- 792 Okunma
- 8 Yorum
- 0 Beğeni
Ben -Vl- Hayat
Ben ve Hayat. Karşılıklı oturmuş kahvelerimizi yudumluyoruz, yuvarlak kırmızı boyalı bir salonda, yuvarlak masamızda hangi köşe başını tutabileceğimizin hesabında ve birbirimize pek dokunmadan... Akıp, gidiyoruz işte... Görmüyoruz birbirimizi, görmezlikten geliyoruz.
Hayat; her hareketiyle okuduğum,benim okulum!...
Elinde kişiye özel öğretileri bulunan beyaz gömlekli otoriter öğretmenler topluluğu; hayat denilen okulumun tanımı. Bense, elimde kalkan kılıç hazır vaziyette her daim hırçın ve asla silik bir tip olmamama rağmen bu okulda; yönetilmekten vazgeçilmiş bir vaka, koyulmuş kurallar karşısında iflah olmaz ve öğretmene görünmemeyi becerebilen ama öğrenmeye aç(!) bir öğrenciyim. Zaten karşılıklı oturup kahve içtiği kaç öğrencisi var ki?
Mezun olmak gibi bir niyeti bulunmadığından dolayı, her seneyi bir değil, iki değil beş çift dikişle geçirip kendini sağlama alan bir karakterim.
Ders kitaplarında yazılı olanı olduğu gibi okuyan öğretmenin, anlatmak isteyip de anlatamadığı değildi hiçbir zaman derdim. Anlatılmayan ve anlatılamayan satır aralarına idi daima ilgim. Romen rakamlarıyla yazılanı, yine romen rakamı ile söyleyip, dinlemeye çalışanlara tepkim. Müfredata işlenmesi için seçilen romanlarda, illa aşk, börtü, böcek yazılmasına idi mideme giren krampların nedeni. Hatta ağlarken dökülen göz yaşımın mürekkebini dağıtmasının yanında, günlüğümün sayfasına sümüklerimi de çaktırmadan sürmemin ve sonrasında yaşadığım bıkkınlıkla üzerinde, -ders sırasında- uyurken ağzımdan akan salyanın nedeni de... Bir öğretmenin cılız, inançsız, tuti sesi çıkardı sınıfta, bir de benim iç çekişlerimin gölgesindeki horlamalarımın. Uyanık olduğum zamanlarda ise, sınıfın camlarındaki gri renkli boyanın üzerindeki çiziklerin valsiydi gözlerimle dinlediğim. Olmayan aklımın fikri ise gırgır şamata olan bir talebeydim ve hala talebeyim. Bundan gurur da duyuyorum... Tabii gurur duymayanlar da var maalesef. Bu kişiler yüzündense yakamda asla kırmızı kurdelam olmadı; asi saçlarıma beyaz kurdela takmayı ret ettiğim için. Cezam bol oldu, başlarına saldığım benim bile haberim olmayan belalarım gibi.
Her sözüm bir olay, her hareketim isyan kâbul edildi; tabularını yıkamamış okul yönetim kurulu tarafından. Oysa sadece düzü değil ayrıntıyı fark eden gözümün gördüğünü dile getiriyordum art niyetsizce.
....
Günlüğümümden bir sayfa..
Okulumla olan ilişiğim yüzünden, üzerime uygun hazır konfeksiyon dikimi okul üniforması bulabilmek için kilo bile almıyorum. Düzenli besleniyorum. Sporda yapıyorum. Bu arada; metabolizmama gösterdiğim özenden mi yoksa yaşıma göre genç çalışıyor olmasından mı kaynaklanıyor bilemiyorum. Sebep ne olursa olsun sonuç değişmiyor. Açım! Öğün zamanımın değil geçmesine fırsat vermek, yaklaşmasını bile eline davul zurna alıp, bağıra çağıra duyuran bünyemin kramplarla hissettirdiği bir olgu; açlık. Ben olurumda yanında şımarıklığımın verdiği bonusu olmaz olur mu? Alın işte; açım ve huysuzum.. Tanrım beni sevenlere sabır versin. Hey! Amin diyenleri duydum! Ona göre, karışmam.
...
Kapı çalıyor. İzninizle...
