AĞIRLIK
İnsanların yine dünya üzerinde yaşadıkları bir gün,Tanrı sırılsıklam bir vaziyette,ormanda odun kesiyordu.Ve genç çocuğun teki,bu Tanrı’yla rastlaştı.
Tanrı,çocuğu fark ettiğinde çocuktan yana dönmüştü,fakat hırsla ve büyük bir ustalıkla odun kesmeye devam etti.
Bulundukları yer,köyün hemen yukarısındaki dağda,çam ağaçlarıyla kaplı bir ormanlıktı.Aşağıda bir dere,kendi başına buyruk,köyü aramaktaydı.Tanrı ile çocuk,dere seslerinin ancak ulaşabildiği düz bir açıklıktaydılar
.Çocuk,karşısındaki adamı gördüğünde şaşırır.Adamın,çocuğun gözlerinin göremeyeceği renkte kıyafetleri vardır.Dize kadar olan sarı çizmeler,yeşil kumaş bir köylü pantolonu,ve yine yeşil bir yağmurluk…
Çocuk,Tanrı’nın odun kestiği açıklığın ortalarına doğru ilerleyerek sorar:
-Sen de kimsin?
-Ben Tanrı’yım.
-Peki neden buradasın?
-İnsanları hatırlamaya geldim.
Tanrı,bunu söyledi.Ve karşısındaki varlığa bakınca,biraz gülümser gibi oldu.Kendini zor tutuyor gibiydi.Bu sırada inanılmaz bir ustalıkla,kesilen ağaç dallarını buduyordu.
-Bu Dünya’yı sen mi yarattın? diye sordu çocuk.Gözlerine inanamıyordu ve biraz sonra kalbi duracaktı sanki.
-Evet.
-O halde sen varsın,dedi çocuk.
Tanrı yine gülümser gibi oldu.
-Benim var olup olmadığım önemli değil.Ben her yerde olabilirim,dedi.Çocuk:
-İnsanları neden yarattın? diye sordu.
-Ben insanları yaratmadım ki.Benim malzemem kısıtlıdır.
-Ama tüm bu duygular,gözyaşları,göller,nehirler nasıl oluştu o zaman?
-Tüm bu saydıkların insan yaratısıdır.Tanrı arayışındasınız,fakat bir gün kendi çukurunuza düşeceksiniz.Demem o ki,hepiniz birer Tanrı taslağısınız ve sizler de yaratabilirsiniz.
-Tanrı’nın bir insan yanılgısı olduğunu mu söylüyorsun? diye inanmazlıkla sordu çocuk.
Bu sırada,Tanrı’nın elindeki tara,havada hızlı bir kavis çizdi ve ağacın dalı yerine Tanrı’nın usta eline isabet etti.Bu yüzden,Tanrı aciz bir şekilde elini salladı ve dünyasal acılarla doldu.Yüzünü buruşturarak ve çektiği acının bilincinde uyandırdığı duyguyu iyice keşfederek:
-Kesinlikle,dedi.
-O zaman niye sana inanmamızı istiyorsun?
-Eğer isteklerle dolu olsaydım,evren şimdi daha hantal olurdu.Siz kendi korkularınızla bana inandınız.Beni bilinçaltınızda bir yere yerleştirdiniz.Ta karanlıkların rahminde bir yere…Sonra çok aşağılardan bana bağırmaya başladınız.Oysa,ben her zaman vardım.
-Peygamberlerin zırvaladığını mı söylüyorsun?
-Onlar olmasaydı,insanlar zırvalardı şimdi.Güzel bir düşünce: “Ey insanlar,bir tek Tanrı var ve ondan korkun.Yoksa ateşler içinde yanarsınız.Bu Tanrı,cezalandırır”.Ve insanlar korktular.Dünyevi olmayan ödüle taptılar:Cennet’e.Onların cehennem dedikleri,korku tohumlarının ta kendisidir.Cenneti ise,neden sizlerden saklayayım,orada da Tanrı’yı aramaya başlarsınız.
