ACI ARASI ÇARESİZLİK VAR ÖĞÜNDE (3)
Yine sisler içinde yürüdüm yapmam gerekenlere. Elimde ki poşetler nasıl da fazlalık gelmişti şimdi. Kurtulmalıydım elimdekilerden. Birilerine ulaştım, derdimi anlattım. Sanırım anlatırken biraz daha şiddetle ağladım. Bir kaç el sıvazladı sırtımı. Bir kaç teselli sözü değdi kulaklarıma. Sanki görmeden inanamayacağım gerçeğe erişmemi engellemek istercesine oyalanıyordum. Zaman kazanmak değiştirecekti sanki gerçeği. Belki yalandır söylenenler, beynimde yankılanan haber. Biraz daha oyalanırsam, gerçeğin doğrusu çıkıp gelir bir yerlerden diye bekledim biraz daha çöktüğüm yerde.
Fakat gelen yeni bir haber yoktu. Bütün güçsüzlüğümü yükleyip yola, doğruldum hiç tanık olmak istemediğime. Yine bir sürü anı el salladı sislerin arasından. Yine küçüldüm, büyüdüm çocukluğuma uzandım, sonra birden ilk çocuğumu kucağıma alışıma geldi anılarım.
Üç erkek evlattan sonra ilk kız torundum ben. Belki kız çocuğu olmadığı için dedem hep çok sevmişti beni. Ve okula başladığım güne kadar, çocukluğumun büyük bölümü dedem ve babaannemle geçti. Hatta ilkokula bile dedem yaptırdı kaydımı. Ailemle beraber şehir dışındaydık. Okulların açılma zamanı gelmişti. Dedem yanımıza geldi. Babama biraz kızdıktan sonra, beni de yanına alıp döndü. Ve okula kaydımı yaptırdı.
Çocukluğunda hep yanında olduğu, kendi çocuğu gibi ilgilendiği torununun çocuğu olmuştu işte. Hastanede ilk ziyaretime gelenlerdendi dedem. İlk torunumun çocuğunu da gördüm mutluluğunun bakışları vardı gözlerinde. Ve ben de anne olmanın verdiği gurur ve sevinçle ondaki bu mutluluğu fark edince daha da bir mutlu oldum.
Çoktan özlemiştim bile kaybettiğimi. Artık yeni anılar yaratılamazdı. Yaşanacak anlar bitmişti. Her şey anılaşacaktı. En büyük gerçekse; gün geçtikçe devam eden hayatla uğraşmaya öyle dalacaktık ki, daha az hatırlar olacaktık var olduğu günleri, sesini, yüzünü. Hatta acısı bile bu kadar yakmayacaktı. Hayatın gerçeğiydi bu ve hep böyle olmuştu.
Anılar ve sisler arasında olan manzaranın arasından, bir ben ulaştım yüzleşmenin beklediği yere. Bir an bir sürü söz hücum etti dilime. Avaz avaz bağırmak istedim. Sanki sözler set kurdu da sesime çıkmadı. Yoksa acı gerçekle yüzleşmenin korkusuyla mı kaçıp sinmişti bir köşeye? Çaresizliğin acısı öyle bir çöktü ki boğazıma; sanki bütün bir elmayı yutmaya çalışıyordum. Ya da güç almak için sıktığım yumruğumu yanlışlıkla boğazıma sokmuştum. Hem sesim yok olmuştu, hem de soluğum.
Halâ dağılmıyordu sis. Bir kabusun göbeğinde gibiydim. Uyanılmayacak bir kabus. Bir çok farklı siluet vardı etrafımda. Aslında hepsi tanıdıklarımdı. Yoksa ne işleri vardı burda? Ama tanıyamıyordum işte. Hepsi de ne yapacak acaba der gibi donuk donuk bakıyordu yüzüme. Acı karışımı bir merak yerleşmişti gözlerine.
Birisi boynuma sarıldı o an. Şaşkınlığımı anlayıp gidermek için. Sen inanmıyorsun ama, doğru der gibiydi boynuma doladığı güçsüz kollarıyla. “dedeni kaybettik” dedi bir ses kulağıma. Tokat gibi şakladı beynimde gerçek. Gelen haberin doğruluğunu babaannemin sözleri tasdiklemişti.
O an; beni sarmalayan sis, acının pençesine aldığı kalabalığa dönüşerek dağıldı. Babamı gördüm ilk. Babam, canım babam babasız kalmıştı. Gözyaşlarının ezip geçtiği gözleri şişmiş, küçücük bir çocuk yeşiliyle parlıyordu. Belki de kendini en çok o an çocuk hissetmişti. Ben bu denli yanmışken, kimbilir o nasıl kavruluyordu? Kimbilir benim gibi kaç anının pençesinde susmuştu? Biliyordu bunun olacağını ama, hazırlanılır mıydı böyle gitmelere? Beklenir miydi bu günün gelmesi? Çok sevdiğim babamın babasız kalması engellenebilir miydi? “Boşver kader işte” demek kolay mıydı? Bakamadım bile gözlerine. Halâ yankılanıyordu telefonda ki sesi kulaklarımda. Babam haber vermişti dedemin son yolculuğuna çıktığını. Ve biliyorum ki “ne kadar çok kişiye söylersem babamın gittiğine o kadar inanırım” diye herkese haber verme işini muhakkak o üstlenmişti.
ASLI DEMİREL...
(devam edecek)