- 1060 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
SUDAN BİR MESELE
Binlerce yıl önce insanlar seni “ab-ı hayat” olarak kabullenip,.bengisu demişler adına. İçildiğin zaman insan ölümsüzlüğe ulaşırmış efsaneye göre. Aynı efsaneye göre Hızır ve İlyas bu sudan içmişler.İskender bu suyu aramış fakat bulamamış.Bengisu inancı Sümerlerden beri Anadolu ve insanlık tarihinde varlığını hissettiren kadim inanışlardan biridir.Su hem ölünün başucunda kendisine hayatla bağ kursun diye pamukla sunulan iksir ,hem de insanın ebedi var oluşunu arayan “ kimya “ formülü.
Hızır’da darda kalanlara yardımcı olma, bereket getirme ve gelecekte dilekleri gerçekleştirme vasıflarını görmek mümkündür. Geceden gül dallarına gümüş kuruşlar, çeyrekler, kırmızı bezler bağlanır, gül dibine genç kızlar yüzük atar, mani söyler, sofralar hazırlanır, davullar eşliğinde oyunlar oynanır, su kenarlarında, yeşilliklerde eğlenilir, ateşten atlanılırsa ev sahibi olacağına inanılır. Hızır gibi yetişen insanlar suya bağlı düşünüşüne, yardım alanlar da su gibi aziz ol duasını dile getirirken aynı varlığa ne çok şey borçludur.
Bir kuşun boynuna sarılı yılanla uçtuğunu gören Cem, kuşu yaralamadan yılanı vurmalarını askerlerine söyler. Emir derhal yerine gelir. Felaketten kurtulan kuş nankör değildir. Teşekkür anlamında ağzıyla birkaç tane getiri ve Cem’in önüne bırakır. Toprağa ekilen tanelerden asma yetişir ve ondan üzüm elde edilir. Cem ortaya çıkan meyvenin sularının sıkılmasını emreder. Su acıdır. Tat garip geldiği için zehir zannedilen üzüm suyu, öldürülecek insanlara verilmek üzere saklanır. Aradan epey zaman geçer. Cariyelerden biri saklanan suyu içerek intihar etmek ister. Fırsatını bulunca sudan içer .Ölüm gerçekleşemediği gibi cariye de tuhaf bir zevk hali görünür.Böylece asmanın topladığı su,üzümün şırasına ,şıra şaraba dönüşür.Böylece bütün kötülüklerin anası doğar hikayeye göre:Onun da aslı sudur.Ama sözü edilen gerçekleşme sudan sebeplere bağlı bir değişim değildir.
Narsis Yunan mitolojisinde ırmakla perinin oğludur. Son derece güzel,güzel olduğu kadar da gururluymuş.bütün kızlar kendisine aşık olduğu halde o,hiçbirine aldırmazmış.Avunmak için ormanlar gider,dolaşır,avla meşgul olurmuş.Ona aşık kızlar ise bu sevda yüzünden ölmeye başlamışlar.Sırf bu aşk yüzünden hava ile dünyanın kızı olan (Echo ) Yankı da Narsisi görüp delice aşık olmuş.Ne fayda o da karşılık bulamamış. Öncekiler gibi ormanın köşelerine saklanıp, günden güne solmuş, bitmiş, sadece bir ses olarak kalmış. Narsis bütün bu yaptıklarından dolayı cezaya çarptırılmış Berrak suda aksini görüp, kendi güzelliğine aşık olmuş. Hayran hayran kendini seyrederken farkına bile varmaksızın otlara karışıp kök salmış. Bir rivayete göre ise kendini kucaklamaya teşebbüs edince suya düşerek boğulmuş . Narsisin başına gelenler bir kaşık suda boğulmakla açıklanamaz belki ama, bunca eziyet , bunca aldırmazlık insanın eceline susaması hali değildir de nedir?
