ALIN ARTIK ŞU İPİ BOYNUMDAN!
Kendime asla toz konduramadığım, hatalarıma koca koca yumruklar sallayıp kavgaların en şiddetlisini yaşadığım, bazen ezilesi olabilen başımı bir an bile olsun eğmediğim bu oda, şimdi geçmişin bitkin, yorgun, yenik ve eğik halini gösteriyor bana. Kapının hemen arkasında her an kayıp düşecekmiş gibi eğreti duran, çerçevesi beyaz boyalı tahtadan yapılma demode bir boy aynasında gördüklerim, delirmesine ramak kalmış, yenik ve zavallı bir kadından başkası değil. İğrenç ve çirkin bir yüzün, yorgun ve omuzları çekmez bir bedene olan refakatçiliği, birbirleriyle büyük bir uyum sergilemeleri sebebiyle olsa gerek ki takdire şayan doğrusu. Düşünüyorum: Bir zamanlar herkesi hayran bırakan bu yüz, bugün iğrenç ve çirkin sıfatını hak edecek ne yaptı? Elbette hatalarım oldu, ama hayır, kesinlikle reddediyorum: doğrusu o bu kadarını hak etmemişti. Ben şahidim buna. Ve ben her şey adına yemin ederim ki onu bu hale getirenler, onu acınası bir yaratık durumuna düşürenler yalnızca kendi egoları ve dik başlılığı değildi elbet. O, bu, şu… Onlar, bunlar, şunlar… Hepsinin bir payı vardı bu iğrençlikte. O iğrenç yüzde saklı olan, o kadar çok iğrenç yüzler vardı ki, şimdi ben bunları, aynadaki bu yüzden ayırt etmeye çalışırken hiç de zorlanmadığımı fark edip kendime şaşıyorum. İşte şu iğrençlik şundan kalma, işte bu çökkünlükse bundan… Falanca da şu derin izi bıraktı bu yüzde… Yoksa en büyük olan bu izi mi sormalıyım kendime? Zaten beni de en çok yaralayan, yok oluşuma sebebiyet veren bu iz değil mi? Artık korkmuyorum. Ne kendimden, ne hatalarımdan, ne de bundan sonra olacaklardan. İşte bu gün itiraf ediyorum: Onu ben yaptım! Onu kendi ellerimle bu hale ben getirdim! Kendime karşı affedilmez bir suç işledim! Evet, itiraf ediyorum: Bu işte en büyük suçlu benim!
Bir değil, birçok cellâdın önünden gelip geçti şu tırtıklanmış beden. Kimi biçti, kimi yıktı, kimi parçalara ayırdı ruhumu. Kimi ise, oluk oluk akan kanların içinde görevini hakkıyla yerine getirmiş bir memurun takındığı gurur ve kibirle ölümüme terk edip gitti beni. Suçların en büyüğüydü benimkisi. En büyük suçtu, kendi kendime yaptıklarım. Kimse açıktan sen suçlusun dememişti ama hep sinsice ezen bir suçlama vardı gözlerinde. Adi bir suçlu da değildim ki cezamı kesin de bitsin bu iş diyebileyim. Kimse cezamın ne olduğunu söylememişti bana. Ortada hep bir ceza vardı çektiğim. Ne zaman biteceğini ise hiç bilmediğim.
