FARKINDA OLUP, FARKLI OLABİLMEK...
Sabah işe gelmek için evden çıktım… Servisi beklediğim durağa geldiğimde, bir delikanlı yanıma yaklaşıp, bana bir bankanın yerini sordu… Düşündüm, acaba nerede olabilir diye… Benim oturduğum bölgede olduğuna eminim. Belki yüzlerce kez geçmiştim o bankanın önünden. Ama bir türlü tam yerini çıkartamıyordum… “Şuralarda bir yerlerde olacak, yine de pek emin değilim. Bir başkasına sorabilir misiniz?” dedim… Delikanlı uzaklaşırken kendime kızdım: “Onca yıl burada yaşıyorsun, oturduğun bölgede ne var, ne yok bilmiyorsun !..” Gerçekten de öyleydi… Her gün önünden geçtiğim caddelerin, sokakların neresinde ne var pek farkında değildim… “Acaba alış-veriş ettiğim market, bizim eve giderken ilkokuldan önce mi geliyordu, sonra mı?... Sahi, o ilkokulun adı neydi?... Oğlumu gezmeye götürdüğüm parkta ne heykeli vardı: Bir viyolonsel… Hayır hayır, viyolonsel heykeli iskeleden sonraki parktaydı… Peki bekleme salonunun duvarında seramikten yapılmış bin İzmir manzarası olan iskele hangisiydi? Alsancak mı?.. Konak mı?.. Yoksa Karşıyaka iskelesi mi?... Son okuduğum kitabın üzerinde nasıl bir resim vardı?... Az önce geçen belediye otobüsü hangi reklamla bezenmişti?.. Bak bundan eminim bir salça reklamıydı.. Kırmızı kırmızı domatesler ve dizi dizi kavanozlar vardı üzerinde… Aaaa o da ne?.. Domatesli otobüs yeni geçiyor… Hey Allahım sen benim aklıma mukayyet ol : Yavaş yavaş kaybediyorum galiba!.. Tabii tabii yorgunluktandır.. Bu aralar işler oldukça yoğun. Bir de evdi, çocuktu derken yeterince dinlenemedim. Bakar kör gibi dolaşmam bundan olsa gerek… Hem neyin nerede olduğunu “Pat” diye bilmeme ne gerek var zaten… Ayrıca, az önce geçen otobüsün üzerinde hangi reklamın olduğu çok mu önemli?...
Ben her gün evimin yolunu nasıl mı buluyorum?.. Canım ne ilgisi şimdi, bu anlattıklarımla benim evimin yolunu bulmamın?... Gerçi ilk taşındığımızda epey bocalamıştım… Hansel ve Gratel masalında olduğu gibi, geçtiğim yollara çakıl taşı dökmek bile geçmişti aklımdan… Ama şimdi gözüm kapalı olsa bile bulabilirim…
Ağaçlık bir yoldan mı gidiliyor bizim eve?...
En güzel balkon ödülü almış bir ev mi var yolun başında?...
Balkonunda rengarenk çiçeklerin açtığı saksılar mı dizili?...
Hiç fark etmemişim. Kim bilir belki vardır… Ben biraz dalgın bir insanım… Eşim de öyle der. Haa eşim dedim de aklıma geldi… Geçenlerde sol kulak memesinin altında bir ben gördüm. Aldı mı beni bir telaş… “Hemen doktora gitmeliyiz!.. Büyüyor mu?... Rengi gittikçe açılıyor mu?.. Acı veriyor mu?...” gibisinden soruları peş peşe sordum… “Dur!” dedi eşim, “dur, telaşlanma!..” O, ben doğdum doğalı var”… Kızardım, bozardım… Ik-mık ettim… Büyük bir çam devirmiştim çünkü… Sen onca yıllık eşine, gören gözlerle değil, bakan gözlerle bak…
Evet evet itiraf etmeliyim artık: Ben görmüyorum, yalnızca bakıyorum… Ve böyle olduğum için de hiçbir şeyin farkında olamıyorum…
Oysa, yaşamı harikulade bir serüven kılmak için farkındalık gerekli… Aklıma kısa bir öykü geldi. Sizlerle de paylaşmak istiyorum:
“Bir fabrika sahibi, fabrikasını teftiş ederken çok değerli saatini kaybeder. Üzülür tabii… Maddi değerinin yanı sıra manevi değeri de vardır bu saatin… Bulana bir ödül vaat eder… Ertesi gün fabrikaya, ödül haberini duyan bir çocuk gelir ve: "Saatinizi bulabilirim" der… Patron: "Oğlum bu kadar işin arasında bir de
seni ayak altında istemiyorum. Fabrikanın üretimine mani olursun. Hafta sonu, işçiler yokken gel, saati ara ve bulursan ödülü kazan." diyerek gönderir çocuğu… Çocuk hafta sonu fabrikaya gelir. Fabrika, üretim olmadığından derin bir sessizlik içindedir… Çocuk, patronun saatini kaybettiği katta biraz dolaşır ve on dakika sonra elinde saatle geri döner…
Patron şaşkın vaziyette : " Kaç gündür herkes bu saati aradı. Sen nasıl çabucak
buldun? " diye sorar… Çocuk şöyle cevap verir: " Sadece saatin tik taklarını
dinledim. "