hüzün perisinin kaleminden - 8 (papa bezi..)
“ Dilden başka eylemin yerine konulacak ve konuşmaktan başka duyguları özgür kılacak bir şey yok. o halde neden bu kadar sessizim? Neden konuşamadığımı kim anlayacak? Kim anlatacak sana…
Sessizlik ağır bir yük. Ben sessizliğin kendisi için bir yük olduğu Martha Freud. Sessizliğin içinde hastalanan sağlıklı biri. Onun üzerime eğilip ‘Konuş sevgilim anlat’ demesini istiyorum.” Havada titreyen elini yatağa bıraktı. Ciğerlerine batan onca iğneye rağmen derin bir soluk aldı. Sadece;
— Evet. Diyebildi. Bende.
00-00-0000
0000
evrende bir yer
artık mekan yok. tarih; yok. saat yok. hiç bir şey yok.
bunlar nedir, nasıl anlatılır, bilemiyorum.
belki de varlığına kendimin dahi inanmadığı ama yine de hissetmekle sanmak arası bir şeylerdi.
en çokta boğazımda, her zamanki tıkanmanın olduğu yerde kalbimden gelen yangı dalgalarının temasıyla beliren, gıdıklanma vari bir şeyler hissediyordum. yada dedim ya sanıyordum.
bu; sözlerle yada mimiklerle dahi anlatılamayan..aslında hiç bir şey olan ama her yerde var olan, sıkıntıyla huzur arasında bulunanları bir ölünün kalemiyle yazmakta aslında bu ‘var’ ama ‘yok’luğun bir getirisi olmalı. ne gariptir ki her gün olduğu gibi bugünde bir ölünün yıl dönümü.
el yazımında hep iyi imla ve şekille başlayıp kötüye ilerlemesi ve tükenen gücüm neyin alametidir?
hayatın ufacık, küçücük ama yazılacak kadar büyük bir kopyası mı? bu döngü her şeyde var.
dışarıdaki yağmur şarıltıları o kadar güçsüz ki sanki onları uyurken dinliyorum. kulaklarım uğulduyor yada fırtına dindi ve her şey aslındaki sakinliğine erişti.
sonunda.
sanırım her şey benim içindi. ben gidince o da gitti.
hayatımdaki en zor görevim olan uyumak ilk defa beni istiyor. yatak bu sefer beni atmıyor. gittikçe ebedi yatağıma dönüşüyor.
ve şimdi sadece gerçeği, zamanı düşünmek, anlamayı istemiştim. bundan sonra pek işime yaramayacak olsa da.
belki de sıradanlığı isterdim… basit duyguları…
…çınlıyor kulaklarımda;
‘olmayan bir aşkın çektirdikleri de gerçekleri gibi acı verir insana.’ tıpkı olmayan bir yaşam gibi. oysa yay burcunda, üç yaşındaki bir bebekti yalnızlığım. belki de sadece üç buçuk haftalıkken yitirilmiş bir prematüre.
sessiz doğan sabaha; gücüm biterken güneş yeni boyutlarda yükselerek bana eşlik etse de uykuya merhaba! unutmak nasıl bir şey acaba? her şeyi geride bırakmak niyetinde olsam da hiç değilse birkaçını yanımda götüremez miyim? orada da yaşamak mümkün olur mu acaba, şimdi her şey hatıra. hayallerim bile. Allah biliyor, içim eriyor. burada artık ayakta durmak ölümden beter. hayret! yüzüm nasıl gülüyor?
salina.
her gece dünyanın yaşamadığı
bildiğimiz zaman kavramının dışında
birkaç saat vardı.
benim yazdığım ve
sığındığım.
ve… seyrettiğim.
sığınağımı seviyordum.
görünmez kalem ve kağıdımla
silgisiz karaladığım
her şey doğruydu.
zıtlar yoktu
varsa da ben koymuştum onları oraya.
hani pekte önemli değillerdi sonra
ağlamak istersem hemen bir şeyler
karalayabilirdim ben
belki sadece birer renkten ibarettiler
duygular
…
soluk almıştım ben
kimsenin yaşayamayacağı zamanlarda.
yağmur beni oralara kadar götürmüştü işte…
göç eden mavi ışık - ay ışığı… salinaydı o.
Hayat son bulurken yere düşen birkaç kar tanesinin ne önemi vardı.
Ne o?
Belki yıldız. Belki de nurani, ruhani varlıklar yaklaşıyordur. Daha tanıdık bir gölge miydi yoksa bu? Evet, o. İşte bu ev daha da aydınlanıyordu yine!