Elime tutuşturulan bir zarf!...
Mezun olamıyorum okuldan, olmakta istemiyorum. Lakin okul yönetimi bıkmış bu umursamaz öğrenciden, bari bir ara versin de kafa dinleyelim diye uzaklaştırma kararı alıyorlar kendi aralarında. Bildiriyorlar bana, üzerinde bildirge no kırk üç yazılı sarı hava köpüklü bir zarfın içinden çıkan mavi antetli kağıda siyah mürekkepli dolma kalemle el yazılı olarak elden teslim. Birde, adımı soyadımı yazıp yanına dil çıkaran bir smile eklemiş namussuz müdür amcam. Bu görevden aldığı müthiş keyfi saklama nezaketini dahi gösterme lütfünü göstermeden. Tarihi bilerek mi yazmamış yoksa ben doldurayım diye mi boş bırakmış anlayamadım. Anlamaya başladığımda zaten okul, öğretme görevini yerine getirdiği kabul edip beni mezun edecek ya, anlamazlığa geliyor en körden bile kör bakan kör oluyorum.
Başlıyorum yine günlüğümü karalamaya.
Bakan deyip geçmeyin; koltuğu çivili. Bir oturan mıhlanıyor kalıyor orada. Pantolonum çiviye takılıp yırtıldığından mıdır yoksa? Kalkamıyorum ayağa!
Utanıyorum galiba... ne garip, ben garibim... Ar damarım yok diyordum ama sanırım ben uyurken nakil yaptırmışlar kan grubuma uygun olanı bulmuşlarda. El birliği ile beni mezun etmeye uğraşıyorlar.Komplo teorileri. İyice paranoyaklaşmaya başladım bu uzaklaştırma belgesi elime geçtiğinden beri. Halbuki ne güzel karşılıklı kahve içiyoruz.
Uyurken yapmışlar diyorum çünkü ameliyat sonrası narkozdan uyanışım o kadar keyifli oluyor ki anlatamam. Hayatımda iki kez ameliyat oldum. İkisinde de bir ayılışım var ki evlere şenlik. Narkoz öncesi doktoruma ‘’işiniz bitmeden beni uyandırmayın sakın ha’’ ya da doktorumun suratına bakıp soğuk ameliyat masasında donarken, dişlerim birbirine vurur bir vaziyet de tıslama şeklinde çıkan sesimle ‘’işin var ise ve yorgunsan başka zaman görüşelim ne dersin?’’ diyerek göz kırpmamla ve ‘’horlarsam lütfen uyandırmayın’’ el yazılı levhamı çıkartıp yanıma koyuşumla devam eden mûzipliğim narkoz veren doktorun ‘’nerede olmak istersin bakalım’’sözüne ‘’ben olduğum yerden memnunum, bir yere gönderme beni! İstersem kendim giderim, narkoza ne gerek’’ diye asi gelip tartışma yaratmamla devam eden sürece doktorumun ‘’nasılsın?’’ sorusu ilave ediliyordu. Tek cevabım var: Açım! Gülümsemeler, sabır dilemeler ve sonrası kayıp... Yok böyle bir şey. Bir ses beni uyandıran:’’ Zeynep Hanım’’. Direkt cevap sanki hiç uyumayan bir ben: ‘’Efendim?’’ Şaşkın bile değil gözlerim. Sanırsınız kırk yıldır o bekleme odasında uyanıyorum bana seslenen o sesle.
...
Hayatı hep böyle şaşırmayarak şaşırtmışımdır desem size ne düşünürsünüz acaba?...
