- 726 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
ENİK
Yazılmaz ki yansıma bir kelime olsun bir köpek eniğinin bağırması. Havlamak desem havlamak değil, inlemek desem inlemek değil. Duyanlar bilir. Aç kalmış, bir yerindeki yaranın ızdırabını çeken ya da anasını yitirmiş bir köpek eniği, yaramaz mahalle çocuklarının taşlarından kaçarkenkinin ağır çekimiyle bağırmaya başladı Akbaş apartmanının arka bahçesinde.
Bağırmasına derinden ve seyrek başlayan enik, kulakları sesine alışınca feryada başladı. Sessiz geceyi saat 2’sinde, önce delen, sonra yırtan bu ses, ilk etapta üç katlı Akbaş, dört katlı Yenigün apartmanlarında meskûn hafif uykuluların gecesini parçaladı. Kimi “hasbunallah” dedi, kimi “lahavle” çekti, kimi de sövdü. Susar şimdi, dediler susmadı; gider gider, dediler gitmedi.
Akbaş’ın ikinci katında bu gece bebeği sık sık uyanan ve bu saate kadar doğru düzgün uyumamış bir anne telaşlandı. Ağır uykulu kocası homurtularla uyandı:
“Nereden çıktı bu Allah’ın cezası hayvan? Çocuğu uyandıracak…” diye söylendi. Kadın da:
“Bu saate kadar beni hiç uyutmadı. Daha biraz önce uykuya daldı.”diye dert yandı.
Adam sırtını döndü, yastığı kulağına bastırarak uflaya puflaya uyumaya çalıştı.
Yenigün apartmanının, fırının üzerindeki birinci katının arka balkonuna dayanmış olan ağaç merdivenin tepeye yakın basamaklarında bir gölge küçüldü ve dondu. Bu merdiven, adı deliye çıkmış sarhoş Selim’in çöplerini stokladığı mutfak balkona dayanmıştı. Merdivenin başında şimdi hareketsiz, korku dolu ve ağır bir gölge duruyordu.
Bu, Beyazıt’ın ilk profesyonel işi olacaktı. Akşam iyice gözlemişti Sarhoş Selim’i. Selim, bu gece yine küpleri devirmiş; evine gece yarısı ve zilzurna sarhoş dönmüştü. Bu saatlerde ölü gibi yatıyor olmalıydı, bomba atsan duymazdı ve iş için en uygun zaman buydu. Zira fırın işçileri, sabaha ekmek çıkarmak için saat üç – üç buçuk arası gelirlerdi. Selim’in evinde biriktirdiği rivayet olunan dolarlardan, altınlardan birkaç parça Beyazıt’ı âbâd etmeye yeterdi. Beyazıt’ın son işi olacaktı bu. Berat gecesi yaklaşıyordu, tövbe edip affını dilemeye ta baştan niyet etmişti. Ev sahibi, bir başına yaşayan ve günün yarısını yarı ölü yaşayan Sarhoş Selim olmasa böyle bir işe kalkışamazdı. Selim esasen tehlikeliydi: Birkaç çeşit av tüfeği, tabanca, cephanelikçe kurşun vardı evinde. Ancak dedik ya sarhoştur, öğlene kadar baygın yatar. Top atsan uyanmaz. Kumarda kazandığı paraları evinde biriktirdiği sanılıyordu.
“Hay Allah… Nereden çıktı bu hayvan? Defolup gider inşallah…”
Gitmedi. Köpek eniği sesini sonuna kadar açmıştı. Bağırıyordu, bağırıyordu…
Merdiven başındaki gölge kıpırdamadan duruyordu. Selim’in uyanacağını aklına bile getirmiyordu Beyazıt. Fakat “Köpek hiç susacağa benzemiyor. Milleti uyandıracak. Bu taraftan bir tane ışık yansa benim bittiğim gündür.” diye endişeleniyordu.
Beyazıt, eniği görüyordu, susturmak veya kovmak için hiştliyor, piştliyordu; ne var ki köpek susmuyordu, sesini beğenmişti galiba. Meşhur olmaya ahdi vardı sanki.
