- 1180 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Niyazi-01
Bugün, sigarayı bırakmaya karar verdim.
Kaç yıl önce kıyılmıştı nikâhımız seninle, Çemberlitaş Kız Yurdu’nda, bilmiyorum. Önceleri güzeldi. Ufak ufak kaçamaklarla başlamıştık buluşmaya. Cep yok, cepken yok... Cepte para yok ki zaten, cep olsa ne olacak! En ucuzundan alıyordum, maddiyata fazla dokunmasın diye.
Filtresiz Bafra sigarasıydı ya da Birinci idi o zaman içtiğim. Galiba Birinci idi. 20 kuruştu. Sonra, zam geldi, 25 oldu. Zam’la tanışmamın da ilkiydi. Amma kızmıştım. Bafra biraz daha iyiydi ama pahalıydı. Samsun filtreliydi güzeldi de, o da bize uymazdı. Ağzım burnum tütün içinde kalıyordu etütte sabahladığım çizim masasında.
Bu gün büyük gün. Sigarayı bırakmaya karar verdim.
Şimdilik dakikaları sayıyorum.
Nefesimi kontrol ettim, düzelmeye başlamış bile. Şöyle bir öksürdüm, boğazımı temizledim. Gerçekten bir ilerleme var. Bak öksürmem bile değişti.
Kocaman bir kupa kahve yaptım kendime. Öyle bir çekmişim ki ilk yudumu, bademciklerime kadar yandım. Su aradım içmek için, ofiste su yok. Hay aksi! Bitmiş. Çalışma masamın çekmecesini açtım, bir şeyler karıştırdım. El alışkanlığı belki. Eksik bir şeyler var kahvenin yanında, gitmiyor mübarek tek başına.
Açtım, kapadım, yeniden açtım çekmeceyi. Neden açtığımı unuttum, neden kapattığımı da. Çantamı karıştırdım sonra, kaldırdım kenara koydum. Orda da aradığım şey yok.
Fincanı elime aldım, kahve soğumuştu
Çekmeceyi tekrar açtım, sonra bilgisayarı.
Çizim yapmam lazım.
Gözlerim ekranda. Proje bana bakıyor ben projeye. Bakışıyoruz şimdilik ama bir türlü cesaret edip tanışamıyoruz.
Bir sürü demir para var masanın üstünde. Üşenmedim saymaya başladım tek tek. Yüz, iki yüz, üç yüz, dört yüz...
Çekmece geldi aklıma, paraların sayısını unuttum. Yeniden başladım saymaya.
Kahve bir türlü geçmiyor boğazımdan.
Niyetliyim ya bu gün sigarayı bırakmaya, elma getirdim yanımda. Bir tane aldım. Yıkamaya üşendim şöyle elimle öteberi sildim, kocaman bir ısırık aldım...
İşte, ne olduysa ondan sonra oldu!
Niyazi düştü aklıma.
İlkokula gidiyordum onu tanıdığımda. Benden bir iki yaş büyük olmalıydı. Medresede okuyordu. Dağ köylerinden gelmişti. Yurttan okuluna gitmek için her gün kapımızın önünden geçiyordu. İncecik dal gibi bir çocuk. Yüzü kızarıyordu beni görünce. Bakışlarını kaçırıyordu.
Şimdi Niyazi’nin ne var işi burada?
Bana, onun adı ne? O kim diye sorsalardı 5 dakika önce 10 yıl düşünsem aklıma gelmezdi.
Peşime düşmüştü bir gün, aklınca konuşacak.
Babam çıktı geldi.
Niyazi korktu, gitti.
Gidiş o gidiş.
Bari sesini duysaydım be Niyazi.
Şu çekmeceyi bir daha karıştırmam lazım. Galiba bir yerlerde bir sigara olacaktı, şimdi aklıma geldi. Sonuna kadar çektim çekmeceyi, rayından çıktı, elimde kaldı. Olsun. Çekmecenin en dibinde küçük, kapalı, kırmızı bir kutu var. Gün gelir lazım olur diye, elime geçen ufak tefek şeyleri içine atıyordum. Aldım, açtım. İçinde, ortasından kırılmış tek bir sigara duruyor.
Kenarda her zaman bir iki kırık sigaram vardır.
— Allaaahhhhhh! Diye bağırdım sevinçten.
Kırılan yerinden bir güzel bantladım.
Çakmak aramaya başladım.
— Niyazi sen dur şimdi. Çık aradan.
Çekmecede benden başka ne ararsan var.
Mavi saplı bir falçata gördüm. Biraz ötede de ucu kırılmış bir kurşun kalem. Bir güzel kalemi açtım falçatayla. Ucu sipsivri oldu. Koca bir tüp de yapıştırıcı var. Bana lazım değil de Niyazi’ye lazım olabilir. Atmayayım kalsın. Kağıt mendiller, makas, ayna, cımbız, ne ararsan... Çıfıt çarşısına dönmüş burası.
Bir elimde cımbız bir elimde ayna.
