YÜREKLERİYLE KOUŞAN GÖZLERİYLE GÜLEN KADINLAR
-Şu mezara bak a*** koyim, herife mezar değil saray yapmışlar sanki...
Diye ortalığı velveleye veren Ramço, başka bir mezardan aldığı kocaman taşı tamamı bembeyaz Afyon şekeri mermerden yapılı kubbeli, pırıl pırıl mezara fırlattı. Havada bir iki dönen ağır taş, yapılı mezarın mermer eteğinden bir parça koparıp, kenara yuvarlandı. Aynı hareketi bir daha tekrarlayacaktı ki semtin nadir mekteplilerinden Sami’nin,
-Sen de taktın bu mezara lan lavuk. Uğraşma mezarlarla, bir gün iflahın kesilir, çarpılırsın,
sözüyle, korkuyla kendini frenledi, mezara doğru tükürdü.
Devasa mezarın otuz metre kadar çaprazında durup, iki elinin işaret parmaklarını yüzü hizasında havaya kaldırıp, ekşittiği suratıyla,
-Bakın aga, bakın şu mezara! Adaletini sikim lan senin dünya, daha on beşindeymiş garibim.
Tekmili birden dünyanın adaletine giydirdi.
Arada Sami’nin okuduğu kederli mezar taşlarının dünyaya doyamadan genç, hatta çocuk yaşta göçmüşlerin ağzından, aslında geride kalmışların, bağrı yanık anaların daha çok da kederini gizleyen babaların isyanını haykıran kah yeni Türkçeyle kah ağdalı bir Osmanlıcayla yazılmış ağıtları dinlediler...
Adımı yazdılar mezar taşına
Ne boyuma baktılar ne yaşıma
Alnıma yazıldı, geldi başıma
Allahım böyle yazmış, ağlama anam…
-----------
Hüve’l Baki
Ah medet bulunmadı emrazının çaresi
Genç yaşında tekmil etmiş meğer kim vadesi
Nice ruhani cismaniyle tedbir ettiler
Gelse cümle neylesin dolmuş ecel peymanesi
-----------
Vakitsiz ölümüne ol yürekler tutuştu
Tomurcuk iken soldun, daha ne idi yaşın…
-----------
Hüv’el Hayy
Nev’civanım uçtu cennet bağına
Firaki kaldı valideyni canına
-----------
Sevgini taşımak değil
Hasretini çekmek zor
Gülmeyi özlemek değil
Ağlamaya çalışmak zor
Sevmek ya da ölmek değil
Özleyince görememek zor
Sami’nin önünde durduğu mezarı tüm mahalleli tanıdı. Nerdeyse hep bir ağızdan,
-Bu Albana’nın mezarı değil mi? Anaa, Çerkez’in kanla yazdığı yazı hala duruyor!
Kanla yazılı taşın üstünde cümleler güneşten solmuş, açık kahverengiye dönmüş, ama yazı hala okunabiliyordu.
"Sevdik ulan, biz de sevdik, hem de ölümüne..."
-He, o! Arnavut Tefik bunun yüzünden öldü. Albana’nın yanında Kürt Selo’yu görmüş, Tefik aşketmiş kıza tokatı, tükürmüş Kürdün yüzüne. Kürt kalleşçe arkadan kesmiş garibimi.
Diye ortalığı geren Sezai’ye kendisi de Anadolunun bilmem hangi şehrinden Kürt olan Ramço, Anne babasından duyduğu şiveye öykünen kalın sesiyle,
-Siktir lan paçalı ibine, Kürtmüş! Asıl Arnavut kalleş olan. Ödlek ibine karıya el kaldırdı, Albana’yı kesti. Selo’da doğradı Tefik’i, sonra da delikanlı delikanlı kodeste de yatmış .
Ramço’nun kodesten afla çıktıktan sonra kayıp Kürdü savunmasına içerleyen çok kuşaktan İstanbul’lu, nadiren hissettiği Arnavutluluğuyla Sezai, eliyle ayıp yapıp Sallarken,
-Delikanlıymış! Delikanlıydı da içerden çıkar çıkmaz Çerkez niye deşti senin Kürdü? Üstelik mahalle arkadaşıydı, diye zırladı.
-Dedikodu lan bunlar. Kürt Selo Almanya’ya gitmiş. Öldürdüyse ölüsünü gören mi oldu? Hem senin Çerkez, keş ibine, kendini kesti. Bu mu lan delikanlılık?
Ramço’nun edeceği bir yığın laf Sami’nin araya girmesiyle ağzına tıkandı.
- Kesin lan lavuklar.
Sami , havaya kaldırdığı kolunu tehditkar bir edayla arkadaşlarına doğru savurdu.
- Ölenlerin ardından kötü konuşulmaz. Bir kara sevda yaşandı mahallede. Ölenlerin aileleri bile bir nebze kinlenmediler birbirlerine, beraberce gömüp ölenlerini, beraberce hapse yolladılar Kürdü, size giren çıkan mı var?
-Toparlanın gidiyoruz, pazar hareketlenmek üzere.
Topladıkları öğlenin sıcağını yemiş, suyunu bırakıp iyice pörsümüş bir leğen dolusu duta umutsuzca baktılar. Pazarda adam gibi dut satıp, yolunu bulmayı öneren, planın sahibi Sami’nin bile yüzü düşmüş, içi hayal kırıklığıyla dolmuştu. Önce ağzına bir avuç dut , sonrada yüzünü ekşitip leğene bir tekme attı.
Sami’nin kendine hayıflanması diğerlerini de harekete geçirdi. Ayarı bozuk taharet musluğu gibi laflarını saydırmaya başladılar.
- Ulan Sami sokim senin aklına. Sana uyduk, boku yedik. Sabahtan beri dut hoşafı yaptırdın. Şimdiye kadar en az iki kilo bakırı hadi olmadı yüz elli kilo inşaat demirini iç etmiş, arak nevaleyle karın doyurmuştuk. Hatta İdris’in mekanda okeye dönüp, manita dikizliyorduk. Ye, al hepsini sen ye lavuk, dut hoşafı.
Sami ortama hızla hakim olurken, milleti hizaya getirip, kendini de temize çıkardı.
-Kesin lan dırdırı lavuklar. Ne adam gibi bir leğen ne de bir örtü getirdiniz. Şimdi lafı gazlıyorsunuz. Hadi toparlanın gidiyoruz.
Mezarlığı kestirmeden, Piyer Loti çayhaneleri tarafındaki istinat duvarından atlayıp, hızla geçip, Siirt’li Ahmet’in gündüz kahvehane, gece birahane mekanına daldılar.
Sanki daha bir kaç dakika evvel aşktan, sevdadan bahseden onlar değilmiş gibi , mekanda masalara kurulmuş, önlerinde ilk ve son siparişleri çaylar utangaç koklaşan, okuldan kırmış sevgililere bulaşmak için öfkeli, dik dik baka baka, garsonların,
-Kenardan beyler, kenardan piliiz,
tehdit yüklü komutlarına kulak asmadan masalara sürtüne sürtüne geçtiler.