BİTMEYEN GECE
Soğuk bıçak gibi iliklerine kadar işliyordu. Üşüyen ellerini birbirine çarptı, hohladı. Sonra ellerini eskimiş paltosunun cebine soktu. Ellerini yumruk yaptı. Yumrukları yırtık cep astarından aşağıya iniyordu. Yumruklarını sıktı. Yumruklarını sıktıkça bütün toplumu avuçlarının içinde ezdiğini sanıyordu. Birden yüreğinde bir burkulma oldu. Yumrukları gevşedi. Hayır kimseyi ezmemeliydi. Toplumla birlikte ezilen biri daha vardı avuçlarında Saçları omuzlarına dökülen siyah gözlü ürkek bir kız da avuçlarının içinde eziliyordu. Çaresizlik içinde çırpındı. Biraz önce kesilen yağmur, küçük gölcükler meydana getirmişti.Kenarı sökük sağ ayakkabısı su alıyordu. Sağ ayağı vıcık vıcık olmuştu. Bütün bedeni cendereye sokulmuş gibi acı içindeydi. Sokaklardaki insanlar azalmaya başlamıştı. Sokaklar sessizliğini, bütün gece sürecek yalnızlığını yaşamaya başlamıştı. Önünde kenarları ezilmiş küçük bir karton kutu gördü. Olanca öfkesini karton kutudan çıkarırcasına karton kutuyu tekmeledi. Sinirleniyordu. Sinirlendikçe farkında olmadan daha hızlı yürüyordu. Nereye gittiğini bilmeden yürüyordu. Parça parça anılar geliyordu aklına, birden o güzel anılar en güzel yerinden kopuyordu. O zaman soğuğun iliklerine kadar işlediğini duyuyordu. Bir an durdu. Sigara içmek istedi. Sigarasını hangi cebine koyduğunu kestiremedi. Bütün ceplerini karıştırdı. Sonunda bulduğu paketten bir sigara çıkardı. Derin bir nefes çekti sigaradan. Sigaranın dumanını dudaklarını boru gibi yaparak, başını kaldırdı, gökyüzüne doğru üfledi. Savurduğu dumanla gökyüzünü ısıttığını sandı. Sigarası azalmaya başlamıştı. Daha az içmeliydi sigarayı. Pakette kalanları sabaha kadar idare etmeliydi. Sıkıldı. Artık sigaranın da hesabını yapmaya başladım diye mırıldandı. Gökyüzü iyice kararmaya başlamıştı. Karanlıktan korkmaya başlamıştı. Karanlıkla birlikte gelecek belirsizlik de korkutuyordu. Nerede olduğunu düşündü. Sonra nereye gittiğini, nereye gideceğini. Ceplerini umutla karıştırdı bir kez daha. Az ilerde bir sabahçı kahvesinin olduğu aklına gelrdi. Eskiden arkadaşlarla birlikte her akşam o kahvehaneye gelirlerdi. Biraz daha dolaşmak gerek diye düşündü.
Kahvenin önüne geldiğinde gece yarısı olmuştu. Akşamdan beri içtiği kaçıncı sigara olduğunu unuttuğu sigarasını yere attı. İyice çiğnedi. Çiğnenmiş sigaraya baktı. Nedense sigaranın söndüğünden emin olmak istedi. Oysa hava yağmurluydu. Sigarayı çoğu zaman kül tablasına parmakları ağrıyana kadar bastırır, ya da yere attığı sigarayı ayakları altında ezerdi. O zaman içinde bir rahatlık duyardı. Bunun nedenini kendisi de bilemiyordu. Belki küçük yaşlarda bir yanma tehlikesinin izleriydi bilinç altında kalan. Kahvenin camları buğulanmış, camlardan süzülen su damlacıkları camlarda ince şeritler çizerek uzuyordu. Kahvenin kapısını açınca yüzüne bir sıcaklık vurdu. Bu kahvede arkadaşları ile çok tartışmışlar, çok sabahlamışlardı. Arkadaşları sabaha karşı evlerine giderler, kendisi işe giderdi. Ama bu gece başka bir geceydi. Bu gece sabaha kadar dayanabilecek miydi uykusuzluğa? Sabaha kadar dayanabilse bile sabah olduğunda ne yapacaktı. Nereye gidecekti. İşten ayrılmıştı. Sorular, sorular... Bir türlü yanıtlanamayan sorular çengeli kafasına takılıyordu. Ne kadar uğraşsa bu sorulardan kurtulamıyordu. Kahvenin ortasında bulunan sobanın yanına vardı. Paltosunun yakasını indirdi. Düğmelerini çözdü. Ellerini sobaya doğru uzattı. Soğuktan sızlamaya yüz tutan ellerine ve bedenine tatlı bir sıcaklık yayılmaya başladı. Paltosunu da çıkardı. Duvardaki saate baktı. Saat ikiye yaklaşıyordu. Daha sabaha çok var diye düşündü. İçerinin sıcaklığı bedenini gevşetmişti. Soğuktan gerilen bedeni iyice yumuşamaya başlamıştı. Uykunun yavaşça yaklaşıp, birden üzerine atlayacağını biliyordu. Uyumamalıydı. Uykuyu sabaha kadar kovalamalıydı. Duvardaki saatin tik takları beyninde uğuldamaya başlamıştı. Zaman ne kadar da ağır geçiyordu bu gece. Bu gecenin sonunda sabah olmayacakmış gibi geldi. Bu gece her şey kendisine yağıydı.
