ÜTOPYA
Bir Cumartesi günü için fazlasıyla çalıştığını düşünerek elinde çantasıyla iş yerinden ayrılıp kendini şehrin keşmekeşine bıraktı. Her zaman gelip geçtiği sokakta birkaç adım attı. Başını yukarıya kaldırdı, birinci, üçüncü, yedinci katlardan salkım saçak sallanan tabelalar sokağın her iki yanı boyunca, üst üste, yan yana, dip dibe uzanan binaların estetiğini ne kadarda bütünlüyordu. Herkes kafasına göre bir yere bir şeyler yapmıştı. Ne korkunç bir şehirdi bu haliyle. Artık dünyayı bütün güzel olmayanlardan kurtarmanın zamanı geldi diye düşündü. İşe bu şehirden ve bu sokaktan başlamalıydı. İlk iş olarak sokağı tabelalardan arınmış olarak görmek istedi, bir göz hareketiyle hepsini indirdi. Sokak daha ferah, daha aydınlık olmuştu, güneş ışınları kaldırımlara kadar ulaşmıştı. Az ilerde ne zamandır müdavimi olduğu berber dükkânında tabela göremedi, onu takdir etti, ancak hemen camdaki yazıya gözü ilişti. ‘Erkek Kuaförü Şenol’. Hoşuna gitmedi, aynı işi yapan başka yerleri de hatırladı. ‘Courrifore ...’ ‘Houte Coute ....’ ‘Hair Dresser...’ daha mütevazı semtlerde konu doğrudan vurgulanmıştı; ‘ Berber Bilal’. Velhasıl herkes her istediğini yazmıştı. Bu işe dur demeliydi. Aynı işi yapanlar aynı ünvanı kullanmalıydı. Berberleri pilot esnaf kabul ederek hemen bütün berber dükkanlarına yine gözüyle ve yine tek tip ‘Berber ..’ yazılarını astı. Fakat bu kelime de hoşuna gitmedi. ‘Barbar’ı çağrıştırıyor diye düşündü, üstelik bir anlamı da yoktu. Daha anlamlı ve daha yerli, konuyla doğrudan bağlantılı bir terim bulmalıydı... İlk deneme; ‘Makastutar’. Yok bu olmadı. İkinci deneme ‘Saçkeser’. Fena olmadı, fakat çokta beğenmedi, üstelik iş sadece saç kesmekle bitmiyordu. Sakal traşı da bir şekilde vurgulanmalıydı. Hah, tamam şimdi sihirli kelime ortaya çıktı ; ‘Saçsakalkeser’. Bütün berber yazılarını gözüyle bu şekilde düzeltti. İçine bir sevinç doğmuştu ki sokakta, yan sokakta şehrin diğer sokaklarında ve tüm ülkedeki binlerce meslek kolunu milyonlarca tabelayı düşündü. Üstelik güzel olmayanlar sadece tabelalardan ibaret değildi; küresel ısınma, denizlere boca edilen kimyasal atıklar, tükenen hayvan ve bitki soyları, ozon tabakası, çevre kirliliği, plansız kentleşme, caretta carettalar, vahşi kapitalizm, derin devlet, Bosna, Çeçenistan, Afganistan ve şimdi de Filistin ve Lübnan’da olanlar. Hadi bunları boş ver, kendi işine bak diyesi geldi bir an. Vergi, kira, aidat, geçim sıkıntısı, okul masrafı artık dayanılmaz olmuştu. Kira hadi neyse mal sahibine gidiyor, fena bir insan değil dedi, fakat yıllardan beri ödediği vergilerin kamu bankaları vasıtasıyla birileri tarafından hortumlandığını bile bile bu yüzden meydana gelen bütçe açıklarının kapatılması için yeni vergiler ödemeyi bir türlü hazmedememişti. Üstüne üslük geçenlerde bir komşusu ‘Ödediğin aidatlar nereye gidiyor biliyormusun’ diye bahis açıp bir sürü şey saymıştı. Bu kadar da olmazdı, olmamalıydı, ama olmuştu. İç dünyasını bütünüyle bir karamsarlık sardı. Hiçbir şeyi düzeltemeyecekti galiba. Batsın bu dünya.
Geriye baktığında iş yerinden sadece birkaç adım uzaklaşmış olduğunu gördü. Üstelik bütün tabelalar yerinde duruyordu. ‘Deynekçi’lerce istila edilerek ‘otopark’ ünvanı adı altında işletilen kaldırım kenarına park ettiği arabasına bindi ve evine doğru yola çıktı. Bu durum kendisini rahatsız etmiyor değildi ama ne çare. Şehrin en işlek semtlerinde büyüklerimiz otopark ihtiyacına ancak bu çözümü bulabilmişlerdi.
