GİDİYORUM BEN
GİDİYORUM BEN
Mutluluğun senin olsun. Ben o küçük pencereli, rutubetli, mavi-yeşil odama, geldiğim yere geri dönüyorum. İçimde yağmur yüklü bir bulut, kalbime iltica eden ve nerden geldiği belli olmayan bir ayrılık şarkısı var. Aşık edemedim seni kendime. Bir girdap olup çekemedim sevgini. Esir düştüm sensizliğe ve elimde beyaz bir bayrak, dilimde göz yaşlarımın getirdiği kekremsi lezzet. Beni yargılamanıza gerek yok. Bir yıkık dökük hücre yeter bana. Zaten kalbim aşkını almış yanına müebbet hapse mahkum. Zaten kaç fasıl dindirebilir ki hüznümü? Namelerde sen, çalınan her şarkıda sen. Kaç şişede söndürebilirim adınla yanan kalbimi? Kadehlerimde sen, çekip gittiğim hayallerimde sen. Bundan sonra bir küçük odayı bile lüks sayarım inanın. Verin bana yalnızlığımı da çekip gideyim.
Masumiyetin senin olsun. Ben mutsuzluğu resmediyorum kalbime. Elimde paslı bir çivi. Parça parça uyuyorum günlerdir. Yatağımdaki yalnızlığa sarılıyorum sen diye. Çıkmıyorum sokağa. Zaten senin olmadığın her yer cehennem, her yer kasvetli. Ruhum sıkılıyor aldığım her zoraki nefeste. Oysa hep gizli gizli seyrederdim gözlerini ben. Bakamıyordum çünkü özgürce. Gizli gizli aşık oldum gözlerine. Pusuya yatar beklerdim bir yerlere dalıp gitmeni ansızın. İçinde hangi denizler dalgalanıyor bilmeden, hangi aşkına mektuplar yazdığını bilmeden. Çaktırmadan bakardım gözlerine. Çaktırmadan aşık oldum sana. Bana her bakışın, her dokunuşun bir savaş sebebeydi kalbimle mantığım arasında. Kaos ve kargaşa. Her yanağıma konan o dostane öpücükler bir kaçış sebebimdi yeryüzünden bulutlara doğru. Gidip de dönmemecesine.
Ama sen bu aşkla yanmanın ne denli acı verici olduğunu bilemezsin. Sen aşık oldun mu ki? Sen hiç sensiz kaldın mı ki? Anlayamazsın yüzlerce yara bandı sarmayı kanayan yaraya, saatlerce aynanın karşısında bekleyip o saçı başı kepaze, solgun ve bitkin çehreye bakıp bakıp göz yaşları içinde kahkahalara boğulmayı. Sen hiç acizliğini kağıtlara dökün mü ki sayfa sayfa? Benim tüm şiirlerim senin tekelinde, tün ucu yanık mektuplarımda tek adres gözlerin. O gizli gizli aşık olduğum gözlerin.
Kusursuzluğun senin olsun. Bende akşam vakti azar içimde yanıp duran bu sevdanın ateşi, yanarım. Gözlerin gelir gözümün önüne. Meze olur bakışların tahta masamda. Rakıya vururum efkarımı. Sigarayı arar ellerim vakti gelince. Dumana bularım yeri göğü göz gözü görmez. Sek gider olsum uzun zamandır. Göz yaşlarım izin vermiyor ki başka suya, bir an olsun kesilmiyor ki.
Oysa ben; doya doya kokunu çekerdim içime. Ciğerlerimi seninle doldururdum. Her ayrılışımızda ilk gözlerim özlerdi seni. Beraber geçtiğimiz yollardan sensiz geçmeye cesaret edemezdim. Turuncu-yeşil bir tişörtün vardı tıpkı bahar gibi. Hani bana benim hayatındaki yerimi abarta abarta anlattığın o gün üzerinde olan tişört. İlk o zaman sevdim ben o renkleri ya da ilk o zaman gözüme güzel gözüktüler. Ve ben kokunu çektim içime… Tarifsiz bir büyüsü vardı senli geçen günlerin. Tıpkı bahar gibi.
