BİR DOST ÖLDÜ, BİR SEVGİLİ (24.08.1996)
Bir dost öldü, bir sevgili.
Üç gün önce bir zamanlar çok sevdiğim bir dost hayata gözlerini yumdu. 95 Ekim’inin ortalarında tutulduğu amansız hastalığın pençesinden kurtulamadı.
O’nu kurtarabilmek için çok uğraştım. Yazık ki başaramadım. Tam on aydır gözlerimin önünde can çekişiyordu. Büyük acı duyuyordum bu halinden. Sanırım bu acıya, onun hastalığa yakalanmasından kendimi sorumlu tutmam neden oluyordu.
Aklıma gelen tüm çarelere, insanlara, kitaplara başvurdum. Bütün çabalarım sonuçsuz kaldı. O’nu yaşama bağlayan tek ve son bağı istemeden koparmıştım. O da on ay boyunca direndi. Fakat ölmek için. Evet ölmek istiyordu. Yaptıklarıyla ise beni hergün bin kez öldürüyordu. Lakin bilmiyordu bunu. Adeta tüm şuurunu kaybetmişti. Beyni, duyguları, gözleri kısacası tüm varlığı ile kitlenmişti ölüme. Gözünü kırpmadan geri sayım düğmesine bastı. Ve üç gün önce sayım bitti işte. Kendi deyimiyle "Kucak açıverdi huzura ve bıraktı kendini huzurun açık kucağına."
Bu ikinci ölümü O’nun. 24 Kasım 95 Cuma sabahı saat 8’de ölümle kucaklaşmıştı ilk olarak. Bu kısa süreli ölümü, kendinden bir parçanın da daha doğmadan ölmesine neden olmuştu. Hayati fonksiyonlarını yitirdiği andan itibaren uygulanan şok tedavi iki ay sonra ümit vermeye başlamıştı. Şubat’ın ilk günleriydi. Ve nihayet tekrar dünyaya geri dönmüştü. Fakat tam bir dönüş değildi bu. Yaşamla ölüm arasında gidip geliyordu sürekli. Yine de ölüme daha yakındı.
O’nun ölümü bu denli benimsemiş olması ise, öncelikle beni ve onu sonra çevremizdeki insanları yıpratıyordu. Ben çok fazla hırpalanmıştım. İçimde hala onaramadığım bir sürü yara açıldı. Öylesine derin ki bu yaralar, bundan sonraki yaşamımı ister istemez olumsuz etkileyecekler. Ve ne tuhaf ki, ondan bana kalan da bu yaralardan ibaret. Başka birşey hatırlamıyorum. Belki de hatırlamayı istemediğim için.
O hep yara mı açmıştı yüreğimde? Bilmiyorum. Ama başka şeylerde yaşanmış olmalı mutlaka. Yaşanmadıysa eğer, bu yaraları açmasına neden izin verdim? Bilmiyorum..
Kahretsin, hatırlamıyorum hiçbir şey! Herşey karanlık. Geçmişle arama, bir türlü aşamadığım kapkara bulutlar çöreklenmiş. Beni koruyan gizli bir güç mü var ne? Eğer öyleyse, ben böylesine yaralanırken neredeydi bu gizli güç?
Onun ölümü bana neden acı vermiyor? Beni koruyan esrarengiz güç mü sağlıyor bunu? Onunla ilgili geçmişimin önüne geçip, benim üzülmeme engel olmaya mı çalışıyor? Anlayamıyorum! Ne demek tüm bunlar?..
Ah, evet! Ölümünü anlatıyordum. Nasıl da dalıp gitmişim. Yaşama dönmüştü. Fakat ölüme bir adım vardı. Verdiği bir takım tepkiler O’nu yaşatabileceğime dair bir hayli ümitlendirmişti beni. Elimden geleni değil, daha çok daha fazlasını yapmaya başlamıştım. Tüm sınırlarımı zorluyordum. Bu kadar aşırı zorlamaya uzun süre dayanamadı benliğim. O’nu yaşatmaya çalışırken, ben ölümün eşiğine gelmiştim. Bu halde O’na nasıl yardım edebilirdim. Birşeyler yapmalıydım. Onun için; önce kendimi döndürmeliydim yaşama. Hayır, ölmekten korkmuyordum. O’nun öleceğini düşünmek korkutuyordu beni. Eğer ölecek olursam; O nasıl, nasıl yaşardı. O ölmemeliydi. Yaşamalıydı. O’nun yaşaması için ben yaşamalıydım. Ve sonunda, O’nu yaşatmak pahasına, yaşamayı göze aldım bir kez daha. Döndüm eşiğinden ölümün.