Bütün bu titizliği kendisine, Şehremaneti Müteharrık Vasıtalar Seyrusefer Dairesinden mütekait babasından intikal eden tek mirastı.. Rahmetli ne muntazam bir adamdı. Ne hatıralar anlatırdı 40-50 sene evveline ait. Esnafın Zabıta Nizannamesi hilafına çivi çakması mümkünmüydü. Rahmetlinin yakın ahbabı zabıta müdür vekili nam-ı diğer Pehlivan Süleyman ne yapardı o esnafı sonra. Az mı Osmanlı tokadı aşketmişti esnafın ensesine. Belli ki o zamanlar devletimiz ‘ Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi’ne henüz imza koymamıştı.
Şehre hayli uzak bir sitede bulunan evine geldiğinde biraz dinlenebileceğini düşündü. En azından evinde rahattı. Her şeye rağmen dinlendirici bir havası vardı bu uydu kentin. Saate baktı; üç otuz. Eline bir fincan çay alıp pencereye doğru yürüdü. Pencereyi açıp karbonmonoksit oranı şehrin diğer semtlerine göre daha düşük havadan solumak istedi. Gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı; Zehir ! Az ilerdeki sanayi sitesi tam kapasite çalışıyordu. Bacalardan çıkan zifiran dumanlar sanki yaratılan bütün güzelliklere isyan edercesine göğe yükseliyordu. Pencereyi çarparcasına kapattı, kendisini içeriye attı. Kızgınlık ve umutsuzlukla karışık bir duyguyla kendini koltuğa bıraktı. Gitmeliydi buralardan, bu dünyadan, güzel olmayanın olmadığı bir yerlere..
Gözlerini henüz kapatmıştı ki kapı zili çaldı. Kalktı, kapıyı açtı, dışarıda kimseyi göremedi. Tam içeri girecekken eşikte duran broşür türü bir kağıda gözü ilişti. Yine satıcılar diye düşündü. İçeri girdi. Tam buruşturup çöpe atacakken, belki de işe yarar bir şeydir bir göz atayım diye düşündü. Şu dünyada her şey kötü olacak değil ya..
Kağıt bilinen reklam broşurlerinin aksine tek sayfa ve siyah beyazdı. Başlıkta ;
Sizi, Eliyüzüdüzgünkalbitemizkötülükbilmezinsanlarınülkesine davet ediyoruz’ diyordu. Güzel ve etkili bir reklam sloganı diye düşündü. Şu reklamcılar neler buluyorlardı neler. Dikkatini çekti, bakalım altından ne çıkacaktı, ne satmaya çalışıyorlardı yazının bu yılgın ve bezgin kahramanına.
Kağıdın üzerinde belli belirsiz bazı resimler yada şekiller vardı. Fakat bunlar bildiği, gördüğü hiçbir eşya ya da canlıya ait değildi. Bir süre bunlara baktı, hiçbir şekilde tanımlayamadı. Çok basit ama çok güzeldi, bu şekillerin kendisini rahatlattığını hissetti. Sanki başka bir hayatın kapısı aralanıyordu. Biraz sonra şekillerin altındaki yazıları farketti. Yazıda bilmediği bir alfabe kullanılmıştı, ama rahatlıkla okuyup anlayabiliyordu. Ne yazdığına dair merakı, nasıl okuyup anladığına dair merakını bastırınca okumaya devam etti;
‘Sayın ...... ;
Sizi, Eliyüzüdüzgünkalbitemizkötülükbilmezinsanlarınülkesi’ne davet ediyoruz. Siz, yaşadığınız dünyada ülkemize davet edilmeye layık bulunan kırk kişiden birisiniz. Ülkemiz hakkında kısa bilgi aşağıda bulunmaktadır.
-Ülkemizde tam demokrasi hakimdir. Mutlak eşitlik vardır. Yöneten ve yönetilen, amir ve memur, patron ve işçi yoktur. Herkes kendine karşı kendinden sorumludur.
-Ülkemizde insanlar ve diğer canlılar arasında hiçbir şekilde ihtilaf ve kavga olmaz. Bu nedenle ülkemizde polis, zabıta, mahkeme, hakim, mübaşir, hapishane ve gardiyan bulunmaz.