Dürüstlüğün senin olsun. Ben yalanlar söyledim günlerce kendime. Çok savaşlar verdim. Cenk ettim kendimle ölümüne. Sana her gelişim ayrı bir yara açtı bedenimde. Bir yara kapanmadan yeni bir yara daha. Aşka karşı yapılan savaşları kim kazandı ki bu güne kadar. Kim sürgün edilmedi ki sevginin yeşermediği şehirlere. Sahibi tarafından azad edilmiş bir uçurtma gibiyim şimdi. Daha önce hiç sensiz çıkmadım ki bulutlara, hiç bakmadım ki o boğazın kirli yeşil sularına. Kayboldum bildiğim bu şehirde.
Pes ediyorum ey sevgili. Güçsüzlüğümü hiç bu kadar hissetmemiştim. Nefes almakta bile zorlanıyorum inan. Bittim artık. Mükemmelliğin senin olsun. Ben o eski “ben” değilim artık. Hani o senin hayatında ne kadar büyük bir öneme sahip olduğumu anlattığın kişi ben değilim. Bu gölge benim gölgem değilim. Tutamıyorum bu aşkı kalbinde daha fazla. Tüm zincirlerim kırıldı ama bu aşkı yaşayabilecek kişide ben değilim. Baksana bana bir. Hiç umut kalmışa benziyor mu bu gözlerde? Bu titreyen eller senin o göz yaşlarını silen ellere benziyor mu?
Ve bir ses “git” diyor bana. Etrafıma bakıyorum, sağı solu kontrol ediyorum kimse yok. Ama bir ses “git” diyor bana durmadan. Bense “nasıl bırakırım onu, bari son kez göreyim, son kez kokusunu çekeyim içime” diyemiyorum. Geri dönüyorum geldiğim yere. O küçük pencereli, rutubetli odama geri dönüyorum.
Biliyorum yine mesaiye kalacak gözlerim seni beklerken, yine baharın gelmesini bekleyeceğim dört gözle. Belki turuncu-yeşil bir tişört görebilirim diye. Belki yine o kokuyla doldururum içimi diye. O koku; tıpkı çocukluğumuzdan beri hiç unutmadığımız tütün kolonyası gibi, tıpkı bahar gibi.
akin çkrn
YORUMLAR
her dokunuşunsavaş sebebiyle kalbimle mantığım arasında,kim sürgün edilmedi ki aşkın yeşermediği şehirlere ....bu ve buna benzer cümlelerinizi çok beğendim ancak aşırı karamsar gördüm sizi turuncu yeşil tişörtüyle baharı kokladığın güzel günlerden de bahsetseydin iz,yazın ız biraz daha mavi ,biraz daha yeşil ,biraz daha bahar olurdu. Ayrıca ilk paragrafınızda ikinci kişiye seslenirken paragrafın son cümlesinde [inanın] diyerek bize seslenilmiş sanırım gözünüzden kaçtı. bütün olarak güzel bir yazı kutlarım ,saygılar.
akin çkrn,
Sitede yayınlanan ilk yazınıza nazaran birazcık daha dikkatsiz davranmışsınoz sanırım imla-noktalama hususunda. Umarım zamanla daha dikkatli olursunuz.
İlk paragraf sanki biraz kafa karıştırıcı gibi. Bir yerde "sen" hitabı varken, bir yerde "siz" hitabı var. Bu hitaplar aynı kişiye mi, yoksa farklı gruplara mı, çelişkide kaldım.
Biraz daha üzerinde oynandığı vakit, daha da tat vereceğine inandığım bir yazı olmuş.
İyi akşamlar...
aydın tarafından 3/24/2007 9:11:01 PM zamanında düzenlenmiştir.