NECİP FAZIL'LA BAŞBAŞA
-Necip bey, öncelikle bize kendinizden bahseder misiniz?
N.F.K.:Ben, kimsesiz seyyahı, meçhuller caddesinin;
Ben yankısından kaçan çocuk, kendi sesinin.
Ben sırtında taşıyan işlenmedik günahı;
Allah’ın körebesi, cinlerin padişahı.
.....
Ben, Allah diyenlerin boyunlarında vebal;
Ben, bugünküne mazi, yarınkine istikbal.
Ben, ben, ben; haritada deniz görmüş, boğulmuş;
Dokuz köyün sahibi, dokuz köyden kovulmuş.
Hep ben, ayna ve hayal; hep ben, pervane ve mum;
Ölü ve Münker-Nekir; başdönmesi, uçurum...
-Sizi yakından tanıyan ve bugün kitaplardan okuyup anlamaya çalışan insanlar, sizin büyük bir çileniz ve bitmeyen bir ıstırabınız olduğu kanısına varıyorlar. Peki, tüm bu çektiklerinizin nedeni nedir?
N.F.K.:Akrep, nokta nokta ruhumu sokmuş,
Mevsimden mevsime girdim böylece.
Gördüm ki, ateşte, cımbızda yokmuş,
Fikir çilesinden büyük işkence.
.....
Ben ki, toz kanatlı bir kelebeğim,
Minicik gövdeme yüklü Kaf dağı,
Bir zerreciğim ki, Arş’a gebeyim,
Dev sancılarımın budur kaynağı!
-Sizinle tanışma fırsatı bulanlar, kimse tarafından anlaşılamadığınızı savunuyorlar. Buna ne dersiniz?
N.F.K.:Evet, her şey bende bir gizli düğüm;
Ne ölüm terleri döktüm, nelerden!
Dibi yok göklerden yeter ürktüğüm,
Yetişir çektiğim mesafelerden!
-Sizce ’sanat’ nedir?
N.F.K.:Anladım işi, sanat Allah’ı aramakmış;
Marifet bu, gerisi yalnız çelik-çomakmış...
-İslam ile tanışmadan önceki hayatınızı nasıl değerlendiriyorsunuz?
N.F.K.:Tam otuz yıl saatim işlemiş ben durmuşum;
Gökyüzünden habersiz, uçurtma uçurmuşum...
-Neden İslam?
N.F.K.:Her fikir, her inanış, tek mevsimlik vesselam;
Zaman ve mekan üstü biricik rejim, İslam...
Bir nizam ki eskimez, yıpranmaz, sendelemez,
Mekan onu aşamaz, zaman onu delemez.
-Her dönemde birçok düşmanınız oldu. Hatta sizin müslüman olmadığınızı bile söylediler.Onlardan hiç rahatsız olmadınız mı?
N.F.K.:Ey düşmanım, sen benim ifadem ve hızımsın;
Gündüz geceye muhtaç, bana da sen lazımsın!...
-Sizin lugatınızda şiir ve şair ne anlama geliyor?
N.F.K.:Şiir, ham ve cılk bir duygu hali değil, üstün mamul bir idrak işi; ve hiçbir sınırda durmaksızın mutlak hakikati ebediyyen arama faaliyeti... Şiirde usul, mutlak hakikati ilmin ve açık ve hep genişliğine arayıcılığı karşısında, gizli ve hep derinliğine kollayıcılık... Böyle olunca, şiir bildirmez(tebliğ etmez), sindirir(telkin eder). Şiir, insan yığınlarının rüya şifresi bir tabirname; şair de cemiyet mevcelerine bağlı bir anten, içtimai bir memur, bir haberci, bir münadi... Şair gerçekte, kaba hayat akıntılarının sürüklediği bir çöp misali bir mahkum değil, o akıntıyı kanallandırmaya muktedir, trafik idarecisi bir hakim... Şair odur ki, renk, çizgi, ses, ahenk, hacim, pırıltı, ışık, buud, hareket, eda, mana, her tecelliyi şiir, şiiri de Allah için bilir. Şair, başları Arş’a değen Nebilerin semavi mucizeleri yanında, ayakları toprağa mıhlı, azat kabul etmez ve tabi olarak, madde üstü sıçrayış ve maverayı kucaklayış cehdinden, mucize, aşk ve hasretinden, en dokunaklı bir sözcü... Kainatın Efendisi tarafından Peygamber hırkasının, üzerine atıldığı kelam prensi... Ve nihayet şiir, olanca akıl dedikodusunun bittiği, fikir çatılarının çöktüğü, hesabın kalktığı ve adetlerin tökezlediği yerde, bütün sakar vasıtalariyle insanoğlunu sırtına alıp göklere kaldırıcı ve yumulmuş pençelerin içinde metropoller ve dünyalar taşıyıcı Hüma kuşu... Allah’a iman ve din olmayan bir yerde, ne göz , ne ışık, ne de görülecek şey... Ne de şiir ve san’at...
