mezarını ziyaret etti. Elinde bir buket çiçekle. Mezarını yaptırıp sahipsiz olmadığını göstermek istercesine her gittiğinde temizledi. Fidanlar dikti. Hemen yanı başındaki boş yeri de kendisi için aldı. O mezarlığa niye gittiğini, onun kim olduğunu, neden oraya gömülmek istediğini de kimselere söylemedi. Kocası bir kere sormak istemişti ama onu da tersleyip hemen oradan kalkmıştı. Çocukları da bunu bildiklerinden hiç bir zaman seslerini çıkarmadılar.
Yaşlı kadın uzun zamandır gidememişti mezarlığa. Ayakları artık vücudunu taşımıyordu ve nefes almakta zorluk çekiyordu. Yatağından zorlukla doğrularak çantasından eski gazeteyi çıkardı. Sayfa yılların izlerini taşıyordu. İyice solmuştu. Zorlukla seçilen fotoğrafa bakarken teybin düğmesine bastı. Kendini çok huzurlu hissediyordu. Gözlerini kapatıp şarkıya kulak verdi:
“Böyle mi esecekti son günümde bu rüzgar, bütün kuşlar vefasız, mevsim artık sonbahar… ”
Suat iki mezarın arasında dua okuduktan sonra bastonuna tutunup doğruldu. İkisine de hayranlıkla baktı. Birisi hiçbir zaman kavuşamayacağını bildiği bir insana uzaktan bakıp sadece günde bir dakika görme pahasına hayatını bile veren bir adam, diğeri de bunu öğrendikten sonra onu mezarında yalnız bırakmayan ve onu kalbinde yıllarca saklayan bir kadın. Bu aşk mıydı, sevgi miydi? Bir isim vermek muhakkak imkansızdı. Daha fazla düşünmek istemedi bunları. Arkasını dönüp giderken eski bir şarkıyı mırıladanıyordu:
“Böyle mi esecekti son günümde bu rüzgar, bütün kuşlar vefasız, mevsim artık sonbahar… ”
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.