“Acaba çabucak inip kaçsam mı? Yok yok, kıpırdarsam görülürüm. Eli silahlı biri olur, Allah korusun!” En iyisi, şu dutun gölgesinden istifade etmek ve kıpırdamadan beklemek. Şimdi gider.”
Enik, dar bir alanda daireler çiziyor, muhtemelen nefesini toplamak için ara sıra susar gibi yapıyor, sonra yine avaza başlıyordu.
Yenigün’ün sahibi Hacı Nusret Efendi ve hanımı, teheccüt namazı kılıyorlardı. Işıkları yakmamışlardı. Sokak lambasının ışığı eve loş bir aydınlık vermekle kalmıyor, lahuti bir hava da kazandırıyor, teheccütün tadına tat katıyordu. Hacı Nusret Efendi, üçüncü iki rekatin selamını verince dayanamadı, kalkıp pencereden sesin sahibini görmeye çalıştı. Bu arada hanımı da selam verip pencereye yanaştı. Gözleri karanlıkta iyi seçmeyen Nusret Efendi, hanımına görüp görmediğini sordu. Hanımı görmediğini söyledi.
“Açlıktan mı bağırıyor acaba hayvan? İnip bir şeyler versem… Günahtır…”
“Açlıktan değildir.” diye cevap verdi hanımı, “Böyle feryat edecek kadar aç kalmaz köpek kısmı, çöp tenekeleri yiyecek dolu.”
“Peki derdi ne bu hayvancağızın gecenin bu saatinde?”
Hanımı birden hatırladığı bir olayı tahminine kaynak yaptı:
“Bugün, ikindine doğruydu. Selim Efendi Akbaş’ın bahçesinde bir köpek vurduydu silahla. Onun yavrusu filan olmasın bu? Anasını arıyordur.”
“Belki de… Vah vah, zavallı yavrucak! Ne istedi acaba hayvandan?” “
“Bodrumdakilerin tavuklarına saldırmışmış.”
“Allah Allah… Ne yapsak acaba?”
“Canım ne yapacaksın. Hayvandır, bağırır bağırır, bulamayınca gider.” dedi kadın.
Köpek eniği, gecenin kulaklarını sağır etmeye kararlıydı. Gitmedi de susmadı da.
Sese uyanan iki dairenin ışığı yandı.
Merdivendeki gölge biraz daha küçüldü; fakat hareketsiz kalmak zorlaşmıştı artık, titremeye engel olamıyordu.
Akbaş’ın ikinci katındaki bebek mızırdanmaya başlamıştı; babası başına bastırdığı yastık sayesinde uyumuş görünüyordu, annesi şefkat kuvvetine dayanarak uykusuzluk ve yorgunluğa sabretmeye çalışıyor ve bebeğin uyanmaması için inşallahlı cümleler kuruyordu.
Hacı Nusret Efendi ve hanımı tekrar namaza durmuşlardı.
Sarhoş Selim, kıpırdanmaya başladı. Beyazıt, kıpırdanmamaya çalışıyor, küçük bir gölge olarak bir sürü dilekte bulunuyor, eğer bu durumdan kurtulursa o eniği bulup kıyma haline getirmeye antlar içiyordu.
Ve enik, mersiyesini uzattıkça uzatıyordu.
Başının ağrıdığını hissetti Sarhoş Selim. Gözlerini kısarak açmaya çalıştı. Lambayı yaktı, saati anlamaya çalıştı, biriktirdiği bütün parayı akşam kumarda kaybettiğini hatırladı ve sesi duydu. Sinirlendi. Askıdan bir tüfek aldı, mermisini kontrol etti. Sesin geldiği tarafa yöneldi. Mutfak balkonunun kapısını açtı.
Bir silah patladı gecenin iki buçuğu gibi. Namlu alev püskürttü. Yanan ışıklar söndü, sönükler yandı. Akbaş’ın ikinci katındaki bebek uyandı. Merdivendeki gölge yere düştü ve…
Köpek eniği sustu.