Ben düşünmem ki bana bakmayın hiç... Elime verilmiş olan ders kitabının resimlerine bakar dalarım sadece. Birde sayfaların en altında konu açıklaması olsun diye kırmızı kalın on dörtlük puntolarla yazılmış dip not başlıklarının altına karalanmış ayrıntıları bir bakışta ezberlerim. Beynim; gereksiz gerekli bilgiler çöplüğü, darman duman, dağınık vaziyetli. Bir indekse ihtiyacım var, bir de kediye artıkları yemesi için. Horozsuz çöplükte olmaz ama, bana gelen horozların ömrü benim horozlanan davranışlarımdan dolayı kısa oluyor nedense. Bir çöplüğe bir horoz yeter diyerek artlarına bile bakmadan kaçıyorlar şafak vakti ötmeyi bile düşünmeden. Oysa ne çok istiyorum bir horoz sesi ile karşılamayı günü. O sabahın ilk vakti cıvıldaşan kuşların sesine horozun sıcak ötüşü koynunda eşlik ve sabah ezanlarına tanıklık etmek. Bu da okulun suçu diyorum yine. Parmaklıklı pencereleri bulunan soğuk mavi gri bir bina bahçesi olmayan. Horoz durur mu burada güzelim saman kokulu çiftlikler varken. Yeşil vadiler, buğday tarlaları, elma ağaçları ve yaz geceleri ateş böceklerinin aşk dansı ile kulakları yırtan ağustos böceği sesi ve kırmızı balıklı havuzdan gelen kurbağa vıraklamaları...
Okulum; yaşamaya mecbur olduğum, bana verilmiş zamanımı doldurduğum yer. Tahta sıram üzerine pergelimin çivisi ile isimler kazıdığım. Siyah çantam; kalın kuşe karton kapaklı kitaplarımı koyduğum. Birde tuvaletteki umumi, sırrı dökülmüş ayna... Benim bile olmayan, okuldaki otuz beş kişi ile düşlerimi, sırıtışımı paylaştığım.
...
Elimdeki zarfa o kadar baka kaldım ki. Gözlerim yoruldu. Sonunda, kahve içtiğim salonumun ortasındaki sehpanın üstüne, okunacak dergi, kitap dağınıklığının arasına doğru fırlatıyorum. Elbet bir gün ben ya da biri gelir bulur ve doldurur boş tarih alanını...
...
Kahvemiz bitmiş. Bir tane daha içer miydin Hayat? Vaktin var mı? Senle sohbet etmeyi severim bilirsin! Yok mu? Neyse... Bir daha ki sefere o halde canım...
Zeynep Tavukçu 03/07
YORUMLAR
Zeynep Hanım, ilk önce içerikten başlayayım…
Yeri geldiğinde güldüğüm, yeri geldiğinde düşündüğüm ve yeri geldiğinde Aklıma türlü oyunlar oynadığım güzel bir yazı okudum. Seri içinde belki de en çok beğendiğim yazınız bu oldu.
Fakat birkaç noktada bariz imla ve noktalama hatalarınız mevcut. Onları da en kısa zamanda düzelteceğinizi umuyorum.
Bu arada, ders çalışırken araya teksas ve tommiks dergileri koyun, pek bir iyi gider kahve ile…
Tebrikler…
Hayatın nöron hücrelerini harcamışsınız şaşırmayıp ta hayatı şaşırtarak . İnsanın şaşırdığı anlar o güne kadar olmasına ihtimal vermediği olaylarla karşılaştığı anlardır .
Oysaki hayatta olması mümkün olmayan birşey yoktur . Eğer insan beynini her koşula karşı açık tutarsa , hayatı kesin diyebileceği yargılara bağlamazsa şaşırmaz
Beyin hücrelerimizin harcandığı anlar şaşırdığımız anlardır .
Dağınık vaziyette beyin yoktur . Her düzensizlik kendi içinde bir çeşit düzendir . Gereksiz bilgiler içinse , bir söz vardır ' sakla samanı gelir zamanı ' birgün olur lazım olur . O samanların üzerinde ötecek bir horoz bulunur .
Dur bi kahve molası vereyim . Yazın hakkında çıkarılacak çok yorum var ama ben kahvemi içerken yorum yapanlar olur . Ben yormadan gideyim bari
Şimdilik Hoş kal .
Daha sık aynaya bakmalısın bence,
yüzünde hayat yazıyor senin...
Eğer zaman bulamazsan,
O yeri dar gelen koca aklına söyle...
Biliyor zaten, sana da göstersin.
Gün ışığını senden alıyor,
Ne de iyi ediyor.
Not: Arada bir bari yazım yanlışı falan yap da, hata bulayım yahu... Adımız çıkacak yoksa:))
Deli kız,
Orda kal
ve
yaz....