Dünya umurumda değil ama işin içinde Niyazi var şimdi. Güzel görünmem lazım. Yüzümü ışığa verip aynaya baktım. Kaşlarım hoşuma gitmedi. Gözlüğümü düzeltim, bir iki kıl çektim, canım yandı, bıraktım.
— Amaaannn, sendeeeeeeee...
Yarım sigaramdan bir nefes çektim, duman yok. Bizim Niyazi’de de kibarlık. Adam kalkar yakar işte bir hanımın sigarasını. Aksilik bu ya çakmakların ikisi de yanmıyor.
Bir yerlerde kibrit olması lazım.
Küçük, kâğıt bir poşete takıldı elim, benim Çıfıt çarşısında, yırtıldı. Lokantadan gelen yemeğin yanına koydukları tuz poşetiymiş.
Bir bu eksikti. Her taraf tuz oldu.
— Niyaziiiiii... Uyudun mu ne yaptın? Sesin soluğun çıksın biraz.
Bir başka poşette de kolonyalı mendil vardı. Açtım, gözlüğümün camlarını sildim. Sen misin silen?
— Her yeeeer karanlııııık, pür nuuuuurrrrrr o mevkiiiii...
— Gülme Niyazi. Bak zaten canım sıkılıyor. Ver şuradan bir peçete de temizleyeyim şu gözlükleri. Önümü göremiyorum.
Üç paket kibrit çıktı disketlerin altından, bir de zımba. Sahi, ben geçen gün ne kadar çok aramıştım bu zımbayı da bulamamıştım.
Sağ tarafımdaki dolabın rafından üstü şeffaf mavi bir dosyayı çektim aldım. Üç beş dosya da peşinden intihar eti raftan aşağıya. Görünen ilk sayfasında küçük mavi gömlekli bir adam resim vardı ve birkaç sıra yazı, hayatını anlatan.
Resimli kâğıdı, içi şiirlerle dolu dosyanın şeffaf kapağına zımbaladım. Bilmem kaçıncı kez okuduğum şiirlere şöyle bir göz attım. Kapattım.
Niyazi başımda pür dikkat resmi inceliyor.
— Mavi mavi masmaviiii...
Bizim Niyazi keyfe geldi, dedim içimden, Baksana, şarkılara bile başladı. Bırak şakısın. Dedim de, gözlerine bakınca işin aslını anladım. Niyazi’nin bakışları değişti.
— Kıskanma Niyazi.
Şansa bak, kibrit kutuları ağzına kadar dolu.
Birini açtım, bir kibrit çöpü çıkardım, tam yakacağım, ofisin telefonu romantik romantik çalmaya başladı.
— Allah Allah! Bu telefonun sesi ne zaman değişti? Hiç böyle çalmıyordu.
Tamam, dedim, şimdi proje ne durumda diye soracaklar. Adamlara da söz vermiştim. Bu gün bitirecektim sözde.
Bak şu Niyazi’nin yaptığı işe. Gelmenin sırası mıydı şimdi?
Ahizeyi kaldırdım:
— Alo, dedim, buyurun, Niyazi ben.
— Ne yapıyorsun, dedi, Niyazi? Biraz şaşkın, Nurten desene, Nurten. Adını söylesene.
— Sus, dedim, kafamı karıştırma daha fazla Niyazi.
Ses gitmedi sandım, bu sefer sesimi daha da yükselterek:
— Aloooooo buyurun efendim Niyazi ben, Niyazi. Siz kimi aramıştınız?
Niyazi şaşkın. Yırtınıyor karşımda.
— Şey, dedi, kekeledi ahizenin karşısındaki ses. Siz, adımın Niyazi olduğunu nereden biliyorsunuz?
(Hayda bre efeler)
— Anlamadım? Dedim, Kimsiniz beyefendi? Ben sizin adınızı nereden bileyim?
— Niyazi Bey dediniz ya hanfendi biraz önce. Teknoloji o kadar gelişti mi? Allah, Allah! Biz uyuyoruz galiba hala. Kayıtlı olmayan kişilerin adlarını da mı gösteriyor artık telefonlar? Nerede satılıyor o telefonlar? Kaça satılıyor? Birkaç tane alsak indirim yaparlar mı? Kredi kartına kaç taksit yapıyorlar? Şimdi bizim hanım tutturur illa da kırmızı telefon isterim diye. Kırmızı renklisini bulabilir miyim? Aman canım boş ver sen de, mavisi de olsa olur. Kırmızı renklisi yokmuş derim.
Normal katta kaç oda var? Diye devam etti konuşmasına. Zemine dükkân da koyalım. Bizim hanım yatak odasında illa da banyo istiyor, dedi.
— Çattık, dedim, içimden. Bu da kimin nesi?
Benim Niyazi’yi aradım yardımıma yetişsin diye, arkada keyif çatıyor.
— Niyazi, tam lazım olacağın zamanda kayboluyorsun. Elma yemenin sırası mı şimdi? Koy o dosyayı yerine, karıştırma. Çek elini resimden, zımbaladım dokunma.