-Tedavüldeki para miktarı belli ve sabittir. Fiyatlar hiçbir zaman değişmez. Ekonomik kriz veya enflasyon sözkonusu değildir.
-Ülkemizde banka bulunmadığı için hortumlanması mümkün değildir.
-Tüm canlılar kendi türüne uygun en yüksek standartlara sahip sitelerde yaşarlar. Aidat, yakıt gideri, yönetim gideri söz konusu değildir. Yönetici ve kapıcı yoktur. Herkes kendi işini kendisi görür.
-İnsanlar ve diğer canlılar hiç şekilde hasta olmazlar bu yüzden doktor ve hastane yoktur.
-Ülkemizde hiçbir şekilde çevre kirliliği, hava kirliliği, atık ve kansorejen madde bulunmaz, kirliliğe yol açan hiçbir maddenin üretimine izin verilmez.
-Ülkemiz her türlü yolsuzluk ve hırsızlıktan münezzehtir.
-Maaş ve ücretler mutlak olarak eşittir.
-Hiçbir işlemde ikametgâh, nüfus cüzdanı sureti ve vesikalık fotoğraf istenmez.
-Ülkemizde güzel olmayan hiçbir şey yoktur.
-Vs. vs.
Ülkemize kabul edilebilmeniz için mahkum olmasanız veya soruşturma geçirmemiş olsanız bile yüz kızartıcı bir suç işlememiş olmanız ve ülkemize gelmek için bulunduğunuz ülke makamlarını yanıltmamanız şarttır. Ayrıca ülkemize gelmeden önce bütün kişisel borçlarınızı ödemiş olmanız gerekmektedir.
Davetimizi kabul etmeniz halinde sadece pasaportunuzun varış yeri bölümüne ülkemizin adını tam ve eksiksiz olarak yazdırmanız ülkemizi temsil eden erdemlerin ifadesi bakımından önemli olup kabul edilebilirlik şartıdır. Lütfen yanınızda pasaportunuzdan başka bir şey getirmeyiniz. Paraya ihtiyacınız olmayacak.
Davetimizi kabul etmekle kendinizi onurlandırmış olursunuz.
Sizi ülkemize getirecek araç ..... tarihinde ..... den hareket edecektir."
Bunları başka bir zaman okusaydı hepsine deli saçması veya en iyimser ifadeyle ‘ütopya’ diyecekti.
Fakat Eliyüzüdüzgünkalbitemizkötülükbilmezinsanlarınülkesi tanıtım broşüründeki son iki maddesi onu gerçekten etkilemişti ve bu davetin gerçekten bu dünyadan gelmediğine inandırmıştı. Hayatı boyunca yapmak istediği en menem işlerde bile ikametgâh, nüfus cüzdanı sureti, 4 adet vesikalık fotoğraf başvuru harcı ve döner sermaye katkı bedeli istememişler miydi? Demek ki bu kez iş ciddiydi. Ve en güzeli de bu ülkede ‘güzel olmayan hiçbir şeyin olmamasıydı’. Gitmeliydi buralardan, bu fırsatı kaçırmamalıydı.
Hemen dışarı çıktı, bir iki arkadaşına önemsiz sayılacak miktardaki borcunu ödedi, kimseye bir şey söylemeden pasaport işlemlerini yaptırmak için ilgili daireye gitti. Her ihtimale karşı yanında ikametgâh, nüfus cüzdanı sureti ve bol miktarda vesikalık fotoğraf götürdü. Müracaatını yaptı. Görevli kendisine bir hafta sonra gelmesini söyledi. Tahkikat yapılacaktı. Duvardaki takvime baktı, araç aynı gün hareket edecekti. Ya yetişemezse... Görevliye;
-Daha önce olmaz mı? Hiç değilse bir gün önce...
-Olmaz,
-Ya yetişmezse, bir aksilik olursa?
-Yetişir, sen hazırlıklı gel, 82 YTL 242 YKR pasaport harcı, 10 YTL EKP, 5 YTL kırtasiye masrafı, 25 YTL PTGV olmak üzere toplam 122 YTL 242 YKR.
Hayret, bir devlet dairesinde ilk defa bir aksilik olmadan, bir gecikme olmadan iş yapılacaktı. Tam da gidecekken. Bari kalanlar rahat etsin, ben nasıl olsa kurtuldum.
