- 548 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Yasu Nikola
- Merhaba
- Merhaba
- Nasılsınız?
- İyiyim, sen?
- Eh, biraz başım ağrıyor ama iyiyim işte…
Elimde üzerinde Hacı Muhittin Lokumları yazan bir poşet tutuyorum, ellerim tirtir, kulaklarım pancar, kızarıyor, yanıyor, hissediyorum…Mahvoluyorum, ölmek üzereyim…Demek burada ölecekmişim…Ölmeden önceki son sözüm ne olmalı diye düşünüyorum…Yorgunum.
Harika bir yüzü var Nicholas’ın.Herşey orada; şeffaf, duru, dingin, su gibi işte. Bir yüz nasıl böyle saydam olur? Heyecanımı kontrol etmeliyim, sol elim pantolonumun cebinde yumruk olmuş, kanatıyor kendini…Odasına gidiyoruz tek sıra halinde…Önde O, arkada sudan çıkmış ben, en arkada hala sudaki baba, onun babası…Odasına gidiyoruz üçümüz, üçlü, üç kişi olarak.
Onun Odası:
Babaannenin üç odalı evinin bir odası Onun odası…onun ile babasının odası…Daha çok onun odası…Annesinden uzak odası…
İki tek kişilik yatak birleştirilmiş (kıskandım mı?).
40’a 60 cmlik bir yazı masası…yunanca yazan kurşun kalemler ve yunancayı silen yarım bir silgi ve bir komando bebek , tek bacağı kopuk…yaralı bir komando…belki bir mayına bastı,(o mayını ben mi koymuştum oraya?)
Ah bir keman…ciddi bir keman ve onun ciddi notaları…ve tabii ki sağır adamın 9.senfonisi; kardeş olun ulan insanlar! Nicholas birgün bana keman çalacak ama bu gece değil çünkü bu gece saat 11.00 ve ben babasının henüz ne olduğu bilinmeyen mikroturkaki’si, moraki mou’su ve kouklitsa mou’su…Nicholas böyle bilmiyor tabii ki ya da nah bilmiyor! Biz onun bilmediğine inandırıyoruz kendimizi.
- Bu senin için; çok sembolik birşey ama beni hatırlatır sana (eğer istersen) diyerek Hacı Muhittin’ den kurtuluyorum.
Ah benim güzelim!
Nasıl mahçup, sıkılgan, ürke ürke daldırıyor elini Hacı Muhittin’e. Onun ve benim yanaklarım al al. Nasreddin Hoca fıkraları onun ellerinde, benim ellerime yer bulamıyor hiç kimse…Cebime saklıyorum hokkabaz ellerimi tekrar. Gözgöze gelmemeye çalışıyor Nicholas teşekkür ederken bana 4 aylık ingilizcesiyle…Birşey değil diyorum 6 aylık yunancamla…Gülümsüyoruz içten ve dıştan birbirimize, o babasına, ben ona, babası bana, ben babasına…
Beni daha iyi, doyasıya, gönlünce, annesine anlatabilecek kadar izleyip, inceleyip, hapsetmesi için onu rahat bırakıyor ve babasına dönüyorum yüzümü. Tam düşündüğüm gibi, gözleri yüzümde, dudaklarımda, ellerimde, saçlarımda…Bana dalıyor, soruyor…Beni unutmayacak hayatı boyunca…Bu öyle bir an! Biliyorum çünkü ben unutmamıştım!
Nicholas’la aynı yaştayım.15 yıl öncedeyim, 10 yaşındayım, bir kadın bana gülümsüyor , boşanmış, benden 1 yaş küçük bir kızı varmış:o anlattıkça içim eziliyor nedense…Babamı çağırıyorum…korusun beni bu kadından kimse bu kadın…babam başkasını babası mı olacak yoksa? Huzurum kaçıyor, kulaklarım kızarıyor, çok yalnızım…
En sevdiğim yemeği soruyor öcü kadın, kızarmış patatesle sosis diyorum…Ben de en çok onu seviyorum diyor, bir an mutlu oluyorum, öcü kadının uzun siyah saçlarındaki firketelere bakıyorum…uçları keskin, sivsivri firketeler ; dokunursam beni ham yapacaklar…Babamı da…Annemi de…Kurtarmalıyım onları filan…
Ve öcü kadını yıllar sonar gördüğümü hatırlıyorum…Ben okul servisindeyim…O, otobüs durağında…Önünde duruyoruz; dil çıkarıyorum ona var gücümle, tüm dilimle, boğazım, ciğerlerim ve sindirim sistemimle…herşeyimle…Babam sana tekmeyi nasıl da bastı Oh olsun sana pis hırsız ve öcü kadın diye bağırıyorum içimden, içim sızlayarak, kanayarak, binlerce kez tekrar tekrar kırılarak, yalnız kalarak…
Öcü kadın nerelerde kimleri korkutuyor artık bilmiyorum, ona duraklarda rastlamıyorum, rastlarsam ona belki elimi uzatırım…bilemiyorum!
Onu Zürafa Sokağın simitçisi yaptım hayallerimde, ona koca göbekli, kısa bacaklı, dolma parmaklı,sarı dişli adamları yolladım…salyalı ağızlar gezdirdim bedeninde…canını acıttım…ısırdım…
Ve 15 yıl sonra tam 15 yıl önceki halimle birbirimizi inceliyoruz.Ben benden çıktım, kafam bedenimden ayrılmış; top gibi yerlerde yuvarlanıyor…Nicholas’ın her sorusu, her cevabı top kafama tekme darbeleri…duvardan duvara….köşeden köşeye çarpıyorum.
- Kaç yaşındasınız?
- 25
- Ne kadar gençsiniz ama daha genç duruyorsunuz…ehmm! 19 gibi…
İşte öldüm ben…Huzurum kaçtı…beni beğenmedi…Babasına yakıştıramadı…Bittim ben!
- En sevdiğiniz müzik?
- Etnik jaz…( aklıma nerden geldiyse…salağım ya ben!)
Babası da şaşırıyor dediklerime, klasik müziği de ekliyorum etnik jaz’a acemice…
- Bize keman çalar mısın? diyorum.
- Başım ağrıyor, havamda değilim diyor.
Bunlar söylenirken, dinlenirken Nicholas hep mahçup, utangaç, meraklı, kibar, dost…Henüz öcü kadın değilim onun için diye inandırıyorum kendimi…Böylesi işime geliyor.
Sarılsam garip olur mu? Saçları yumuşak mı sert mi? Okşasam ?En iyisi gitmek mi? Bir daha da onu görmemek mi?
Uyku saati ! diyor üstü kapalı…
Çarçabuk cebimdeki Türk paralarını veriyorum ona…Bozuk paralar…Benim de kafam bozuk…
- İyi geceler…Kolay gelsin sana Nicholas! Yaraların çabuk kapansın…kanamasın ikide bir…
Babasıyla aynı odada yatmakta olan Nicholas bu geceyi de babasız uyuyarak geçirecek…Huzurum tekrar kayıplara karışıyor.
Babasına benim için “ iyi bir insana benziyor” demiş babasını sırtını sıvazlarken…
“ismini doğru söyleyene kadar söylemeyeceğim, komik olmak istemiyorum” da demiş…
“ona keman çalmadım çünkü bu parçayı yeni çalışmaya başladım, sonra çalacağım” da demiş…
“müslüman mı?” da demiş…
“Harry Potter ‘ı biliyor” da demiş…
Ertesi sabah babasıyla okula giderlerken ismimi tam olarak, doğru olarak, dosdoğru söylemiş:
“CAHİDE”…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.