- 1093 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
NAZLI GÜL
Ve her şeye rağmen bahar gelmişti. Leylâklar baharın gururuyla nazlı gelin gibi salınıyor, rüzgâr çiçek kokularıyla öpüşüyor; aslan ağzı, menekşeler, laleler sarı, pembe ve beyaz renklerle bir tablodaki çizimleri anımsatıyordu.
“Her şey düzeldi” diye düşünüyordu genç kadın. Geçmişin izleri artık acı vermiyordu bedenine. Gerçekleşmesini istediği şeylerin bir çoğunu ertelemişti ama; nasıl olsa önünde kum saatine dolan günler onu bekliyordu. Yine de daldı gitti gözleri uzaklara.
O ilk kötü haberi aldığı kara gün... Günlerin tükettiği kâbus dolu dört yıl boyunca yüreği
eleklerde elenmişti sanki. Gerçi bir göğsü yoktu ama “olsun” du. On sekiz yıllık evliliği ve fidan gibi iki oğlu vardı. Kolay değildi; acılarla boğuşurken onlara sevgi meyveleri sunmak, dehlizlerde gezerken güneşin ışınlarını üzerlerine yansıtmak, fırtınalı yüreğini dizginleyip kâbuslardan dingin, sevecen uyanmak...
Yenilmek yoktu felsefesinde; işte bu yüzden hem ailesini, hem işini, hem de sağlıklı günlere kavuşacağı günlerin hayalini kurmayı başarmıştı. Tedavisi aralıksız sürerken, günbegün enerjisi artmış, gülen yüzü hiç solmamış, moralini hep güçlü tutmuştu.
İmkânsızlık denizinde savaşı sürerken, yeni bir haberle irkildi genç kadın. Gökyüzü daha bir mavi oldu gözlerinde. Umutları daha bir umutlandı yüreğinde. Hasbahçesi aydınlandı. Bu karanlık günlerinde kollarına yeni bir yıldız doğacaktı; anne olacaktı... “Nasıl olur?” diye düşündü aralıksız. Doktorlar hayretler içinde üç aylık bu mucize bebek için ne yapacaklarını şaşırmışlardı. Fakat acele etmeden, her bir sonucu düşünerek temkinli hareket etmeliydiler. Hem anne, hem de bebek risk altındaydı. Kemoterapisi sürmek zorundaydı. Ya o küçücük varlık? Bunca zehre karşın nasıl direniyordu? Doğmaya değer miydi? Özürlü olmak pahasına!
Genç kadın bedeninde büyüyen o sıcacık güneşle birlikte annelik duygularının gelişmesine engel olamıyordu. Bunca olumsuzluğa rağmen bebeğini inanılmaz bir özlemle istiyor ama; acı gerçeklerle yüz yüze gelince de umutsuzluk denizinde yüzüyordu. Karmakarışık duygularla kilitlenmiş gibiydi...
Günler birbirini acımasızca katlederken, bebek de beş aylık olmuştu. Hem de bir kız çocuğuydu! Yılardır istediği fakat bir türlü sahip olamadığı bir kız... Genç kadın doğmamış bebeğine isim bile koymuştu; “Nazlıgül”. “Annesinin gülü” diye seviyordu gözleri dolu dolu. Fakat karar verilmişti bir kere ferman doktorundu; Nazlıgül’ün doğması olanaksızdı. O kahrolası ışınlar, iyileşme umuduyla içilen zehir zemberekler, literatür bilgileri bu riski göze alamayacak kadar ciddîydi.
Ve Nazlıgül’ü kopardılar dalından. Çok direnmişti yaşamak için, çok direnmişti ama; ne yazık ki yenilmişti sonunda. Genç kadının dudaklarından ninni yerine ağıtlar döküldü.
Annesinin gülü üzülme aman,
Doğmadan yazılmış bulunmaz derman,
Kıyamaz yaradan hekimde ferman,
Gurbetim, hasretim, dünüm Nazlıgül.
Bahar gelmişti gelmesine de bu bahar kara kış gibi gelmişti yüreğine. Zindan karası gecelerde gözleri uyku simsarı olmuştu. Böyle geçen gecelerden birinde uykuya yenik düşen gözleri bir düşle aydınlandı. Güzeller güzeli Nazlıgül gelin olmuş; bembeyaz ellerini uzatmıştı anneciğine,
- Üzülme anneciğim, diyordu.
- Seni çok seviyorum.
Bir sıçramayla uyandı. Gözleri yaş doluydu. Dudaklarından dökülen mısralara engel olamıyordu.
Rüyamda göründün şöyle bir anlık,
Ak gelinlik giyindin yazık ki günlük,
Ben sensiz çaresiz sen bende benlik,
Meleğim, emeğim, günüm Nazlıgül.
Sonra gülümsedi. Bir mutluluk sardı tüm hücrelerini, bedeninde bir rehavet... Genç kadın artık bir de kız annesiydi. Coşkulu yüreğini susturmak mümkün değildi. Bendini aşan sular gibi çağladıkça çağlıyordu sanki. Bir kez daha mırıldandı,
Cennette hurisin yüzün bilinmez,
İşledim gönlüme adın bilinmez,
Bilirim gittiğin yerden gelinmez,
Kaderim, kederim, sonum Nazlıgül.
Boşa dememişti ya atalar.
Bir bir gelir.
Bir bir gider.
Bir kalır...
Sergül VURAL