Bütün yaşadıkları, yani yaşadığını sandığı ayrıntılarda dâhil her şey yalnızca bilincinin ona oynadığı bir oyundan ibaretti.
Belki de terk etmek yerine yaralarını yalayıp hayata yeniden adım atmalıydı. Gerçekliğinden şüphe etmeden. Ve herkesin aslında her konu da ve her şeyde değişebileceğini düşünmeden yaşamalarına rağmen. Tıpkı onlar gibi. Ama irade kelimesinin zorluğu ve sabır; uğraşmak kadar zordu. ..Ve Thomas Hardy’nin dediği gibi ‘eğer çıkışa doğru daha iyi bir yol varsa bu en kötüye eksiksiz bir bakışı gerektiriyordu.’ Ya da Cervantes’in sorduğu gibi; ‘hangisini istersiniz, akıllıca delilik ya da [ italik ] budalaca akıllılığı mı?’ o; budalaca da olsa mantığı tercih ediyordu.
İstemese, yani insanlar hatırlamak istemeseler de ‘O’ kendisini ender anlarda hatırlatıyordu. Ölüm.
Belki de gerçekte doktorlar bile anlayamıyorlardı onları. Evet, belki de gerçekte onun böyle bir hastalığı yoktu. Tüm benzerleri gibi onlar ve o; sadece kaçıyorlardı. Gerçeklerden ve gerçek insanlardan. Vahşi yanlardan. Tüm hoyratlıklarına rağmen. Bazen onlara zarar verme pahasına da olsa. Kendilerini soyutluyorlardı yalnızca.
Çünkü gerçekler ölüyordu, kararıyordu. Şimdi Aylin ya da Irmak ya da bir zamanlar ki Dilara, işte o da sönüyordu.
Güneş batarken denizin aksi yönündeydi ve şimdi sallanan hamağında o da kendisi de sönüyordu. Başka boyutlarda tekrardan ışıldamak için.
Son kez;
Kendisinin Papa Bezi ’ne sarılacağını umarak yumdu gözlerini. Sadece; dümdüz, sade ve dokumasız, dövülmüş lifli bir ağaç kabuğuyla göçmeyi umdu hayattan. Ve son bir kez hayatta kalanlardan. Söyleyemedi. Hayatında ilk kez huzurla ve son bir kez derin bir soluk doldu ciğerlerine ve söndü dünya.
Sonra bir, sadece bir soluk daha almak istedi şöyle dolu dolu ciğerleri yanana kadar. Yürek ferahlatan, belki rahatlık simgeleyen serin bir soluk daha. Hayır. Bu sondu. Ona düşen, ciğerlerine batan son iğnelerdi. Sonuncu soluğunu da az önce tüketmişti. Değil yürek yangısını hafifleten bir nefes - hoş yürekte kalmamıştı ya artık - görebileceği bir saniyesi dahi yoktu. Nede sevinecek, üzülecek. Nede af dileyecek bir anı dahi yok.
— Hoş vazgeçsen neye değerdi? Aylin, Irmak’tan sana selam var.
00.00.0000
00.00
-sonsuz kainata sınırsız öteki boyuttan-
… bugün artık hayatımın son cezrini yaşıyorum. ve yeni bir med..
…ve artık mekan yok. tarih; yok. saat yok. hiç bir şey yok. belki de aya doğru çekiliyorum.
…beni alan sonbahar değilse de;
benden sonra;
hiçbir zaman, hiç kimse beni benim anladığım gibi anlatamayacak.
oysa daha çok vardı. Çisil yetim, Ufuk artık yalnız.
hoşçakalınız..
..son bir soluksuz
Salina- Irmak
(aylin)
deli kızım uyan
söylenenler yalan
deli kızım uyan
bir tek sensin duyan…
-son-
Not: bu belki de bir öyküdür. Bilmiyorum tek bildiğim içimi acıttığı..
YORUMLAR
"Ve Thomas Hardy’nin dediği gibi ‘eğer çıkışa doğru daha iyi bir yol varsa bu en kötüye eksiksiz bir bakışı gerektiriyordu.’ Ya da Cervantes’in sorduğu gibi; ‘hangisini istersiniz, akıllıca delilik ya da [ italik ] budalaca akıllılığı mı?’ o; budalaca da olsa mantığı tercih ediyordu. "
Budalaca akıllı olmak en güzeli, ama etrafımı ve benliğimi diğeri sarmış gibi hissediyorum ne yazık kii...