Neyse ki, O da hayata dönük reaksiyonlar vermeye başlamıştı. Yaşamla ölüm arasındaki o ince çizgide, ölümden uzaklaşıyordu gün be gün. İşte belli belirsiz de olsa duygularını anlatabiliyordu. Günlerden birgün şiir yazmıştı yine. Yine söylüyordu sevdiğini, kesik ve boğuk olsa da. Evet evet, başarıyordum. Kendisini o korkunç hastalığın pençesinden kurtarmak için çabalıyordu işte!..
Buruk bir mutluluk duyuyordum. İyileşmek için gösterdiği silik çabalara engel olmak istemediğimden, yüreğimin derinlerine vurduğu bıçak darbelerinde gözümü bile kırpmamıştım. O yaşama dönünce nasılsa yaralarımı saracaktı benim. Başarabilecek miydi acaba? Ne diyorum ben? O yaşasındı, önemli olan tekşey buydu şimdi. Ben utanmadan nasıl böyle düşünebilmiştim. Öyle kızdım ki kendime, bir bıçak da ben vurdum zavallı, masum yüreğime. O da hep yüreğime vurmuştu. Oysa O’nun için tüm sınırlarını zorlayan, O’nu yaşatmaya çalışan; yüreğim değil miydi? Masum yüreğim!...
Geri sayım devam ediyordu, kısır bir döngüye dönüşen bu garip mücadeleye aldırmaksızın. O iğrenç yüzüne, en iğrenç sırıtışını yerleştirmiş seyrediyordu bizi, taa ötelerden. Bazen attığı çığlık ötesi kahkahaları çalınırdı kulağıma. Ben de ona aldırmazdım, aldırmamaya çalışırdım. Ne de olsa tek amacı vardı; beni yıldırmak. Hayatı göze almış bir insanı zordur yıldırmak, anlamalıydı bunu.
Günler birbirini kovaladı. Artık O’nun ölümden tamamen uzaklaştığına öylesine inanmıştım ki, öyle inandırmıştı ki beni. Tedavisini uygulaadığım odadan çıkarmıştım bu yüzden. Herşey normaldi. İyileşmişti işte.
Birtek sorun vardı şimdi. O’nun konuşmasını sağlamak. Konuşturmaya çalıştım, içindeki zehiri akıtması için zorladım O’nu. Direniyor, kaçıyordu konuşmaktan. Oysa bir konuşsa, zehrini bir akıtsa yüreğinden, tamamen rahatlayacaktı. Bunu göremiyordu. Görmek istemiyordu. Korkmaya başlamıştım. Her an kaybedebilirdim O’nu. Eğer konuşmazsa, açılmazsa eğer herşey boşa gidecekti. On aylık çaba, emek, özveri, ümitler, herşey, herşey birden silinecekti.
Neden direniyordu? Neden konuşmuyordu? Yoksa!. Yoksa kandırmış mıydı beni? Hayır, buna izin veremezdim. Bunca ilerlemenin, tüm sınırlarımı bunca zorlayışımın karşılığında ölemezdi O. Birgün tüm cesaretimi toplayıp tekrar zorladım O’nu. Üç gün önceydi işte. Tam anlamıyla hayata döndüğünden emin olmak, beynimi kemiren şüphelerden kurtulmak için. Evet işte konuştu, tüm zehrini kustu bana. "Oynadım seninle" ve gözlerini yumdu hayata, ölmüştü.
Herşey boşa gitmişti. Ama neden acı vermiyordu bu ölüm bana? Hiçbir şey yoktu O’nunla ilgile geçmişten kalan, yaralarımdan başka. Şimdi ben, kendi yaralarımı sarmaya çalışıyorum.
Bir dost öldü yüreğimde. Oysa ölmedi. O, şu anda kendi aleminde BENSİZLİKLE tanıştı....