Herkesin bir hikâyesi vardı ya bu hayatta. İşte benim de bir hikâyem olmuştu ilk nefesimden itibaren yazılmaya başlanan. Bazen kana bulanmış kırmızı bir mürekkeple, bazen değdiği her yerde iz bırakan kömür karası siyah bir tükenmezle, bazense silik, rengi olmayan basit bir odunsu kalemle…
Renklere bürünmüş bu hikâyede, hep kırık kalpler, kırgın gönüller, asla unutulmayacak olan kin ve nefretler, umutsuzluk ve pişmanlıklar mı olacaktı? Elbette hayır. Tüm hikâyelerde olduğu gibi mutluluklar, asilikler, diklikler ve umutlar da olacaktı bu yazılanlarda kuşkusuz. Oldu da…
Misafirim burada. Evet, kendi evimde misafirim. Belki bir-iki gün kalır giderim buradan. Yani canım ne zaman isterse… Duruma, şartlara, dedikodulara ya da hayatımda hiçbir yeri olmayan yabancılar tarafından yargılanmamın şiddetine bağlı birazcık da… Yıllardır böyle yapıyorum. Kaçıyorum yani. Şartlar zorladı mı, insanların çenesi biraz düşmeye başladı mı, nereye gittiğimin hesabını yapmadan düşüyorum yollara. Her an gidecekmişim gibi elimin altında bulundurduğum, gri mi yoksa tozdan mı bu renge büründüğünü ne yaparsam yapayım bir türlü anımsayamadığım, epey bir zamandır da benim diyebildiğim şu küçük valizi bir iki eşyayla doldurup ver elini… Alışkınım yollara ben. Yollar da bana. Hiç tanımadığım yabancı yollarda geçti benim son birkaç yılım. O son yıllarımda tanıdım, o hiç tanımadığım insanları…
Her şeyi, herkesi, en can düşmanımı bile affettim bu asırlar içinde. Unuttum her şeyi ve herkesin bana yapıp ettiklerini… Bir tek BEN i affedemedim. Ve bir tek beni affedemedi kimse. Bir de kendime ettiklerimi unutamadım nedense. Önümden sıra sıra geçen bu yüzyıllar, bir tek beni unutturamadı bana.
En büyük suçlu bendim hep. Asılmalıydım belki de… Ya da ne bileyim müebbet falan…
Oldum olası hep direnmiştim bu yargılamalara. Hayır, bu hayat benimdi çünkü, doğru ya da yanlış her neyse, kendi aldığım kararlardı, hayata karşı uyguladıklarım. Hem en çok üzülen ben olmamış mıydım? Ya en büyük pişmanlıkları ve kederleri yaşayan? Herkes hata yapamaz mıydı? Bir tek ben miydim böyle kıvranan hayat içinde? Ve bir tek ben miydim, kaderi kusurlu olan yakılası kadın?
Herkes iyiydi çevremde. Herkes kusursuzdu. Namuslu, asla hata yapmayan hanım hanımcık kadınlarla doluydu etrafım. Erkekler de şerefli ve soyluydular hep… İçlerinde hiç kötülük yoktu onların. Hep mükemmeldiler. Ha bir de merhametli… Kimsesiz, yardıma hatta belki de kendilerine muhtaç olduklarını düşündükleri kadınlara hitaben bacımdan başka laf çıkmazdı ağızlarından. Öyle candan, öyle yardımseverlerdi işte. Anlayacağınız bir tek bendim kötü olan.
Herkes suçumu itiraf etmemi istiyordu benden. Boynuma bulabildikleri en uzun ipi geçirip, hadi itiraf et, suçlusun diyorlardı. Bense diretiyordum. Ben direttikçe suçum büyüyordu. Toplanan kalabalığın kızgınlığı artıyordu. Hadi itiraf et, hadi et!
Yıllardır boynumdaki o uzun iple yaşadım ben. Beni asmadılar. Öldürmediler de. Ne olacağımı bilmeden nefes alıp durdum işte. En kötüsü de buydu elbet.
Şimdi itiraf ediyorum. Direnmenin faydası yok artık, bunu biliyorum. İtiraf, suçun ağırlığını azaltırmış, öyle derler. Belki benim suçum da azalır o zaman. Hadi açın koca koca gözlerinizi ve beni dinleyin. İTİRAF EDİYORUM! Bir tek şartla...
Alın artık şu ipi boynumdan…
YORUMLAR
kendimizin celladı olmayı iyi beceriyoruz bir tek..
kendi ölümümüz yine kendi ellerimzden..
tüm dünyayı affederken..
kendmizi kayırıp tüm dünyadan.. affetmiyoruz bir tek "ben"imizi..
ki.. kendini idam edenlerin sayısı kendini sorgulamayanlardan az.. angisi daha korkunç gerçektn?