Nemrut , halkı puta tapmaktan vazgeçirmeye çalışan İbrahim’in mancınıkla ateşe atılmasını emretmiş. Sözde yakacak, öldürecek. Emir yerine gelmiş ama niyet yerini bulmamış. Çünkü, İbrahim Peygamberin ateşe düştüğü yerde bir pınar çıkmış, çevresi yeşil çimen. Atalar su uyur düşman uyumaz der. Düşman uyumamış olsa ne fark eder. Yerin ve göğün ,yaratılan her şeyin sahibi tutmuş ateşi gül bahçesine çevirmiş. Yeter ki dostların arasından su sızmasın. Ödül muhteşemdir.
Nuh Peygamber kavmini Hakka davet edip reddedildikçe , onlardan direnme gördükçe çok ağlarmış. Bu yüzden kendisine aynı ad verilmiş. Ahlaksızlığın , zulmün insanlığa hükmettiği çağdan kurtuluş reçetesi verilir kendisine: İki yıl çalışarak yaptığı büyük bir gemi ile insanları, kuşları ve hayvanları tufandan kurtarır.Kırk gün ,kırk gece yağan yağmurdan dört bir yan sularla kaplandı,gemiye alınan kırk kadın ve kırk erkekten insan nesli çoğaldı. Bu felaketle birlikte yaşanan, suyu başından kesmekten ibaret değil de nedir?
Çok çok eski çağlarda... Gök delinmiş gibiydi. Dünya sele boğuldu, her yanı çamurlar kapladı. Çamurlar akan selle yuvarlanarak Kara Dağ’daki bir mağaraya doldu. Mağaranın içindeki kayalar yarıldı. Yarıkların kimileri insanı andırıyordu. Sürüklenen çamurlar bu insan biçimli yarıkları doldurdular. Aradan çok zaman geçti. Yarıklardaki balçıklar sular ile benzeşti, Güneş Saratan burcuna geldi ve havalar çok ısındı. Yarıklardaki balçık sular ile pişti. Yarıkların bulunduğu bu mağara tıpkı bir kadın gibiydi. İçi de insanlara can veren bir kadın karnı gibiydi. Dokuz ay durmadan yel esti. Su, ateş, toprak ve yel, insana can vermek için birleştiler. Dokuz ay sonra ortaya bir insan çıkar efsaneye göre. Adına Ay-Atam dediler.
Ay-Atam, gökten indi , yere kondu. Bu yerin suyu tatlı, havası da serindi. Sonra yine yağmurlar, seller başladı. Mağara yeniden çamurla doldu. Güneş bu kez Sünbüle burcunda durdu. Sünbüle burcundaki güneşin sıcaklığı ile balçıklar sular ile pişti. Bu kez bir hatun kişi çıktı ortaya.
Ay Atam efsanesinde olduğu gibi yaratılışı , evrende insanın yolculuğunu açıklayan" Dört unsur " nazariyesi de Türkler arasına girer ve benimsenir. Ama zamanla İran’daki eski dört unsur nazariyesi, Türkler arasında orijinal şeklini kaybeder ve âdeta Türkleşir. Karahanlılar çağında yazılan ünlü " Kutadgu Bilig " adlı eserde bu dört unsur şöyle sayılıyordu:
"Üçü ateş, üçü su, üçü oldu yel,
"Üçü oldu toprak, dünya oldu il".
Türklerde dört unsur, üçerden 12 bölüm meydana getiriyordu. Bu 12 bölüm de, " bir takvim ve zaman birimi " nden başka bir şey değildir. Zaman insanın en sihirli kavramlarından birisi onun bile aslında bir su hikayesi gizli.
Selçuklu ve Osmanlı medeniyetinde su, kullanılan, tüketilen bir sıvı değil aynı zamanda sebiller, fıskiyeler, havuzlar, sel sebiller, sarnıçlar, kuyular vs. ile şehrin içerisine tabiatın hareketli ve hür havasını getiren bir temaşa unsurudur.
İnsanlığa hizmet olarak Osmanlı Devleti zamanında bir medeniyet kaynağı olarak kullanılan sular, insanlığa sebil, hamam, sulama kanalı ve içme suyu olarak Osmanlı coğrafyasının her yerinde vatandaşlarının hizmetine sunulmuş olduğu, arşivlerde görülmektedir.