Tanrı bu noktada durdu ve çalışmasına biraz ara verdi.Zaten çalışırken,sözcük aralarında zaman zaman soluklanıyordu.Gidip dalların yığılı olduğu yerden matarasını aldı.Ağzına biraz su koydu.Gargara yaptı ve bir ağız dolusu tükürdü.Sonra rahat rahat suyunu içti.
-Korku insanı Tanrı’ya mı götürür? diye sordu çocuk.Olanları hayretle izliyordu.Tanrı:
-Seni bana getiren korku muydu? dedi.
Çocuk,bu sorudan biraz şüphelenir gibi oldu.Fakat onu buraya getirenin,doğaya karşı duyduğu merak ve minnet duyguları olduğundan çok emindi.Tanrı devam etti:
-Sizden tek isteğim,yaşama ve doğaya karşı minnet duymanızdır.Onun için size beş duyu verdim.O size kendini acındırmadan,doğaya tapın.Çünkü orada benim hayal gücüme rastlayacaksınız.
-Ama insanlar seni yanlış anlıyor,onlar şükretmiyor.
Bu sözden fazla etkilenmemiş görünen Tanrı,şimdi bir taşın üzerine oturmuş ve çantasında bir şeyler aranmaktaydı.Çalışmasına mola vermişti.
-Bu düzeni nasıl gerçekleştiriyorsun;insanlar arasında meydana gelen olayları?İki insanın birbirine sevmesini?
-Senin işlerine karışıyor gibi bir halim var mı?
Bu,Tanrı’nın sarf ettiği ikinci garip soruydu.Çocuk,direnmeyi seçti:
-Ama her şeyin yazgımızda var olduğunu söylüyorlar.
-Ben yazamam ki,ancak yaratabilirim,dedi Tanrı ve çantasından bir kek parçası çıkardı.Çocuğa yaralı olmayan diğer eliyle işaret etti,fakat çocuk istemedi.
-İnsanların bazı özelliklerine hayranım,dedi Tanrı,kekini ağzına atarken.Şimdi, homurdanır gibi konuşuyordu.Ağlıyorlar,seviyorlar,bağırıyorlar,duygulanıyorlar.Şimdi bunları daha yakından göreceğim.
-Niye böyle bir şey yapıyorsun?
-Çünkü bunlar bana,Tanrı’yı kimlerin yaratabileceğini gösterecek.Cevabın insan denilen üstün varlık olduğunu biliyorum,dedi ama gözlerinin,suratında yer edindiği yuvarlak çukurlukların kenarından geçen, kısa gülme girişimini,bir tek Tanrı fark etti.
-Seni kim yarattı? diye sordu çocuk.Bu soruyu sorduğuna inanamıyordu.Tanrı,kekini bitirirken,ta bademciklerinden gelen bir sesle:
-Ben hep vardım.Yaratılmadan önce de vardım,sonra da.Sesi normale dönerek ve bu sefer daha bir ciddi olarak:
-Eğer ben bir uzuvsam;bu da benim sonsuz arayışımdır.Genç çocuk,Tanrı’yı seyrine devam ederek bir taşın üzerine oturdu.Her şeyin ona ait olduğunu düşündü bir an.Sordu:
-Hiç arkadaşın var mı?
-Herkesle arkadaş olabilirim,dedi Tanrı.
-Kaç tane varsın?
-Unutma,kainat cimridir.Evrendeki her madde kutsaldır ve benim çürükçül bakterilerim ‘Tanrı Manrı” dinlemez.Eğer birkaç tane ben olsaydı,bu benler birbirlerini yaratmaya başlarlardı bir süre sonra.
-Sadece insan mı kendi kendisini yaratabilir yani?
Tanrı bu soruya cevap vermemeyi tercih etti.
