MİLLET OLMAK
Rabbim, kâinatı yaratmış ve bu muhteşem sanat eserini envai tür mahlûkatla süslemiş. Bu yarattıklarından insanı, diğerlerine nazaran, “müstesna” saymış ve ona; “eşref-i mahlûkat”sın demiş. Ne var ki insanlık tarihine göz attığımız zaman, bu tarihin değişik dönemlerinde, “insan”ın bu sıfatı pek de hak etmediğini gösteren numune davranışlara rastlamaktayız. Bugün, insanlığın giderek medenîleştiğini söylüyoruz; ama barbarlık sayılabilecek uygulamaların da devam ettiğinin hepimiz farkındayız.
İnsanoğlunun “eşref-i mahlûkat” çizgisinden sapmasına, bana göre, her dönemde “menfaat kavgası” sebep olmuştur. İnsanoğlu, ne zaman menfaat hırsının esiri olmuşsa; işte o zaman, insan olduğunu unutmuş ve barbarlaşmıştır.
İnsanoğlu var olduğu sürece, menfaat kavgası da hep olacağına göre; bu kavgadan zararlı çıkmamak için yapılması gereken güçlü olmaktır. Yalnız, ferdin güçlü olması yetmez, güçlü fertlerden müteşekkil birliktelikler meydana getirmek gerekir. İşte bu birlikteliğin adına “toplum” değil, “millet” diyoruz.
Neden “toplum” değil de “millet”? Çünkü “toplum”u meydana getiren fertleri birbirlerine bağlayan bağlar çok zayıftır. “Toplum” ufak bir tazyik gördüğü zaman hemen dağılıverir. Bugün Ortadoğu’da Batı emperyalizminin cirit atmasının ve bu coğrafyanın sahiplerinin maruz kaldığı mezalimin sebebi, bu insanların hâlen daha “millet” olamamış olmasıdır.
Hâlbuki “millet” olabilme mertebesine erişmiş birliktelikler, öyle kuru gürültülere kolay kolay pabuç bırakmaz; şiddetli tazyiklere rağmen dimdik ayakta kalmayı başarabilirler. “Millet” olabilmeyi bihakkın hak etmiş olan Türk milleti, tarih boyunca belki yüzlerce defa bunu ispatlamıştır. İşte, Haçlı seferleri, işte Çanakkale Zaferi, işte İstiklâl Harbi! Bu badireler “toplum”ların atlatabileceği badireler değildir. Bu badireleri ancak “millet”ler, hem de güçlü ve kalleşliklere karşı tecrübesi olan milletler atlatabilirler.
O zaman, “insanca yaşayabilmek” için “millet” olmak ve “millet” olarak varlığımızı devam ettirmek mecburiyetindeyiz. “Millet” olabilmenin şartı nedir? Millet olabilmek, sadece aynı coğrafyada yaşamak ve maddî menfaat ortaklığı ile mümkün olmaz. “Millet” olabilmek için milleti meydana getirecek fertlerin birbirlerine çok kuvvetli manevi bağlarla sımsıkı kenetlenmesi gerekir. Bu bağlar ne kadar çok ve kuvvetli olursa; milletin, dıştan ve içten gelecek tazyiklere karşı koyma gücü de o kadar yüksek olur.
Türk milletini tarih boyunca, dimdik ayakta tutan değerlerinin başında dili, dinî, millî kültürü, örfü ve âdetleri gelmektedir. Bugüne kadar millet varlığımızı koruyabilmiş olmamızı bu değerlerimizin varlığına borçluyuz. Tarihimize göz attığımız zaman şu gerçekle karşı karşıya kalırız: Manevi bağlarımız zayıfladığı zaman; gücümüz, kuvvetimiz azalmış; gücümüz kuvvetimiz azaldığı zaman, manevi bağlarımız zayıflamıştır. Ya da manevi değerlerimize itibarımızın azaldığı dönemlerde, içten ve dıştan gelen hainliklerin sayısı ve şiddeti hep artmıştır, diyebiliriz.
Milletimizin bugün çektiği sıkıntıların müsebbibi de bizi biz yapan değerlerimizin fert, daha sonra da cemiyet indinde itibar kaybetmesi değil mi? İşte örnekleri!
Dilimiz Doğu ve Batı dillerinin işgaline maruz kaldı. Caddelerde, sokaklarda iyi derecede İngilizce bilmeden adres bulmak ve muhatabın konuştuklarını anlamak nerde ise mümkün değil.
“Türk’üm” demekten imtina eden, “Türk’üm” demek mecburiyetinde kaldığı zaman da sıtma nöbetine tutulanların sayısı giderek artıyor.
İnsanımız şeklen Batılı gibi görünmeyi şiar sayar oldu. Erkeklerimiz, atası gibi bıyık bırakmaktan vazgeçip çeneye keçi sakalı kondurdu.
Sokakta, âdeta zeytinyağı tenekesine bandırılmış ve tüyleri diken diken kafalar görmekten tüylerimiz diken diken olmaya başladı.
Genç kızların erkeklere, erkeklerinde genç kızlara benzeme hevesinden, karşıdan gelenin kadın mı, erkek mi olduğunu anlamak için kimliğine bakmak gerekir oldu.
Genç kızlarımız düşük kemer pantolonla gezerken pantolonu düşüp de üryan kalacak diye ödümüz kopuyor.
Gençlerimiz-üstelik de güya mürekkep yalamış olanlar- sokakta kızlı erkekli sarmaş dolaş gezmekten artık ar etmez hale geldi.
Bu örnekleri çoğaltabiliriz. Bunlar, güzel görünme ve Batılılık niyeti ile yapılan çirkin görünümler ve çirkinliklerdir. Bunlar bizi bizden uzaklaştıran devşirme davranışlardır. Bunlar; gücümüzü, kuvvetimizi her geçen gün biraz daha azaltan, ferimizi tüketen; düşmanın kuzu postuna bürünerek bize altın tepside sunduğu zehirdir. Bunlar, ülkemiz ve milletimizle ilgili iğrenç emelleri olanların iştahını kabartan menfi gelişmelerdir. Bunlar, bilerek ya da bilmeden millî kimliğimizi inkâr etmek ve huzurumuzun kaçmasına sebep olmaktır.
Gelin, millî ve manevî değerlerimize sahip çıkalım. Türk olmak, “Türk’üm” demek, diğer milletlerin kimliğini inkâr etmek ve onları aşağılamak değildir. “Türk olmak” Türklüğün manevi değerlerine sahip çıkmak ve bu değerleri yaşatmak demektir. Gelin, “Türk” olmakla iftihar edelim.
Bugün, yeryüzü insanlık için cehennem olmuşsa; bunun altında Türk’ün Türklüğünü gösterememesi yatıyor. Milletimizin ve insanlığın kurtuluş reçetesini dün olduğu gibi bugün de yine bu millet yazacaktır. Ama önce, millet olarak, yüksek sesle “TÜRK’ÜM!” dememiz ve gök kubbeyi bu sesle çınlatmamız gerekir. Gelin, hep bir ağızdan “TÜRK’ÜM!” diyerek, “NE MUTLU TÜRK’ÜM DİYENE!” diyerek şu yeryüzü cehennemini gülistana çevirelim!
Hep, Türk’üm deyin, Türk kalın efendim!