Kahvede birini arıyormuşçasına bir süre kahveye göz gezdirdi. Tanıdık biri yoktu. Sol tarafındaki masada okey, daha ilerideki masada da kağıt oynayanlar, masanın çevresinde oyunları izleyenler vardı. Solundaki masada okey oynayan kişilerden biri önündeki okey taşlarıyla oynuyor. Taşların yerini aralıksız değiştiriyordu. Istakanın üzerindeki parmak hareketleri dikkatini çekiyordu. Kahveci bir çay getirdi. “Çay içmek istemiyorum, birazdan gideceğim.” Dedi. Kahveci” Çay yandaki masadan” deyince gülümsedi, yüreğine su serpildi.Yandaki masaya göz ucuyla baktı. Çay ısmarlayan adam tanıdık birine benziyordu. Fakat adamın kim olduğunu çıkaramadı. Çay ısmarlayan adam yanındaki sandalyeyi işaret ederek gelmesini istedi. Çay ısmarlayan adam önce bir “Merhaba” dedi. Sonra “nerelerdesin uzun zamandan beri görüşemiyoruz” dedi. Adam kendisini bir yerden tanıyor olmalıydı. Adam sarı saçlı, pos bıyıklarını çenesine doğru sarkıtmış birisiydi. Hiç sesini çıkarmadı. Hala o adamı düşünüyordu. Ara sıra aklı başka yerlere de kayıyordu. O siyah saçlı... aklından bir türlü çıkmayın çıkarılamayan, yüreğine, beynine çakılmış o kız... Sıcak çayı yudumlarken nerede nasıl olduğunu unutmuş, kendini masadaki oyuna kaptırmıştı. Adamın karşısında gittikçe sinirlenen, ulu orta küfreden orta yaşlı biri vardı. Kumral saçlarının büyük bir kısmı dökülmüş, yanlarda bulunan saçlarla başının açık yerini kapatmaya çalışmıştı. Sigarasını titreyen parmakları arasında eziyor, sigaranın filtresini çiğniyordu. Sonra parmakları arasında ezilmiş sigarayı yere atıyor, ardından bir sigara daha yakıyordu. Uykusuzluğun tesiriyle gözleri kararmış, sakalsız yanakları pembeleşmişti.
Elindeki çayı yarı yarıya bitirmişti. Çayı bitirmek istemiyordu. Elinden gelse o bir bardak çayı sabaha kadar içecekti. Onun için çay ne kadar geç bitse o kadar iyi idi. Çay için teşekkür etti. Duyulamayacak bir sesle. Teşekkür ederken içinden bir şeylerin koptuğunu, havada halkalanan sigara dumanları gibi boşlukta yavaş yavaş kaybolduğunu sandı. Kağıt oynayanlar büyük bir gürültüyle şakalaşarak kalktılar. Kahvede okey oynayanlardan başka kimse kalmamıştı. Oturduğu sandalyeden kalkarak sobanın yanına gitti. Sobanın yanında ısınmaya başladı. Göz kapakları artık ağırlaşmaya başlıyordu. Ne kadar uğraşsa uykusunu bir türlü dağıtamıyordu. Dışarıya çıksa uykusunun dağılacağını biliyordu. Dışarı çıktıktan sonra bir daha kahveye gelmek vardı. Onu nasıl yapacağını bilemiyordu. Uyumamak için bir şeylerle uğraşması gerekiyordu. Sobanın kapağından çıkan alevler bir dil gibi yalazlanıyor, sonra yine dönüyorlardı. Tepesine dikilen çaycının elinde bir çay bardağı gördü. Aldırmadı. Belki bana değil, diye düşündü., Oysa kahvede okey oynayanların dışında kimse kalmamıştı. Çaycı çayı alması için işaret edince, sanki yüreğinden bir damar koptu. Bütün dünyası başına yıkılır gibi oldu. Cebinde belki çayı karşılayacak parası bile yoktu. Çayı içti. Uykusu biraz dağılır gibi oldu. Sonra sandalyenin üstünde uykuya daldı.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.