-Şiir yazmaya başlamanızdaki en büyük etken nedir?
N.F.K.:Şairliğim on iki yaşımda başladı.
Bahanesi tuhaftır:
Annem hastahanedeydi. Ziyaretine gitmiştim... Beyaz yatak örtüsünde, siyah kaplı, küçük ve eski bir defter... Bitişikte yatan veremli genç kızın şiirleri varmış defterde... Haberi veren annem, bir an gözlerimin içini tarayıp:
-Senin, dedi, şair olmanı ne kadar isterdim!
Annemin dileği bana, içimde besleyip de on iki yaşıma kadar farkında olmadığım bir şey gibi göründü. Varlık hikmetimin ta kendisi... Gözlerim, hastahane odasının penceresinde, savrulan kar ve uluyan rüzgara karşı, içimden kararımı verdim:
-Şair olacağım!
Ve oldum.
-Rica etsek, Necip Fazıl’ı bize bir şair olarak tanıtabilir misiniz?
N.F.K.:Şiir bu mukaddes eşiğin süpürgesi, şair de süpürücülük borciyle insanoğlunun en yüksek rütbelilerinden birisi...
Ben, bu rütbelilerin en yükseği içinde, O’nun ümmetlik liyakatinin en alçak ferdi olarak, o mukaddes eşiğin süpürücüsüyüm!
Kendimi böylece takdim ederim!
-Tüm şairlerin İstanbul’a karşı büyük bir sevgisi vardır. İstanbul sizin için ne ifade ediyor?
N.F.K.:Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar;
Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar.
İçimde tüten bir şey; hava, renk, eda, iklim;
O benim, zaman mekan aşıp geçmiş sevgilim.
Çiçeği altın yaldız, suyu telli pulludur;
Ay ve güneş ezelden iki istanbulludur.
Denizle toprak, yalnız onda ermiş visale;
Ve kavuşmuş rüyalar, onda, onda misale.
İstanbul benim canım;
Vatanım da vatanım...
İstanbul,
İstanbul...
-Tarzınızı nasıl tanımlıyorsunuz?
N.F.K.:Ben o kutsi nefesin üflediği kamışım;
Ses onun, ben imzamı atmışım, atmamışım...
-Kendinize örnek aldığınız yahut beğendiğiniz isimler var mı?
N.F.K.:Bir zaman dünyaya bir adam gelmiş;
Sayıları silmiş, BİR’e yönelmiş...
Bizim Yunus,
Bizim Yunus...
.....
Sırmalı cepkeni attı koluna,
Tek elle dizgini gerdi Köroğlu.
Tozlarla atılıp dağın yoluna,
Yeşil muradına erdi Köroğlu.
.....
Yüce Şah-ı Nakşıbend, Nakkaş ve Nakış onda.
Bütün içi dışıyle ölüme bakış onda.
-Eserlerinizde hayata dair bir arayış var mı?
N.F.K.:(Var) bir yoktur;
Yusyuvarlak
Dönen oktur.
(Var) bir (var)dır.
O’na varmak...
Bu kadardır!
.....
Var olan yoklukların ömrünü sürüyorum!
Aşklar bomboş kuruntu, hürriyetler esaret!
Yalnız ’Rakip’ ismiyle Allah’ı görüyorum!
Bir yokluk ki, bu dünya, var olandan işaret...
-Neredeyse her gün yeni bir şeylerin bulunduğu bu bilim ve teknoloji çağında, insanlar hala bir şeylerin eksikliğini duyuyor ve aramaya devam ediyorlar. Sizce bu aradıkları nedir? Nasıl bulurlar?
N.F.K.:Herkes bir vücutsuz hayal peşinde;
Eşini kaybetmiş herkes eşinde.
içinizde yiv yiv derinleşin de,
Çıksın karşınıza en yakınınız!
-Bilim adamları birçok şeyin yanısıra yıllardır ölüme çare arıyorlar. Sizce bir sonuca varabilirler mi?
N.F.K.:Çekilmez akılda bu kadar sancı;
Akıl bir çürük diş, at, kurtulursun!
Ölmemenin olsa gerek ilacı;
Eski rafta ara, belki bulursun!
-Ölüm?
N.F.K.:O demde ki, perdeler kalkar, perdeler iner,
Azrail’e ’hoşgeldin!’diyebilmekte hüner...
.....
