ACEMİ YAZARIN ÖYKÜSÜ
Öyle bir öykü yazmalıyım ki okuyanları ayağa kaldırsın. Elden ele, dilden dile dolaşır olsun. Kısa bir süre içinde çok okunsun ve de liste başı olsun. Efsane olsun öyküm.
İşe neresinden başlamalı? Önce öykünün konusunu saptamalı. Sonra kurgulamalı. Başlığı da çarpıcı olmalı ama. Başlık önemli…
Bizim millet duygusaldır genellikle. Göz yaşı dökmeyi çok sever. Acıklı bir filmi izlemeye gittiğinde yanında mendil bulundurur. Poşetinde çekirdek de, mısır gevreği de bulundurur ama olsun… Bol bol ağlıyor; göz yaşı döküyor ya, gerisi önemli değil. Bana lazım olan da bu. Geçmişte, sinemalarda gösterime giren “Bir Aşk Hikayesi” adlı filmi seyretmeyen mi kaldı? Kız kansere yakalanmıştı, oğlan üzüntüden yemeden içmeden kesilmişti. Tarifi imkansız acılar içindeydi. Millet seller gibi gözyaşı döktü. Film izlenme rekorlarını altüst etmişti.
İşte bu! Damardan gireceksin öyküye. Aşkı işleyeceksin konu olarak dostum. Dünya kuruldu kurulalı aşk var. Her yerde var, bizde de. Öyküde var, romanda var, şiirde var. El değmemiş bakir bir konu değil elbette. Ama öylesine gür akan bu pınardan herkes doyasıya içmiş. Tükenmiş mi? Belki de içildikçe daha da çoğalmış. İnsanlar yazıyla tanıştığından bu yana ne kadar roman, ne kadar öykü, ne kadar şiir “aşk”ı işlemiş… Saymaya kalksan hesap makinesi ağlar.
Evet, evet kararlıyım. Aşk öyküsü olmalı yazacağım. Şiirimsi bir dille yazmalıyım ki, bir solukta okunsun. Şiir dedim de aklıma geldi birden. L.Aragon “Elsa’ya Şiirler”le ağlatmış ülkesinin kadınlarını. E.Allan Poe “Anabel Le”, Apollinaire ise “Mirabo Köprüsü” ile. Bizde de “Mona Rosa”, “Mihriban”,”Biraz Kül Biraz Duman”, “Ben Sana Mecburum”,”Git Başımdan Aysel”lerle. Nasıl tutmuş insanlar okurken kendilerini. Tutamamışlar ki zaten. Deryalara karışmış gözyaşları.
Şimdi aklıma gelmiyor, kim söylemişse söylemiş. “Önemli olan Leyla değil, Mecnun olmaktır; çünkü her Mecnun’a nasıl olsa bir Leyla bulunur”. Öykünün esas oğlanını ön plana çıkarmalıyım. Çarpıcı bir şekilde çizmeliyim karakterini. Sevdiği kızın karakteri önemli değil. Boş ver kızı. Zaten onlar değil midir ki çile çektirirler öykülerin, şiirlerin kahramanına. Cilve, naz, bunlarda. Aşık için umut dağların ardında. Bir türlü ulaşılmaz onlara. Vuslatı imkansız kılarlar. Dostum, kızmayın bana. Kadın kahramanın karakteri silik kalacak bu öyküde. Haksız mıyım ama?
Öyküyü sonlandırınca mı koysam başlığı acaba? Sıkıntılıyım... Hata yapmamalıyım, başlık çok çarpıcı olmalı, içeriğe davet etmeli okuru. Oltanın ucundaki yem gibi olmalı örneğin. Bir kere takıldı mı oltaya balık, akıbet tamamdır.
Artık başlamalıyım öyküye. Sır dolu, daha önce hiç duyulmamış sözlerle girişi yapmalıyım. Bir entelektüelin zekası fışkırmalı satırlardan. Sesini duyar gibiyim sevgili okur. Hani nerede diyorsun, meraktan ölüyorsun, öykünün girişindeki satırları görmek için. Öyle yağma yok! Sabırlı olacaksın dostum.
Öykünün planını nereye koydum? Hah, buldum işte! Şimdi adım adım ilerlemeliyim. Esas oğlanın karakterini esaslı biçimde çizmeliyim. Kızı boş ver! Kaba taslak da olur onunki.
İyi gidiyor, iyi. Daha şimdiden gözüm sulanmaya başladı. Yalanım varsa şerefsizim! Eğer okurken hüngür hüngür ağlamazsanız ben bu ülkeyi terk ederim.
Öykü akıp gidiyor. Yarıladım bile. Çok önemli bir nokta var şimdi. İşin püf noktası! Dikkatli olmalıyım, tuzağa düşmemeliyim. Bazı öykülerde okur daha yarısını okumadan sonucu tahmin edebiliyor. Avucunuzu yalarsınız! Kesinlikle düşündüğünüz gibi olmayacak. Alışılagelmiş, klasik bir sonla bitmeyecek bu öykü.
Yoruldum. Ter içinde kalmışım. Su içmeliyim biraz. Ama soğuk olmasın. Üşütürüm. Grip salgını var, neyi var.
………………………………………..
İçim geçmiş, uyuya kalmışım. Öyküye kaldığım yerden devam ediyorum. Sular, seller gibi akıyor kalemim. Az kaldı… Bitiyor… Bitirdim işte... Bitti!
Sigara paketim nerde?.. Yaktım sigaramı, bırakıverdim boşluğa dumanını. Oh be... Nasıl bir duygu yazar olmak! Bulutlarda sanki başım!!
Geliyorum dolu dizgin. Ey yazın dünyası, alkışlamaya hazırlanın yeni yazarınızı.