DİLEK KUYUSU
Olumsuzda olsa yorum yazarsanız sevinirim...
Geçen yaz ailemi de yanıma alıp, yollarında gezdiğim, havasını soluduğum, ekmeğini yiyip suyunu içtiğim topraklara, memleketime tatile gittim.
Yol boyunca liseye kadar geçirdiğim en güzel yıllarımı, en güzel anılarımı düşündüm durdum. Tam 20 yıldır gitmiyordum memleketime yani 15 yaşından beri. Çok heyecanlıydım, önceden oturduğumuz evi, mahallemizi, bakkalımızı, camimizi kısacası her şeyi çok merak ediyordum. Memleketimden ayrılırken daha 15 yaşında toy bir delikanlıydım. Ortaokulu bitirdikten sonra ailecek göç etmiştik buralardan. Ve şimdi ise 20 yıl aradan sonra çoluk çocuğumla ve eşimle birlikte, bir koca ve en önemlisi bir baba olarak tekrar dönüyorum canım memleketime.
Yol boyunca en çok düşündüğüm şeyse, ortaokulu okuduğum okuldu. Bir ara adını anımsamaya çalıştım, sahi neydi adı, çok uzun süredir düşünmediğim için olsa gerek bir an için hatırlayamadım. Ama biraz kafa yorduktan sonra hatırlayabildim, okulumun adı Semavi İ.Ö.O’ydu. Bu okul ben ortaokula başladığım yıl öğretime açılmış ve bende ortaokulu bu okulda okumuştum.
Ben anılarımın içinde dolaşırken, eşim köye 5 km kaldığını yazan tabelayı işaret ediyordu. Heyecanım gittikçe artmaya başlamıştı. Acaba eski tanıdıklarımdan, eski oyun arkadaşlarımdan kimleri görebilecektim.
Köye girdiğimizde vakit bir hayli ilerlemiş ve hava kararmıştı. Köy meydanında kimsecikler yoktu, herkes evine toplanmıştı. Evimiz meydana yakın olduğu için merakla doğduğum ve yetiştiğim eve doğru yöneldik. Evimizin önüne geldiğimizde evin kullanılmadığını fark ettim. Ah şu yapıda, şu virane yapıda ne günlerim geçmişti. Evin çatısı geçen yılların etkisiyle gittikçe ağırlaşmış, geçen yılların etkisiyle o da yaşlanmıştı.
Ne yapacağımızı düşünürken birden yan komşumuz ve aynı zamanda en yakın çocukluk arkadaşım olan Selim geldi aklıma. Onların evinin ışıkları yanıyordu. Kapılarını çalınca, Selim açtı kapıyı, yıllar onu da yaşlandırmıştı, yer yer beyazlar düşmüştü saçlarına. Selim beni ilk bakışta tanıyamamıştı ama biraz gözünün içine bakınca adeta sevinçten havalara uçtu ve heyecandan ne yapacağını bilemedi. Bizi hemen içeri buyur etti. O gece uzun uzun sohbet ettik, hasret giderdik. Selim’de evlenmiş çoluk çocuğa karışmıştı. Selim’den yarın bize köyü gezdirmesini rica ettim, o da memnuniyetle diyerek teklifimi kabul etti. O gece Selim’in yüzünde sırlı bir tebessüm dikkatimi çekti ama ne olduğunu anlayamadım, bir ara bana bir sürprizi olduğunu ve yarın görünce çok şaşıracağımdan bahsetti. Üstelememe rağmen sürprizin ne olduğunu bana söylemedi. O gece meraktan gözüme uyku girmedi.
Sabahleyin, günün ilk ışıkları ve horoz sesiyle uyandık. Bu gerçekten çok güzel bir duyguydu, yıllardır horoz sesiyle uyanmıyordum. Yatağımdan doğrulup perdeyi açtığımda dışarıda güneşli ve güzel bir yaz gününün bizi beklediğini gördüm.
Çarçabuk kahvaltımızı yaptıktan sonra beraber gezmeye çıktık. Gezimiz boyunca eski dost ve tanıdıkları gördük. Gezimize ilk olarak köy camisinden başladık. Camiyi görünce eski Kuran kursu derslerim geldi aklıma. Selim’le her yaz bu camiye ailemizin de zoruyla imamdan ders görmeye gelirdik. İmam efendi biraz yaşlıydı, biz Selim’le yaramazlık yaptığımız için hep bizi tek ayaküstünde bekletir, durmadan söylenirdi kendi kendine ve şimdi sanki o imamın sesi uğulduyordu kulaklarımda. Cami fazla değişmemişti, Selim caminin tadilatının daha yakında yapıldığını ve onun için yeni olduğunu söyledi. Camiden sonra sırasıyla köy kahvesini ve köy bakkalını ziyaret ettik. Kahveden sonrada eskiden köydeki tüm çocukların oyun oynadıkları boş alana geldik. Burada da çok güzel anılarım geçmişti. Çelik çomak, misket oynar uçurtma uçururduk bu boş alanda. Çocukluğumda en çok sevdiğim yerdi burası benim.