Bir hafta çabuk geçti. İşe yarar tüm eşyasını birer ikişer tespit ettiği ihtiyaç sahiplerine dağıttı. Kimseye bir şey söylemedi. Hareket günü geldiğinde sadece üzerindeki elbise, içinde babasının resmi olan cüzdanı ve bir miktar parası kalmıştı. Pasaport dairesine yaklaşırken cebindeki paranın122 YTL 242 YKR ayırıp kendisine de az bir miktar dolmuş parası bırakarak kalanını yolda gördüğü (pekte ihtiyaç sahibine benzemeyen) bir dilenciye verdi.
Daireye girdi. Her şey tamamdı. Harçları, masrafları vs. yatırmak için vezneye gitti. Makbuzlarla geri döndü. Görevli ;
-Hangi ülkeye gidecektiniz?
-Eliyüzüdüzgünkalbitemizkötülükbilmezinsanlarınülkesi’ne
-!
-Evet aynen öyle, lütfen tam ve eksiksiz yazınız, orada buna çok önem veriyorlarmış.
-Gerçekten mi?
-Evet.
Gerçekten olacak gibi değil ama görevli o gün sağ tarafından kalkmıştı. Hadiseyi garip bulsa da sabrını ve sempatisini bozmadı. Yılların birikimiyle takviye gören sezgileri bu işten kendisinin karlı çıkacağını söylüyordu. Olanca latif ve müşfik bir ses tonuyla;
-Bu kadar ısrar ettiğinize göre bu ülke sizin için çok önemli olmalı. Fakat takdir edersiniz ki, harita üzerinde yer almayan bir ülkeyi pasaportunuza yazmanın sorumluluğu var. Sonra amirlerime nasıl hesap veririm.?
İşte bu hiç hesapta yoktu. Ama ne pahasına olursa olsun gitmeliydi. Bir yolunu bulup görevliyi ikna etmeliydi. Hem iyi birine benziyordu bu görevli. Babasından sonra gördüğü ilk ve tek, kuvvetle muhtemel son iyi. Görevli gözlerinin içine bakıyordu, söyleyecek bir şey bulamadı. Böyle bir ülkenin varlığına görevliyi nasıl inandırabilirdi. Tam umutsuzluğun başlangıç noktasında görevli yüzündeki müşfik ifadeden sıyrılarak;
-Her şeyin bir çaresi bulunur, yeter ki sen üzerine düşeni yap..
- !
Mesaj açıktı. Bu da işini bilenlerdendi. Fakat bu teklif yeni bir umutsuzluğun başlangıcı olmuştu. Son parasını vezneye yatırmıştı. Elini arka cebine attı. Tam içi boş cüzdanı görevliye gösterecekken manyetik banda sahip plastik kart eline geliverdi.
-Üzerimde hiç para kalmadı, fakat kredi kartım var.
Görevli bu teklife hınzırca bir gülümseme ile karşılık verdi. Ceketinin iç cebinden .......bankasına ait bir mobil slip çıkardı. İşlem tamam. Gerçekten işini bilenlerdendi...
***
Nasıl ve nereden bindiğini bilmediği araçtan diğer yolcularla birlikte indi. Yolculuğa dair hiçbir şey hatırlamıyordu. Araçtan inen diğer yolculara bakmak istediyse de her şey ışığın arkadan aydınlattığı bir slüetten ibaretti. Korkuyu ve sevinci bir arada yaşıyordu. Hiçbir şey seçemese de içinde bir huzur ve çevresindeki insanlara karşı sonsuz bir güven hissi duyuyordu. Eliyüzüdüzgünkalbitemizkötülükbilmezinsanlarınülkesi burası olmalıydı. Kendilerine doğru yaklaşan birkaç mütebessim yüze aynı şekilde karşılık verdiler. Gelenlerden biri;
-‘Kabul edilebilirlik şartlarına sahip olup olmadığınızı kontrol edeceğiz’ dedi.
İçini bir heyecan kapladı. Düşünmeye zaman bulamadan bir görevli yanına geldi. İnsana benzemiyordu, esasen belirli bir şekle de sahip değildi, elleri, ayakları ve kafaları sabit değildi. Yaptıkları işe göre şekilden şekle giriyorlardı. Zarif, sakin ve güven verici bir görüntüleri vardı. Hiç duymadığı bir lisan konuşuyorlardı ama herkes birbirini anlıyordu. Tıpkı broşürdeki yazılar gibi.
Yanına gelen ilk Eliyüzüdüzgünkalbitemizkötülükbilmez- insanlarınülkesi görevlisi kendisini kısa bir süzdükten sonra yüzünü buruşturdu, üzgün bir eda takındı.
