ACI ARASI ÇARESİZLİK VAR ÖĞÜNDE (2)
Kovalasam da anılar rahat bırakmıyordu iyice acıtmak için sanki beni. Gelip çöreklendi, anı oluşlarının acısını yüklemek için yangın yeri yüreğime. Ve bir anda çocuk oluverdim gölgeler arasında. Bir elimde dedem. Yok yok ben onun elindeydim. Tutmuştu elimi sıkı sıkı güven verircesine. Yüzünde bir gurur ifadesi. Dede olmanın gururuyla dimdik omuzlar. Bir elimde de baston çikolata. Çok severdim. Dedem de hiç eksik etmez her gün alır ya da beni almaya götürürdü. Çok neşeli olduğum anlardan biriydi işte. Çünkü; benim çocuk olduğumu hissettirmek için elinden geleni yapan bir adam vardı hayatımda. Çok da mutluydum onun yanında.
Hızla geçiş yaptı anılar birbiri arasında. Şimdi de ilk şemsiyemi tutuyordum elimde. Aşı olduğum için ağlayıp duruyordum. Dedem de “eğer ağlamazsan ne istersen alıcam” dedi. Ben de şemsiye istedim. Oda ikiletmedi aldı. Biliyordum ki alacağını; her istediğimi yapmıştı çünkü. Acaba şimdi olsaydı elimde ilk şemsiyem, yüreğimi gözyaşlarımın ıslatmasına mani olur muydu?
Bir anda genç kızlığıma da uzandım anılarımla. Arada isteyipte alamadığım şeyler olurdu. Dedeme söylerdim. Önce bir güzel azarlardı beni.”kızım çok mu ihtiyacın var? Senin yok muydu aynısından? Allah allah...” der kızardı bana. Ama sonra dayanamazdı o dede yüreği “eee çok mu istiyorsun? Söyle bakiim kaç paraymış? Nerde gördün?” diye sormaya başlardı. Ve beni kırmaz alırdı da istediğimi.
Şimdi de kaymakla ilk tanışmamı hatırlıyordum. Anılar arasından süzülüp damağıma yapıştı kaymak tadı. Beş altı yaşlarındaydım ve o zamana kadar hiç kaymak yememiştim. Dedem tanıştırdı yine beni tanımadığım bu besinle. Kardeşim, dedem ve ben dolaşıyorken bir gün, bir şarküterinin vitrininde, dikdörtgen bir tepside, yağ mı yoğurt mu olduğunu anlayamadığım, rulo olmuş bir şeyler vardı. Merakla “dede bu ne” diye sordum. O da bir şey demeden içeri girdi ve tezgahta duran adama “ordan yarım kilo kaymak sarıversene” dedi. Bende çıt yok. Halbuki al dememiştim ama dedem adı kaymak olan o şeyden almaya karar vermişti. Paketleme işi bittikten sonra “borcumuz ne kadar” diye sordu dedem. “4...lira” diye cevap verince adam, dedem önce kala kaldı olduğu yerde. Sonra” emin misin ? Çok pahallıymış yaa” dedi. Ama parayı da ödedi. Eve çıkana kadar da bize söylendi.”her gördüğünüzü istiyorsunuz. Bir yemeyin sorucam ben size.” Diye yol boyu azarladı bizi. İstememiştim ki, sadece ne diye merak etmiştim. Gerçi dedem yine güzel yüreğiyle, ne olduğunu bilmediğimiz bu şeyin tadını tattırmak istemişti bize. Ama bu kadar pahalı olabileceğini tahmin etmemişti. Aslında hayatın pahalılığınaydı kızgınlığı. Ama o anda biz vardık yanında ve ona göre de bu hesapsız harcamaya sebep olan da bizdik.
Evde babaannemle anneme anlattık olanları. Kıkır kıkır güldüler, bizim şaşkın ve azarlanmanın nedeniyle üzgün halimize. Bababannem “ooo çok severim. İyi ki aldırmışsınız. Hadi yiyelim” dedi. Ben de merakla geçtim başına. Bu kadar pahalı bir şey çok güzel olmalıydı. Gerçi o yaşta pahalı ne demek tam da bilmiyordum. Dedem bu kadar kızdığına göre pahalıydı. Dedeme korkudan hiç söyleyemedim ama, kaymak denilen bu şeyin tadı çok kötüydü. Yağdan bir farkı yoktu ki. Ben ne hayal ettimse çocuk aklımla, beğenmemiştim işte. Şimdi seviyorum tadını ve her yiyişimde dedem geliyor yine aklıma.
Ama bu gün yaşadığım bu acı getirmişti kaymak tadını aklıma. Ve ben bu anılarla cebelleşirken; kaç kişi daha yüzüme merakla baktı? İneceğim durağa ne zaman geldim? Otobüsten nasıl indim? Ayaklarım nasıl taşıdı bu çökmüşlüğümü bilemedim? Bu geçen zamanda kaç kere değdirdim usumu anılara? Kaç kere çocuk oldum, hemen ardından büyüdüm, hesap edemedim?
ASLI DEMİREL...
(devam edecek)