Gezintimiz boyunca Selim’in, sana bir sürprizim var sözü kafamı kurcalayıp durdu. Acaba Selim’in sürprizi neydi ve hala neden söylememişti. Gezmediğimiz tek yer olarak okul kalmıştı. Geldik geleli Selim okul hakkında tek bir kelime bile etmemişti.
Okul köyün biraz dışında kalıyordu. Okul yolunun iki yanı ağaçlarla kaplıydı. Zaten okulda ormanın içinde küçük bir derenin kenarına yapılmıştı. Ben okuldan çıktıktan sonra bu derede Selim’le balık tutmayı ve oyun onamayı çok severdim.
Okula yaklaştıkça heyecanım artıyordu. Kalp atışlarımın gittikçe arttığını fark edebiliyordum. Uzaktan uzağa okulun çatısı seçilmeye başlamıştı. Okulumuz mavi boyalı, çok büyük olmamakla beraber köy öğrencilerini alabilecek sekiz sınıflı bir okuldu. Biraz daha yaklaşınca okulun mavi duvarlarını da görmeye başladık. Selim’e baktığımda yüzündeki sırlı tebessümün gittikçe arttığını fark ediyordum. Ama nedense Selim hala tek bir kelime bile söylemiyordu.
Yapının yanına yaklaştıkça burasının bizim eski okula göre çok daha küçük olduğunu fark ettim. Biraz daha yaklaşınca burasının bir okul olmadığını anladım. Peki, ama okula ne olmuştu ve bu bina ne amaçla kurulmuştu? Bir anda içime hüzün çöktü oysaki nede çok istiyordum eski okulumu ve sınıfımı görmeyi.
Hemen Selim’e döndüm, okula ne olduğunu ve bu binanın ne amaçla kullanıldığını sordum. Selim başladı anlatmaya, biz köyden gittikten 7 yıl sonra okul köyün dışında kaldığı ve köy öğrencilerinin tamamını almadığı için okul yıkılarak yenisi köyün diğer ucuna yapılmıştı. Selim sürprizinin bu yapı olduğunu söyleyerek bana bakıyordu. Ben hala anlamamıştım. Selim devam etti, burası okul yıkılmadan 5 yıl önce yani biz taşındıktan sonra yapılmıştı. Burası vatanın dört bir tarafında tanınan ve ziyaretçisi olan bir dilek kuyusuydu adı da Semavi dilek kuyusu. İnsanlar bu kuyuya para atıp secde ederler ve dilek dilerlermiş. Ben hala ne olup bittiğini anlayamamıştım. Selim bana okula ilk başladığımız günü hatırlamaya çalış dedi. Hatırlamaya çalıştım ve biranda beynimde şimşekler çaktı adeta, şaşkına döndüm.
Okula ilk başladığımız gün Selim’le okulun kenarındaki mazgallara oturmuş konuşuyorduk. Bu mazgallar okulun çatısında akan yağmur sularının toplanarak dereye akmasını sağlayan, bir adam kolu derinlikte üstü demir parmaklıklarla kaplı çukurlardı. O gün bir yandan sohbet ediyor bir yandan da ellerimizdeki bozuk paralarla oynuyorduk, işte bu oyun sırasında benim elimdeki bozuk paralardan biri mazgallardan aşağı düşüvermişti ve uzun süre parayı düştüğü yerden almaya uğraşmıştım. Ama bütün çabalarıma rağmen parayı düştüğü yerden çıkartamadım. Son çare olarak mazgalların üzerine yatarak kolumu aşağı uzatmıştım. İşte tam bu sırada yanıma bir çocuk gelmiş ve ne yaptığımı sormuştu. Bende onu başımdan savmak için bu mazgalların aslında bir dilek kuyusu olduğunu, buraya para atıp secde ettikten sonra dilek dilediğimi söylemiştim ve şimdi yıllar sonra benim yalanım gerçeğe dönüşmüştü. Hayretler içindeydim, Selim’e olayın aslını köylüye niye anlatmadığını sordum. O da bunu için yıllarca uğraştığını ama ona kimsenin inanmadığını söyledi.
İnsanlar hayatlarında duydukları şeylere arkasını incelemeden görüp araştırmadan nede çabuk inanıyorlar. Köydeki ziyaretimiz boyunca bende köylüye olayın aslını anlattıysam da inandıramadım. Onlarda inanmamakta haklıyıydı aslında, bu kuyu onlar için bir geçim kaynağı, ekmek kapısıydı artık. Biraz kızıyorum kendime, insanların kendi kendilerini kandırmalarına sebep olduğum için, ama birazda seviniyorum, “İnsanı hayata bağlayan hayalleri ve dilekleridir.”derler insanları hayata bağlamaya sebep olduğum için...
Yusuf ARDA