Ölüm güzel şey, budur perde ardından haber...
Hiç güzel olmasaydı ölür müydü Peygamber?...
-Gerek hakikaten iman edettiği için ve gerekse başka düşüncelerle herkesin ’müslümanım’ dediği bir dönemde yaşıyoruz. Sizce gerçek müslüman nasıl ayırdedilir?
N.F.K.:O yüz, her hattı tevhid kaleminden bir satır;
O yüz ki, göz değince Allah’ı hatırlatır...
.....
Allah dostu odur ki, nefsine tek pay biçmez;
Kırk yıl bir ekşi ayran özler de onu içmez.
-İslam aleminin darmadağınıklığı karşısında üzüntüye düşen müslümanlara ne diyorsunuz?
N.F.K.:Eğri dallar gibi halsiz, yorgunsun,
Birikmiş sulardan daha durgunsun,
Görünmez bıçakla içten vurgunsun,
Seni öz yurdunda bir sürgün gördüm.
-Müslümanların hataları hangi noktalarda?
N.F.K.:Bilemem, susarak ölmek mi hüner?
Lisan çıldırıyor, dil nasıl döner?
Ondan son iz, uzak, uzak bir fener...
Öldü mü? Çatlarım yine inanmam!
Gizliye yanarım, ölüye yanmam!
.....
Kolay mı Kaf dağını çevirmek dolay dolay?
Var ol ey ulvi zorluk, yere bat sefil kolay!
-Bugün çeşitli şekillerde zulüm gören müslümanlara ne tavsiye edersiniz?
N.F.K.:Sabrın sonu selamet,
Sabır hayra alamet.
Bela sana kahretsin;
Sen belaya selam et!
Felah mı, onda felah,
Silah mı, onda silah.
Sen de kim oluyorsun?
Asıl sabreden Allah.
Bir sır ki aşikare,
Avcı yenik şikare.
Yalnız, yalnız sabırda
Çaresizliğe çare...
-İdeal sahibi insanların en değer verdikleri şeylerin başında gençler gelir. Gençler hakkında siz neler düşünüyorsunuz?
N.F.K.:İşte bütün meselem, her meselenin başı,
Ben bir genç arıyorum, gençlikle köprübaşı!
Tırnağı, en yırtıcı hayvanın pençesinden,
Daha keskin eliyle, başını ensesinden,
Ayırıp o genç adam, uzansa yatağına;
Yerleştirse başını, iki diz kapağına;
Soruverse: Ben neyim ve bu hal neyin nesi?
Yetiş, yetiş hey sonsuz varlık muhasebesi!
-Biraz daha açıklamanızı rica etsek...
N.F.K.:Lafımın dostusunuz, çilemin yabancısı;
Yok mudur, sizin köyde, çeken fikir sancısı?
-Niçin fikir sancısı çekmek?...
N.F.K.:Fezada ’Allah diye bir şey yok’ iddiası!!!
Gel gör, kaç füzeye denk, bir müminin duası;
Rafa kaldırmak için ruhlarını dürdüler,
Güneş diye kalpteki güneşi söndürdüler.
Bilmediler; kalptedir, kalptedir asıl feza;
Kalptedir, ölümsüzlük kefili kutsi imza.
Sayıdan sonsuzluğa sınıf geçirtecek not;
Bizdedir, ve bizdedir Arş’a giden astronot.
Ve mekandan arınmış ve zamandan ilerde,
Fezayı teslim alma sırrı bizimkilerde.
Bizimkiler ışığa gem vurur da binerler;
Yerden göğe çıkmazlar, gökten yere inerler...
-Son olarak insanlara ne söylemek istersiniz?
N.F.K.:Mehmed’im sevinin, başlar yüksekte!
Ölsek de sevinin, eve dönsek de!
Sanma bu tekerlek kalır tümsekte!
Yarın, elbet bizim, elbet bizimdir!
Gün doğmuş, gün batmış, ebed bizimdir!
-Bize bu ölümsüz eserleri miras bıraktığınız ve sizinle böyle zevkli bir ropörtaj yapma fırsatı verdiğiniz için tüm insanlar adına size teşekkür ediyoruz, Necip Bey. Allah’ın rahmeti üzerinize olsun...
YORUMLAR
eğer bu yazıları anlamadan copy yapıp buraya koyduysan,asla affetmem bunu bil.eğer necip fazılla ilgili bişiler yazmak istersen ki senin kendi yorumların olsun mümkünse işte o zaman seni ayakta alkışlarım..hani derlerya günahını almayım..yazan parmaklarına sağlık,düşünce girdabında işkence çeken bir fikir adamını buraya taşımışsın ..teşekkürler