EL DEĞMELERİ
"sıcak değmelerden yoksun
iki dudak
iki göz arası ayrılık
bir veda ki
iki şehir arası"
Aylardan beri burada yaşıyordum. Mutsuz günlerimden biriydi. Hangi masaya gitsem ince belimden tutan parmaklar neşesizdi. Şu sırada da masalarında bulunduğum çift; sanki birbirlerine dargınmış gibi kısık sesle aralarında tartışıyorlardı. Adamın ince belimi saran parmakları canımı acıtıyordu. Sert ve hiç de hoş olmayan sözler dökülen dudaklarını değdirdikçe içindeki huzursuzluğu hissedebiliyordum. Kadın ise sinirli fakat alçak sesle ve yanıtlıyordu adamın sözlerini. Huzursuzdular, sanki aralarında sevgi bitmiş sadece yaşıyorlardı beraberce. Dedim ya, üzgün geçiyordu günüm...
Etrafıma can sıkıntısıyla öylesine bakarken, gözlerim el ele gelen bir çifte ilişti. Deniz kenarında ve bir kaç masa önümde oturdular. Kadının yüzünü pek seçemedim. Adamın ise garsondan çay istediğinde yüzünü görebildim. Çok sesli konuşmasalar bile konuştuklarını bulunduğum yerden duyabiliyordum. Akşam üstüydü ve güneş artık etrafına yaydığı kızıllığıyla güne veda etmeye başlamıştı. "Biliyor musun? Günesin batısını çok severim, gittiğim her yerde güneş batısını dakikalarca seyrederim" diyordu kadın.
"Burada da güneş batışı çok güzeldir. Şu karşıda gördügün yer ...... dir?" O sırada gürültüden adamın ne dediğini duyamadım
"Aa! eveet! orası mı? benim de orada tanıdıklarım var fakat sık görüşmeyiz".
Devamlı birbirlerinin yüzüne bakıyorlar ve yan yana olmanın hazzını yaşıyor gibiydiler.
Arada bir de çaylarını yudumluyorlardı. Daha çok adam konuşuyor, kadın dinliyordu. Masaya oturduklarından beri kadının, bir eli adamın elindeydi. Masadaki çay bardağını kıskanmıştım bir an. “Keşke orada ben olsaydım.” diye geçirdim içimden. Konuştuklarını duyabilseydim.
Masamdaki konuşmalardan, onların konuştuklarını tam duyamıyor, yüzlerini göremiyordum. Nasıl da kızıyordum. Duyuramadığım sesimle, masamdakilere susun diye bağırmaya çalışıyor; bir yandan da beni eline almış olan adama bırakmasını söylüyordum. Ama olan olmuştu. Bir anda çayı bitirdi. Az sonra beni alıp götürdüler. Bir müddet sonra bir başka masaya geldiğimde onların oturdukları masada başkaları vardı. Öyle sevgi ve hasretle birbirine bakmıyorlardı. Ne vardı ne olmuştu... Bunu hiç bir zaman öğrenemiyecektim.
Gece
Yorucu bir gün geçirmiştim. Bizi yıkamışlar, sabah için hazır etmişlerdi. Hala aklım o masadaydı, boş olan masada. Adamın beni o kadar çabuk içmesi mı lazımdı? Acaba bir daha görebilecekmiydim?
Bir ara onları unuttum. Öteki bardakların hikayelerini dinlemeye başladım. Bir arkadaşım heyecanla ufak bir çocuğun, az daha onu elinden düsürüp kıracağını anlatıyordu ki, beni ve başka bir arkadaşımı yerimizden aldılar. Daha ne olduğunu anlamadan ikimiz de tepsideydik. Bu saate kim olabilirdi? Herkesin gitmiş olması lazımdı. Günün yorgunluğu ile gözlerimiz kapanıyordu artık. Tepsiyi tutan garsonun ani duraklaması ve sesiyle irkildik. " Pardon sizi rahatsız etmek istemiyordum" diyordu. Birden kendime geldim.
Aman allahım! Karşımdaydılar. Aynı masada yine ikisi, karşılıklı oturmuşlar, kadının elleri adamın ellerinde göz göze...Anlamıştım şimdi neden rahatsız etmek istemediğini. Sanki ikisi de tek kişi olmuşlardı. Bunu bozmak istememişti. "Size çay getirmiştim. Rahatsız etmiyorsam eğer... " "Hayır" dedi adam: " rahatsız etmiyorsunuz". Allahım, ne kadar mutluydum. Şimdi yüzlerini görebiliyordum, Konuştuklarını da duyabilecektim. Kadının yüzünde sevgiyle karışık bir hüzün vardı. Adamın yüzünde ise bütün hisler birbirine karışmıştı. Ne düşündüğünü ne hissettiğini anlamak mümkün değildi. Devamlı konuşuyordu. İşlerinden, kendinden bahsediyordu. Bir ara: "Hep ben anlattım, biraz da sen anlat" dedi adam. Gülümsedi kadın: "Yok sen anlat, seni dinlemek hoşuma gidiyor. Kimbilir bir daha sesini ne zaman duyacağım? Belki de hiçbir zaman".
