AĞRI SEVGİ TIRMANIŞI
TRANS AĞRI
6 Eylül 09. 30
Kamyon anayoldan saptığında Ağrı Dağı tüm ihtişamıyla karşımızdaydı. Yine başı dumanlıydı. Hep sakladı, hiç göstermedi zirvesini bize, bulutlarla kaplıydı . Litvanya´lı bir gurupla birlikteydik. Türk olarak bir tek bendim . Yirmi kişiydik. Bir de rehberlerimiz vardı Türk. Karıncalar doğa gezi acentasıydı bizi Ağrı Dağına götüren. Kamyonun arkasında bir saat sürdü yolculuğumuz. Tam bir maceraydı, hoplaya zıplaya Eli köyüne vardık. Rakım 2000 civarıydı.
Katırlara yüklenen çantalar ve erzaklar acele yola koyuldu. Ardından da biz. Mevsim sonuydu artık, dereler kurumuş, her yer sapsarıydı. Ne ot kalmış ne de çiçek. Rehberimiz Kemal bana; "Abi buralarını Haziranda görmelisin; dereler gürül gürül akar, her yer çiçeklerle dolar, yemyeşil olur" diyordu. Fakat biz o kuru, boğucu sıcakta tırmanıyorduk, Ağrı Dağının eteklerine. Çıktıkça zorlanıyordum. Ter ter... İkinci molayı verdiğimizde içimdeki atlet ve tişortu değiştirdim. Tedbirliydim. İki tişort ve gömlek daha vardı çantamda. Dağa yaklaştıkça homurdanmaya başladı Ağrı. Sanki ben burdayım der gibi.
3200 kampına vardığımızda açık söylemek gerekirse ben bitmiştim. Yine içimdekiler su gibiydi. Tekrar değiştirdim. Katırlar başka taraftan kampa gelmişlerdi. Dinlendikten sonra eşyalarımızı aldık ve çadırlar kurulmaya başlandı. Kampta yalnız yatan tek kişi bendim. Çadırımı üşenmeden taşıdım oralara kadar ama rahat da ettim. Bir ara hava kapandı, yağmur yağıyordu. Baktım daha sonra dolu yağmaya başladı. Çadırdan çıkmadım bir daha.
7/9/2004
O gece güzel dinlenmişim. Sabah kahvaltı sonrası yine çadırlar toplandı, eşyalar katırlara yüklendi. Hedef 4200 kampıydı.Yine yukarlara tırmandık. Her çıkış zorluydu ama yine de çok zevkliydi. Adım adım hep zirveye yaklaşıyorduk. 4200 kampına vardığımızda her yer taş, bir avuç toprak göremedim. Rüzgâr vardı, soğuk esiyordu. Çadırımızı zorla kurduk. Bizim grup dışında başka bir çok insan vardı. İçlerinde Türk azdı. Franız, Danimarkalı, Belçikalı, Kanadalı, Alman, her milletten insan doluydu.
İşte artık zaman geldi diyordum kendi kendime. Gece saat 03’te kalkıp zirveye tırmanacaktık. Akşam tedirgin halde çadırlara girdik. Çok erkendi, saat 20.00’de tulumun içindeydim. Lakin uyumak denmez işte öylesine vücudumu dinlendirdim. Bol bol sıcak ıhlamur içiyordum. O gece ilk kez yanımda bir arkadaşla uyudum. Karıncaların patronu Aykut kardeşimle birlikteydik. Yorgun bedenim rüzgârın uğultusunda, çadırın savruluşunda, pat pat diye o seslerde nasıl kendinden geçip uykuya daldım anlayamadım.
8.9.2004
Aşçının sesiyle uyandım,"Aykut abi hadi kalkın, geç kalacaksınız" diyordu. Sonra o çocuk bana kampta; "Abi sizi kaldırmaya geldiğimde rüzgâr beni kayalardan atacaktı nerdeyse" diyordu. Mutfak çadırının olduğu yerde toplandık. Termosuma sıcak çay koydum. Tüm zirve tırmanışında içeceğim oymuş meğer.