Bak, o tarayıcıya, sabahtan beri 10 kere elini koydun, tarattın. Kaçak maçak olur makinede çarpılırsın sonra. Başıma iş çıkarma. El falına mı baktıracaksın? Ben anlamam öyle şeylerden.
— Türk kahvesi olsa da içsek şimdi, şöyle köpüklü köpüklü. Bir de fal bakan olsa! Değil mi be Niyazi?
Niyazi’nin cevabını alamadan:
— Ne kahvesi hanfendi? Dedi, telefondaki, Orası mimarlık bürosu mu yoksa kahvehane mi? Neskafe de var mı? Çay? Kaça veriyorsunuz kahveyi? Üç-beş fincan içsek indirim yapar mısınız kredi kartına? Ben şekerli severim ama ona göre, sonra demedi deme.
— Tamam, oğlum, çekiştirme. Dur onu da soracağım.
(Demek yanında oğlu da var, dedim, içimden)
— Hanfendiiii gazoz var mı gazoz? Bizim oğlan soruyor da. Gazozu kaça satıyorsunuz? Üç beş şişe alsak indirim yapar mısınız kredi kartına?
— Var var, dedim. Hem de limonlusundan. Cola da var. Kek, poğaça, açma... Fal bakmasını biliyor musunuz?
Benim Niyazi karşıdan işaret ediyor:
— Kıymalı börek de var, de. Kıymalı, peynirli, ıspanaklı.
— Sus, Niyazi kafamı karıştırma; Sen kıymanın kilosunun kaç YTL olduğunu biliyor musun?
— Biz de tavuk kıyması kullanırız, dedi.
Ben, kıymayı hangi kasaptan alsam, diye düşünürken:
— Aloooo hanfendi, dedi, Cola ile fal da mı bakıyorlar ha? Ben anlamam da hanıma bir sorayım, belki o biliyordur. Sizin kahvehanede fal günleri de düzenleriz, uydururuz bir şeyler işte Maksat şenlik olsun
— Niyaziiiiiiiiiiii yetiiiiiişşşşşşşşşşş...
(Bu, benim Niyazi’ye seslenişimdi)
Niyazi dalmış gitmiş dosyaya yine.
— Kim bu mavili?
— Sana ne Niyazi?
Telefondaki:
— Bana ne olur mu hanfendi?
— Eyvah, dedim. Şimdi bu da duydu söylediklerimi!
— Her falı 5 milyona baksak, yani 5 YTL’ye (akıllı adama benziyor dedim içimden) günde 50 kişi gelse, beş çarpı elli ne eder? Beş kere beş, on beş, Yok ya yirmi beş eder. Bir de sıfır koy sonuna, etti iki yüz elli. Benim de kafamı karıştırdın. Hafta yedi gün, yedi kere iki yüz elli? Bir ay? Ay otuz gün, yıl üç yüz altmış beş. İki yüz elli kere iki bin iki yüz elli?..
— Dur, dedim ya, hesap makinesini çıkarayım. Kaçla kaçı çarpacaktım?
— Sıkıştım, dedi, Niyazi.
— Tam da sırasıydı dedim. Ettin şimdi hesabın içine. Sular kesik handa. Hadi camiye git.
— Bir havlu verir misin?
— Ne yapacaksın havluyu?
Gusül abdesti alıp namaz kılacakmış.
— Niyazi, sokma beni günaha.
— Kim bu mavili?
— Niyazi, sana ne?
— Tamam...
— Kim bu maviliiii?
— Kaçla kaçı çarpacaktık beyefendi? Dedim. Kafam biraz dağıldı da.
— Ne çarpması hanfendi? Ben çoktan bölmeye bile geçtim.
— Neye bölüyorsun kardeşim, yapma, etme, dedim. O bizim Niyazi, zararsızdır. Camiye gitti, gelir biraz sonra.
— Camide de mi fal bakacağız? Müsaade ederler mi? Bizim hanıma bir sorayım, bir bildiği var mı?
Bir de alaturka tuvalet koysun diyor hanım, girişe.
— İmdaaaaaaatttttttttt...
Sigara düştü ağzımdan, ahize elimden.
— Aloooo, aloooooo... Colanın yanında dondurma da satalım mı? Yazın iyi gider hanfendi.
Mutfağın balkonu biraz geniş olsun diyor hanım, bir de barbekü koyarız köşesine, diye bağırıyordu telefondaki ses.
Kazandibi, keşkül, aşure... Et, köfte, balık pişiririz yazın balkonda.
— Niyaziiiii, al şu kibriti at çöpe.
Kibrit parmaklarımı yakmaya başlamıştı. Ani bir hareketle ateşi üfledim, söndü.
— Niyazi nerdesin?
Niyazi dalmış yine dosyaya.
— Kim bu mavili?
— Niyaziiiiii, sana ne?
— Tamam, tamam...
Gizli bir hüzün vardı sesinde.
Gözlerimin içine baktı. Kafasının içinde binlerce soru bakışlarından okunuyordu.
Sustum.
Anlamıştım.
—Devam edecek—
Nurten Altınok
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.