Adam zaman diye bir şeyin olmadığı anlattı. Uzun bir müddet zaman hakkında konuştular.
Vakit epey ilerlemişti. Kesik kesik konuşuyorlardı artık. Konuşmalarına da gerek yoktu...Yüzlerinden bulundukları anı yaşamak istedikleri belliydi.
-"Seni sevdiğimi, çok sevdiğimi biliyorsun değil mi?"
- "Evet biliyorum."
- "Peki sen?"
- " İmkansız çok geç." Neye, neden geç olduğunu anlamamıştı kadın.
-"Ağlıyormusun?"
- "Hayır! Ağlamıyorum."
- "Neden gözlerin dolu dolu sanki ağlayacakmış gibi?"
- "Hep öyle dolu doludur" Gözyaşları her an akacak gibiydi. Kendini tutuyordu. Kuvvetli olması lazımdı.
Bağırmak istiyordum, kadına anlatmak: "Güclü olmak zorunda değilsin, senin de ağlamaya hakkın var duygularını akıtmaya, bunu çoktan hakettin." demek istiyordum ama sesim çıkmıyordu.
"Ama sen ağlıyorsun." dedi adama. "Neden?" başı önüne eğik gözyaşlarını kadından saklamak ister gibiydi. "Evet ağlıyorum keşke başka bir zamanda, başka bir mekanda tanışsaydık. Şartlar böyle olmasaydı" derken bir yandan da parmaklarıyla avuçlarının içinde olan kadının ellerini seviyordu. Kadın da sanki bu anı içinde saklamak istercesine gözleriyle tenini sevgiyle okşayan o çok sevdiği eli izliyordu...
Kendini zor tutuyordu. Bunu her seferinde zarif parmaklarınla beni tutup dudaklarına değdirdiğinde dudaklarının titremesinden anlıyordum. İçerken çayı değil, sanki karşısındakinin durmayan gözyaşlarını içiyordu.
"İsterdin değil mi?" dedi adam. Gülümsemeye çalışan nemli gözleriyle. "Yok istemezdim. Şu anda yaşadıklarım bana daha çok haz veriyor". Sonra kendini de inandırmak istercesine "Hayır istemezdim". Gururu, karşısındakine ve kendine olan saygısıydı hayır dedirten. Seviyordu besbelli.
Bunu adama bakan şefkat, özlem, sevgi dolu gözlerinde görmemek mümkün değildi.
Adamın ise kadına bakışlarında derin bir acı ve bilinmeyenleri vardı.
Tutamadım kendimi. Kadın kadar kuvvetli değildim. Bir cam parçası olmama rağmen ağlıyordum. İkimizin gözyaşları masada birbirine karıştı adamla. Seviyormuydu? yoksa karşısındakinin sevgisine karşı duyduğu saygımıydı suskunluğu adamın.
Ayrılık vardı aralarında anlamıştım bunu artık. Oysa ki ben şu anda bir çay bardağı yerine bir içki bardağı olmak isterdim parkmaklarının arasında mutluluklarına kaldırdıkları.
Beni en son eline alığında elleri titriyordu. Dudakları titriyordu. İkisi de son yudumlarını içtiler bardaklardan. Bıraktığında buz gibiydim. Içimde bir şey kalmamıştı boştum. Onların yaşadığı şu an gibi; dolu olduğu kadar boş...
Az sonra geldiler bizi aldılar. Şimdi uzaktan seyrediyordum onları. Yine konuşmuyorlardı ve yahut konuşuyorlardı da ben duyamıyordum. Duymama da gerek yoktu. Tek kişi olmuşlardı. İnsan kendini, kendine ne kadar anlatabilirdi ki. Hissettikleri, yaşadıkları yüzlerinden belliydi zaten. Az sonra sesizce kalktılar yeşilli Zeytin motifli masadan...
Birbirlerine değercesine elele tutuşmuş geçerlerken önümden; ikisini bir daha, hiç bir zaman, bu masada görmeyeceğimi anladım. Ah şu keşkeler olmasaydı dedim kendi kendime.
Ilk defa bu gece ağlıyordum ben...
Fulya Celikbilek
YORUMLAR
bence müthis bir temasi vardi.ama ne yazik ki kimse okuyamamis.müthis akici bir yan
herseyi tadinda birakan.
evet buydu istedigim bu sitede
ve ben bunuda okudum.
durdum ve kutladim.
hemde nasil.
...........f.s.m
tavsiye bence cay bardagi olmaya devam et.
odaha sirin duruyor.