Suyun kaldırma kuvvetini bulan bilim adamına insanlık ne çok şey borçludur. Söz konusu buluş sayesinde kayık, gemi yapılmış önce. Sonra ilerlemiş bilim ,teknoloji pek çok tür arz-ı endam etmede artık.Suyun kaynatılması ile oluşan buharın gücüne ne demeli.eski yüzyılın konforla özdeşleşmiş sayılan kalorifer sisteminin özü su değil mi?Hidroelektrik santralleri nehir sularının hür akışına insanın vurduğu pranga değil de nedir?O prangadan elde edilen elektrik enerjisi sayesinde hayatımızın olmazları haline gelen ne çok sanayi ürünü var.Geceler artık gündüzden farksız hale getirildi.
Su, cennetin önemli içeceklerinden biridir. Adına Kevser denir. Kevser suyu sütten beyaz, baldan tatlı, kardan soğuk olarak tarif edilir. Ondan içen bir daha susamaz, abdest alan ebediyen perişan olmazmış Çevresinde gökyüzündeki yıldızlar kadar kadeh varmış. Üstelik cennette Kevserin sakiliğini de Hz. Ali yapacakmış.Bu sudan içebilmek ne büyük bahtiyarlık olsa gerek…
Mevlana :”Yağın aslı sudan çoğalır, sonra suya düşman kesilir.” Su ile yağ arasında kurulan ilişki… Yağın artması…Ve sonra kendini oluşturana,artırana düşman kesilmesi…İnsan ile balçık arasında da yaşanan tezadı andırmıyor mu ? Yine Mevlana’nın ifadesi ile Yusuf olamıyorsak bile içinde kıvrandığımız hale Yakup gibi gözyaşı da mı dökemiyoruz.? Gözyaşının da aslı su olsa gerekmez mi?
Bizim Yunus, bir hastaya ziyaret esnasında ona ikram edilen suyun Hak şarabı değerinde olduğunu söyler. Bu takdimi koca dervişin :
“Taşdın yine deli gönül
Sular gibi çağlar mısın “ mısraları ile bütünleyip ;yine onun sözüyle insanlığın en büyük gerçeğini kelam sahibinin berraklığı ile tamamlayalım:Bunca varlık var iken gitmez gönül darlığı…
İnsanın sudan ucuz olduğu dönemde su hikayeleri anlatılır mı? İnsanlar artık her şeyi su gibi biliyor. Çünkü okullaşma oranı arttı, televizyonlar çoğaldı, bilgisayar ve internet var . Oysa pek çok hayat ehli, kısa ömürlerini hiç ama hiç anlamlandırmadan su gibi harcanıp gitmiyor mu? Gazete, dergi ve kitaplardan su gibi okunan, su götürmez gerçekleri dönüp bakma ,durup irdeleme ihtiyacı hissetmeden,su içinde kalmadan elde ediyoruz. Kolay kazandığımızı sandıklarımızın aslında ne kadar bizim olduğunu tartışmaya ihtiyaç bile duymuyoruz. Sahibi olduğumuzu zannettiğimiz su katılmamış gerçeklerin az bir tırmalandığını hissettiğimiz anda karşımızdakinin suyunun ısıtmaya çaba gösteriyoruz.
Artık suyun başını birileri tutar oldu. Deli Dumrul yanında sütten çıkmış ak kaşık Üstelik suyun başında olanların suyunca gitme erdemli davranışlardan sayılmaya başlandı. Suyu çekilmeye başladı değerlerin. Böyle giderse ortalığı suyu görmeden paçaları sıvayan insanlar dolduracak. Şairin dediği “Bu cadde çıkmaz sokak “ ortak tespit olsa neye yarar... Ve çoğunluk olduğunu iddia eden birilerinin ısrarla, inatla faziletli yaşamak adına suyu bulandırması gerekiyor. Kurulu dişlinin çarkları arasında bu çirkefe dur diyebilmek için suya sabuna dokunmak gerekir. Yoksa bundan önce olduğu gibi, bundan sonra da bizi , hepimizi birileri suya götürüp susuz getirme alışkanlığından vazgeçmeyecek.
SİNAN YILMAZ