Saat 04. 15 Yola koyulduk. Kafalarımızda fenerler, ellerimizde batonlar, çantalarımızda kazma, buzda yürümemiz için kramponlar, kimse kask kullanmadı, soğukta kafalarımızda yün şapkalar vardı.
Önce yola çıkmadan önce biraz tereddüt yaşadık. Rehberlerimiz, çok rüzgâr var, bu gün zirve yapmayalım, bekleyelim diyordu. Yöreden iki rehberimiz vardı, onlar deneyeceğiz, diyordu. Beş kişi gruptan gelmediler. Biri de 4300 metrede dönüyorum dedi. Rüzgâr sert esiyordu, ayaz ama biz tırmanmaya başladık. Nefesimi ayarlamaya uğraşıyordum. Ağzımı poşuyla kapayınca nefesim kesiliyordu, açınca da soğuk boğuyordu, ne yapsam nafile ama kimi zaman açtım ağzımı kimi zaman kapadım.
Çok dikti. Son zirve tırmanışı benim için en zor olanıydı. Rüzgâr mahvetti bizi. Çok soğuktu. Yolda mola verdiğimizde baktım ki suyum buz tutmuş. Çantamın içine baktım, limon suyu vardı, plastik şişede, o da donmuş.İyi ki çay vardı ama yine de canım su içmek istedi yol boyunca. Lakin bir yudum su içemeden tırmandım. Sol elimin parmakları hissetmiyordu, dondu parmaklarım. Doğrusu bu derece tahmin etmiyordum soğuk olacağını. Son mola yerine geldiğimizde zirve göründü. İşte o an inandım zirve yapacağıma. Türk bayrağı dalgalanıyordu. İnönütepe yakınımızdaydı ve muhteşem görünümüyle Atatürktepe. Zirveden gözümü ayırmadım bir müddet.
Çok sevinçliydim o an. Beyazlar hâkimdi her yere artık. Son bir gayretle koyulduk tekrar yola. Krampon gerekmedi, gece yağan kar buzun üzerinde sanırım 10 santim vardı. Botlar gömülüyordu. Hat kurulmadı, gerek duyulmadı öyle rahat yürüdük buzun üzerine yağan karda. Önümde benim gibi zorlanan birkaç kişi daha vardı. Artık sona yaklaşıyorduk. Ama nefes almak çok zorlaşmıştı. Dinlenerek çıkıyordum. Zirveye geldiğimde rehberimiz Mehmet karşıladı, elini uzattı ve beni adeta savurdu arka tarafa.
Sonra uzun koşmuş atlar gibi soluduğum o anı ölsem unutamam. "Başardım... Tanrım şükürler olsun" diyordum. İki sene önce ideal edinmiştim. İşte bu bir idealistin zaferiydi. Önümden çıkan bir çift vardı, Litvanyalı. Bayan olan geldi bir şey konuşamıyordu bana sarıldı. Kutluyordu, gözlerinde yaşlar. Birkaç poz resim çekildik. Türkiye’nin çatısındaydık. O anki mutluluğumu anlatamam. Rüzgâr çok sert esiyordu, fazla kalmamız mümkün değildi. Poşumun rüzgârda boynumdan çözülüp uçtuğunu gördüm. Şansım varmış ki arkadaş havada tuttu; yoksa Nahcıvan’a doğru uçuruma uçuyordu.. Levent´e sözüm vardı. "Terimin kokuları olacak. Poşuyu sana getireceğim" demiştim. Saat 09. 00’da zirvedeydik .. Yani beş saat sürdü tırmanışımız.
Sonra dönüş için yola koyulduk. Bir ara yanıma rehber arkadaş koştu, beni yalpalayarak inerken görmüş. Oysa eşimle telefonda görüşüyordum. O kısacık konuşmada ancak, "Başardım... Zirvedeyim" diyebildim. Sonra rehberimiz; "Abi sakın bak burada çatlaklar var, patikadan ayrılma. Bak, burası İskender Iğdır´ın uçuruma yuvarlandığı yer. Gözünü seveyim dikkat et!" diyordu. Sağ olsun rehberimiz Hakan da uyardı. Sonra öyle o güzel insanın düşüp hayatını kaybettiği yere uzun uzun baktım. Nasıl gittin be İskender kardeşim. Nasıl o gencecik insan oradan uçmuş öyle. Allah rahmet eylesin.