-‘Seni geri göndermek zorundayız’ dedi ve devam etti; Kabul edilebilirlik şartlarını iki noktadan ihlal etmişsiniz.
-!!!!!!!
-Önce buraya gelmek için muhatap olduğunuz görevliye rüşvet vermişisiniz.
-Ama!
-Üstelik rüşveti kredi kartıyla verdiniz ve kart borcunu bankaya ödemeden buraya geldiniz. Lütfen az ilerdeki araçla derhal geri dönünüz.
Dizleri titredi, bir şeyler söylemek için yutkundu, söyleyemedi. Öylece kalakaldı. Ütopyasının gerçek olmasına ramak kalmıştı. Buraya kadar gelmişken geri dönemezdi, dönmemeliydi. Kendisini dinleyecek mutlaka birileri olmalıydı, daha yetkili birileri. Karşısındakine bir şeyler söylemeye çalıştıysa da nutku tutuldu, tek bir kelime edemedi. Bir daha denedi, nafile. Derinlerden metalik bir melodi sesi geldi. Araç kalkıyor galiba diye düşündü. O tarafa döndü. Ses daha da belirginleşmeye başladı.
Gözlerinin kapalı olduğunu fark etti. Açtı. Bir süre nerede olduğunu anlamaya çalıştı. Kendini koltuğunda buldu. Nasıl gittiğini anlamadığı gibi nasıl döndüğünü de anlamamış olmalıydı. Kapı zili çalıyordu. Kalktı kapıyı açtı, kimseler yoktu. Yerde bir zarf buldu. Okumaya cesaret edemedi, pencereye geldi, az ilerdeki sanayi sitesinden yükselen dumanlar göğü kaplamıştı. Modern dünya bütün vahşetiyle karşında duruyordu. Döndü zarfı açtı. ‘....bankası hesap özeti.’ Ve işte modern hayat..
Sokaktan gelen çığlık üzerine yeniden pencereye yöneldi. 2 kapkaççı sokağın sonunda gözden kaybolurken yere düşen yaşlı kadın feryat içindeydi.. Çevresine toplanan insanlar ise seyir halinde.. Bu da modern zamanın kent insanı olmalıydı.
Saat yediyi geçmiş, güneş batmak üzereydi. Televizyonu açtı, akşam haberleri; Güneydoğuda hain pusu iki asker şehit. Lübnan bombalanıyor, 12 sivil öldü. Bağdat’ta intihar bombacısı 42 ölü. Trafik canavarı 6 can aldı. Amerika şunu dedi, İran bunu dedi. Başbakan üç yerde kurdela kesmiş. Döviz yükselmiş, borsa düşmüş. Falanın yeni aşkı filanmış. Soytarı star raiting rekorları kırmış. Bu yıl bordo ile eflatun modaymış. ./././
Televizyonu kapatıp kendini yeniden koltuğa bıraktı. Batsın bu dünya! Dönmemeliydim diye düşündü. Nerden? ! !
"Keşke"lerle dolu düşünceler bir anafor oluşturup beyninden tüm hücrelerine süzüldü. Kısa süren bu şiddetli düşünce fırtınasından sonra birden ayağa kalktı. Eliyüzüdüzgünkalbitemizkötülükbilmezinsanlarınülkesi diye bir yer yoksa bile, eli yüzü düzgün, kalbi temiz, kötülük bilmez insanlar mutlaka olmalıydı. Hep karanlıktan şikâyet edeceğime bir ışıkta ben yakmalıyım diye düşündü. Bir şeyler yapmalıyım, bir şeyler yapmalıyız diye kendi kendine söylendi. Çok beğendiği bir şiirin hatırında kalan mısralarını mırıldanarak kendini yeniden dışarıya attı.. ‘Haydi Bismillah’
Bir taş at.
Bir taş daha at.
Bir şiir ateşle.
Sesini yükselt.
Bir çocuk yetiştir.
Şehitleri an.
Bir hayal kur.
Tarihine sahip çık.
Sokaklara sahip çık.
Bir tohum ek.
Bir ateş yak.
Terle.
Bir yara sar.
Bir dosta sevgi göster.
Hakikati söyle.
Gökyüzüne bak.
Bir plan yap.
Bir ümit ışığı gör.
Korkunu kullan.
Bir damla gözyaşı akıt.
Hainlerle hesaplaş.
Ağırlığını hakkıyla taşı.
Biraz daha ağırlık kazan.
Mücadele et.
(Şiir; Malcom X)