1
Yorum
12
Beğeni
5,0
Puan
103
Okunma

Bir gün düşlerin oturmuş sabahı beklerken
anlamak mı, yoksa bizi yaşamak mı istersin diye sordular…
Tanıdık bir kimsesizlik duygusu, geldiği yer yağmurluymuş ki, ıpıslak yanına çöktü.
Şehir suskunluklarının en çıldırtıcılarını ücra sokaklardan toplamış.
Kaldırımların uykusuzluğu var üzerinde.
Tinercilerden boşvermişliği, tüm dükkânlardan kapitalizmin kokusunu,
fahişelerden tenlerin soğukluğunu,
meyhanelerden entellerin boş sorularını, adamcıkların küfürlerini,
“kimse benim kadar efkârlı değildir”
şarkısını söyleyen ağır abilerin sigara dumanlarını,
küçük ve zavallı hayatların korkutan kalabalıklarını
toplamış gelmiş.
Etinin kafesinde yaşayanı ele geçirmeye çalışan şeytan,
adına yakılmış en korkunç şarkıları söyler.
Bir akıl sapması yaşayabilirsin, aynılaşmanı isteyen,
anlamsızlığın zincir halkalarından biri olmanı isteyen
deccalin saldırısına uğrayabilirsin.
Paketleyip kaburga kemiklerine astığın tüm kaosların etrafa dağılabilir.
Ne çok şey varmış…
şaşırdın mı?
Üzerinde korkularına iyi gelecek bir muska yok.
Bu kalabalığı hissettiğin an
içinin devriyesinin sirenleri çalışır.
Sol göğsündeki hükümlünün ıslığı,
hayatın nemli soluğuna karışır.
“Yaşam çirkindir, yaşam piçtir” diyen,
lüzumsuz bir cehennemi sırtında taşıyan uyumsuzla
yeryüzünün tüm hiddetine rağmen
yaşamak eyleminin ıslıklı kahramanı senin içinde.
Kendimliğimiz değişirken, içimizin inancı eksilirken,
korku dolu mimiklerle karanlık bir tünelde yolumuzu
bulmaya çalışmıyor muyuz?
Tek bir öze ait, çatışan iki hafızanın
dayanılmaz ağırlığı bu yolda yoruyor bizi.
Yol dediğimiz ne peki?
Geldiğimiz yer…
Geldiği yeri arayan akıllıya da Tanrı insan ismini vermiş.
Yanımızda ne var?
Ellerimiz, yüreğimiz, gözlerimiz.
En ağır yük gözlerimizde:
acı, hüzün,
sevinç, kabahat, günah, mutluluk…
Hepsi o kapıda.
İçinin giriş kapısı.
İçinin giriş kapısında kirli harflerle öfke yazıyor.
Eğer istersen bunu değiştirebiliriz.
Öfkemizi batan gemilerden çıkarabiliriz.
Geceleri nasıl uyuruz?
Bazen bir balinada, bazen bir fıçıda,
bazen deniz kabukluların içinde…
Suratımıza çarpmasın diye hayat.
Bu sularda hangimizde kaptan ehliyeti var?
Sen de muçosun, ben de.
Ve bu sular ürkütücü.
Sessiz.
Gürültü için akordu bozmak yeter.
Akordu bozdum mu,
“sus” mu diyorsun?
Peki susuyorum,
kirli harflerimi yıkayana kadar…
Kirli harflerimi yıkadım.
Sol göğsümdeki hükümlü,
sevi kokan dudaklarıyla göğe doğru ıslıklar çalıyordu.
İhtiyacı yoktu hüzünlü ruhlardan kopan kelimelere.
Yeterince zengindi gözleri.
Tanrı bu iyimserliğe şaşırdı.
Melekleri yolladı:
“Bakın bakayım, anarşistte hiç mi bir duygu yok?”
Çocuklar, sorgusuz sualsiz, yasaksız engelsiz
büyümek için şifalı otlar aradı saçlarımda.
Elimde görünmez kasaturamla
hastalıklı sıkıntıları kazımaya hazır,
her sabah tekrarlardım:
İnsanın suçu yok
İnsanın suçu yok
Suçlu kim?
Suçsuzsun!!
Fedakârlık son taarruzunu kaybettiğinden,
kelebekler dağları seçtiğinden beri
suçsuzum.
Artık özlemem savaş filmlerini,
ben çekmedim o ağlayan fotoğrafları.
Suçsuzum!
Geçmişin ihanetlerini bağışladım.
bir gülümsemeye sakladım
dünyanın tüm felaketlerini.
Kahırlarım dinlendi,
tekrar savaşmaya hazır…
5.0
100% (4)