İnişler tehlikeli oluyor, yorgunluk, dikkatsizliğe yol açıyor ama şükür yavaş yavaş indik 4200 kampına. Kampı bir saat sonra toparladık, yine katırlara verdik çantalarımızı, yavaştan aşağıya 3200 kampına inişe başladık. Öyle rahat rahat indik. Fakat inerken hep dedim. "Allah’ım nasıl çıkmışız biz buraları?" Akşam olmadan yine çadırlarımızı kurduk, ben sevinçle para dağıtıyordum kampta. İki delikanlı kurdular çadırımı. Bana yardım edenlere beşer milyon verdim, "bahşiş" diyordum. Onlar da sevindiler ve o akşam yemekten sonra hemen yattım, gece deliksiz uyumuşum.
9.9.2004
Ertesi sabah kampı toplayıp kahvaltı yaptık ve Eli köyüne kadar yine yürüdük. Daha sonra da kamyonlarla otele. Toz, sıcak derken otelin önünde şampanyalarla karşıladılar bizi. Patladı birer birer şampanyalar.
Su içtim ben, yalnızca su! Çatlamıştı susuzluktan dudaklarım. Sanırım hayatımda hiç bu kadar susuz kalmamıştım. Koca şişe suyu yavaş yavaş içtim. Nasıl da güzel geldi.
O gün banyo yaptığım anı da unutamıyorum. Duşun altından çıkamadım. Daha sonra Van Gölü´ne gittik. Akdamar Adası´ndaki Ermeni kilisesini ziyaret ettik. Akşam yemeği ve sonrası gece yarısı Doğubeyazıt’a otele vardık. Uyku gözümden akıyordu, hemen uyumuşum.
Bir Ağrı(y)dı yüreğimde. Dindi...
...
Bizdik
Bir gece vakti Ağrı’nın şahikalarına tırmanan
Patikalarda hiçliği arayan…
Bizdik
Rüzgâr uçurumlarda ölümü kovalarken
Mor dudaklarlarımızla Ağrı´yı alnından öpen.
8/9/2004
Fikret Şimşek.
.../ Blog sayfamda Ağrı fotoğraflarını görmek isteyenler bu linke bakabilir. Sevgilerimle.
fikretsimsek.blogcu.com/2232621/
YORUMLAR
Ruhum kanatlı kuş misali uçtu gitti...
Dağlar benim mabedim gibi...
hele de karlı dağlar.....
dostum
can dostum
sevgili Zerre!
Bizdik
Bir gece vakti Ağrı’nın şahikalarına tırmanan
Patikalarda hiçliği arayan…
Bizdik
Rüzgâr uçurumlarda ölümü kovalarken
Mor dudaklarlarımızla Ağrı´yı alnından öpen.
yüreğimden yüreğine sevgi ve saygılar.....
hep/daima...
KargülüALMILA tarafından 11/5/2009 11:38:24 AM zamanında düzenlenmiştir.
harf harf bir dağa tırmanış
hece hece zirveye varış
insanın hayalinde bile canlandıramadığı zirveler
ayakları altında azmin
ve bulutlarla elele gözgöze resim çektirme
bu olsa gerek zirveden seyrüsefere çıkma..
tebrikler...teşekkürler...öyle güzel bir anlatım ki
sanki dağa tırmanıyoruz bizlerde okurken hayali..
Fotoğraflar çok hoş...
Küçük Ağrı, Büyük ağrı. Bu iki dağın masalı çok hoşuma giderdi. İki bacının kavgası...
Tam da benim yaşamak istediğim türden bir gezinti olmuş. Ağrıdan çok geçtim, özellikle o dağın haşmeti beni çok etkilemiştir. ama sanırım siz Ağrıyla bir olmuşsunuz bu gezide. Artık bir gün umarım bana da kısmet olur sizin gibi derinlerine inebilmek bu sergüzeştin.
bu arada çok ufak imla hataları dışında yazınızda sırıtan bir nokta görmemek beni mutlu etti.
Paylaştığınız için sağolun Sayın Fikret Bey...