Ne Sen Gitme Dedin Ne Asfalt...
Saçlarımda uğulduyor insan sesleri. Güneşin gözleri kör kendi ışığından. Düzensiz kalabalıkların içinden, kılıbık inançlarımla yürüyüp giderken, ardımda şehrin buram buram terkedilmişlik kokusunu duyuyordum. Gitme demiyordu yollar ama asfalt ağırlaşıyordu adımlarımın altında. Eziyordum her bir aksi düşünceyi, beden ağırlığımı yüklediğim lastik pabuçlarımın altında.
Hüznün yarıçapını hesaplıyordum kafamda, gitme demiyordu asfaltlar, ama ağırlaşıyordu gökyüzü kafamın üzerinde. Durup bir yerlerde dinlenmeliydim. İki adım sonra bir bankın üzerine bıraktım köhne bedenimi. Çekip kapıyı çıkmıştım, ardımda bırakmıştım seni, yerde kırık dökük onarılamayacak camdan eşyaları. Ardımda bırakmıştım koca bir aşkın son satırlarını. Gitme dememiştin ama ağlıyordu eşyalar yerde un ufak kıvranırken acısından. Hayatta radikal kararlar alırken duygu diskalifiye edilmeliydi derhal akıldan… Öyle yaptım bende… Sen gitme demezken gözlerin ağlıyordu ardımdan…
Kızıl saçlı kadınındım senin, sense benim ruhu sendeleyen adamım…
Ne zaman uzaklaşmıştık böyle birbirimizden?
Tanrım, ne zaman tıkamıştı kulaklarımızı, aklı başında olmayan öfkeler? Hani aşk vardı, yaralara bile iyi gelen?
Ne zaman yara saranlardan yaralanır olduk?
Tanrım biz ne zaman, silahları çıkartıp sakladığımız yerlerden, birbirimize doğrulttuk?
Yağmur geçirmiyordu gözyaşları, anlamadım nasıl bu kadar ıslandığımı… Tekrar yürümeye başladığımda desen çiziyordu arabaların sıçrattığı çamurlar montumun üzerinde. Sesim çıkmadı, bağıramadım… Bir paçavra gibi atmalıydı aklımdakileri yağmur mazgallarına. Sonra orada unutup, suya karışmasına şahit olmadan, dönüp yürümeye devam etmeliydi… Rengârenk şemsiyeler örtüyordu insan yüzlerini. Islanmaktan kaçıyor, koşuşuyorlardı dört bir yana.
Neydi bu kadar korkutucu olan?
Islaklık mı?
Sanmıyorum…
Şemsiyelerin görevi, kılıf uydurmaktı bu korkuya… İnsanlar koşuşuyorlardı, ben ise inadına yavaştım yollarda…
Demek ki vardiyasını doldurmuştu aşk yorgun bedenlerimizde. Tasını tarağını toplayıp gidiyordu işte. El bile sallamıyorduk ardından. Sanki biz kaçırmamışız gibi hayretle bakakalıyorduk peşi sıra. Gitme demiyorduk ama tasfiye nedeniyle satışa çıkartıyorduk hislerimizi.
Ameliyatla mı aldırmıştık sağduyuyu?
Sence de biz bizi yok edebilmek için çok çaba sarfetmemişmiydik, zehirlemek için kelimeleri, alet etmemişiydik aşkı?
Uzak menzillere yol açasım, çekip gidesim vardı ama asfalt ağlıyordu adımlarımın ardında… Gitme diyemediğine bin pişmandı sanki. Yerle bir ettiğim bir hayattı ve ardımda bırakıp gitmeye çalışıyordum sağduyusuz bir inançla.
Kim bilir ne haldeydin şimdi?
Anladım ki hislere kıymet biçilemiyordu ve kalbi kaçıranlardan fidye olarak ömür alınıyordu…
Öyle bir öykü ki şimdi bu; yol katıyor yollarına, özlem dolu anılarımı… Ve topluyorum araba lastiğinin ezdiği asfalttan yarınlarımı…
Dönüp ardıma gittiğim yollardan ince bir müzik sesi kulağımı tırmalayan…
* ’’Kelimelerden alacaklı bir sağır gibi
İçimi döktüm bugün, yokluğunla konuştum
Tutsak gibi, enkaz gibi, kendim gibi
İçimden çıktım bugün, içimle konuştum
Yüzünü ilk kez gören bir çocuk gibi
Gördüm kendimi gördüm
Kırıldı ayna paramparça
Paramparça ne varsa kadınım
Yokluğunda kaç damla gözyaşı eder adın
Ne olur, gel, gel, gel, gel
Ben sensiz İstanbul’a düşmanım.
Kestiğim ümitlerden yelkenler yaptım ama
Yokluğunda ne gidebildim ne de kaldım
Gerçek miydi tutunmaya çalıştıklarım
Hediye süsü verilmiş ayrılıklarım
Kaybetmenin tiryakisi bir çocuk gibi
Sustum, kendime
Kırıldı ayna paramparça
Paramparça ne varsa kadınım
Yokluğunda kaç damla gözyaşı eder adın
Ne olur, gel, gel, gel,gel
Ben sensiz İstanbul’a düşmanım.’’
_________________
*Gripin / Emre Aydın şarkısı…
Elif SEZGİN
YORUMLAR
Elif Hanım,
Güzel bir yazı okudum. Öncelikle, bazı ufak imla hataları ve noktalama eksiklikleri (okurken, bazı cümlelerin bölünmemiş olması, insanın gözlerini yorabiliyor) yazıdan hafif kopardı diyebilirim. Bu yüzden, yazıyı iki kez okudum. İkinci serüvende, bazı hoş cümleler yakaladım…
“Tanrım, ne zaman tıkamıştı kulaklarımızı, aklı başında olmayan öfkeler? Hani aşk vardı, yaralara bile iyi gelen?
Ne zaman yara saranlardan yaralanır olduk? “
Ve
“Anladım ki hislere kıymet biçilemiyordu ve kalbi kaçıranlardan fidye olarak ömür alınıyordu…
Öyle bir öykü ki şimdi bu; yol katıyor yollarına, özlem dolu anılarımı… Ve topluyorum araba lastiğinin ezdiği asfalttan yarınlarımı…”
İçerik olarak cümleler birbirinden çok kopukmuş gibi görünse de, yine de pek zarar vermemiş. Size tavsiyem, paragraf bölme hususunda dikkatli olmanız. Yukarıda parantez içinde de söylediğim gibi, cümle bölmelerinde de birazcık düşünmenizi tavsiye ederim. Birkaç nokta veya virgül, bu ufak detayı halledebilir. Dersiniz ki, üslup olarak bu tarzda yazmak hoşuma gidiyor, o vakit saygım sonsuzdur. Ve yaza yaza oturacaktır.
Bu yüzden, yazılarınızın devamını beklerim, iyi günler…
Güzel bir başlangıç ve anlatımın devamını getirebilmek için, zorlama eşliğinde sonucu bağlam için çırpımalar yazıyı bitirmiş. ''asfalt ağladı'' gibi esinlenmeler yazıdaki anlatımı doğallıktan almış klişeye döndürmüş. Serzenişlerdeki kopukluk ise göze batıyor. Oysa çok güzel yakalanmışlıklar, yaşanmışlık hissiyatı vardı.
Biraz daha çaba sarf ederseniz harika yazımlarınızı okuyacağız şüphesiz. Tabuları aşma yolunda ince nükteleriniz var.
Sevgimle kalın...