-O halde sıkılıyor olmalısın?
-Elinde devasa yıldızları olan Ben mi sıkılmalıyım,yoksa çaresiz bir şekilde “Tanrı nerede?” diye soran insan mı?
Çocuk,bir an sesiz kaldı.Bakışlarını etrafındaki ağaçlara,havada uçan bir vurdumduymaza;oradan da mavi gökyüzüne çevirdi.Sonra aşağılarda bir yerde akmakta olan derenin sesi geldi kulaklarına.Tüm bunları yaparken de,dağ bitkilerinin şaheserini çekiyordu ciğerlerine,serin serin.Rahatlamıştı.Ayağa kalktı ve Tanrı’nın etrafında dönerek çevreye bakındı biraz.Ağaçların arasına dikkatlice baktı,fakat gelen giden bir avcı göremedi.
-Niye odun kesiyorsun? dedi çocuk,heyecanlanmıştı.
-Çok şey unutmuşum,dedi Tanrı.Çocuk meraklandı:
-Neyi hatırlamaya çalışıyorsun?
-Yeni bir patlama geliyor.Bunları kullanmam lazım.
-Yeniden mi?
-Çok eskiden ve yeniden,dedi Tanrı.Çocuk,inanılmaz hayretler içinde kaldı.Şimdi soracağı soru için,Tanrı’dan biraz cesaret diledi..Duasını bitirirken,arzuyla:
-Yaratacağın varlık nasıl olacak? diye sordu.
-Müthiş,dedi Tanrı.İnsan özleri de katacağım.Yine ağlayacaksınız,seveceksiniz.
Bu sırada iyice biriken odun yığının oraya gitti ve dalların altından bir ip geçirdi.Odunları düzeltti,ipi odunların üzerinden atarak sıkıca bağladı.Yeşil çantasını sırtına geçirdi.Bağladığı odunları sırtladı ve tarasını da alıp yollanmaya koyuldu.
-Ben Tanrı’yla mı konuştum? dedi çocuk,o uzaklaşırken.Tanrı açıklığı terk ederken “Bir şey unutmuş muyum?” diye şöyle bir geriye baktı..Yine yola dönecekti ki,çocuğa,sırtındaki odunlar yüzünden pek de anlaşılamayan bir hareket yaptı.Çocuk hiçbir şey anlamadı.Bu yüzden;
-Nereye gidiyorsun?Heeey… diye bağırdı.
Fakat Tanrı yine cevap vermedi.Dağlık yoldan aşağılara doğru indi.Yalpalamamak ve yola daha bir konsantre olabilmek için,ayaklarını önden sürüyor ve ilginç sesler çıkarıyordu.Belli ki,biraz fazla odun kesmişti bugün.
Çocuk,arkasından sadece baktı.Dal kütlesinin altında,sırtı iki büklüm yürüyen bu kambur adam,Tanrı’ydı.
Çocuk,ona yardım etmemeyi tercih etti.Yerden bir sopa alarak başka bir yöne saptı,ama anlatacağı bu hikayeye kimsenin inanmayacağından da,adı gibi emindi.
-BİTTİ-
YORUMLAR
Sevgili arcadio, Edebiyat Defteri'ne yazdığından haberim yoktu, seni burada gördüğüme sevindim. Bu yazın da diğerleri gibi özgün ve düşündürücü. Senin anlatımınla o ormanı, Tanrı'yı ve küçük çocuğu hayalimde canlandırmak hiç de zor olmadı. Sevgiler, başarılar...
kelimeleri çok iyi kullanıyorsun umarım bende senin gibi güzel yazılara imza atarım.yazını okurken sanki harflere değilde bir resime bakıyor veya derinlerden bir şarkı işitiyorum beni kendi içime götüren.yeni yazılarını bana bildirirsen onlarada yorum yazmak istiyorum edebiyat dostum..mailim [email protected] ...şimdiden tskrler..