0
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
23
Okunma
O sabah, daha önce hiç uyanmadığım kadar soğuk bir sabaha uyandım. Üzerimi giydim; yine her zamanki gibi işe gidecektim. Ankara hiç bu kadar üşümemişti, hiç bu kadar ayaz düşmemişti Ankara’ya…
Evden çıktım, yavaş yavaş yürüyordum. Mahallenin ortalarında, müstakil bir evde yaşayan; çok sevilen, altı çocuk babası, ellili yaşlarında bir amcamız vardı. Adı Mehmet’ti…
Gelin, size yüreğinizi üşütecek Mehmet amcanın yürek burkan hikâyesini anlatayım.
Eşi Selma Hanım’la genç yaşlarda, Ankara Kızılay’da bir tiyatro salonunda tanışmışlardı. Selma Hanım’ın annesi çocukken vefat ettiği için, babası evin tek kızı olan Selma’yı kimselere vermek istememişti. Ancak Selma Hanım, Mehmet Bey’e çoktan gönlünü vermişti bile. Aylarca kıyıda köşede, gizli gizli buluşarak sevdalarını diri tutmaya çalışmışlardı.
Mehmet Bey, ilişkilerinin artık böyle gizli saklı sürmesinden rahatsız olmuş ve Selma Hanım’dan kendisine kaçmasını istemişti. Selma Hanım, babasını bir başına bırakamayacağını söylese de, gönlüne taht kuran Mehmet Bey’e olan sevgisi ağır basmıştı. O son buluşmanın ertesi sabahında birlikte kaçarak evlenmişlerdi.
Şehrin merkezine çok uzak olmayan, şirin bir mahallenin ortasındaki müstakil bir evde yaşamaya başlamışlardı.
Aradan yıllar geçmiş, altı çocuk sahibi olmuşlardı. Mehmet Bey gündelik işlere gider, günü kurtarmaya çalışırdı. Selma Hanım ise bu durumdan asla şikâyetçi olmazdı; Mehmet Bey’i çok sever, sayar, gönlünü daima hoş tutmaya çalışırdı.
Bir gün, iki katlı bir binanın yıkım işini almıştı Mehmet Bey. Kendisiyle birlikte üç kişi çalışacaktı. Birkaç gün içinde işe başladılar. Başlarda her şey normal ilerliyordu. İkinci gün öğle saatlerine doğru, Mehmet Bey içeride balyozla duvarları kırarken bina bir anda çöktü. İşçilerden sadece biri dışarıdaydı. Mehmet Bey ve bir arkadaşı enkaz altında kalmıştı.
Uzun uğraşlar sonunda ikisini de çıkardılar; ancak arkadaşı vefat etmişti. Mehmet Bey ise uzun süren tedavilerin ardından sağ kolunu kaybetti. Artık hayat, olduğundan çok daha zor ilerleyecekti.
Selma Hanım yine de kocasına hürmette kusur etmedi. Onu olduğu gibi sevdi, saydı; bir kuru yüz bile göstermedi. Altı çocuk, işsiz bir baba, çaresiz bir kadın… Hayat, hiç beklenmedik bir anda tüm neşelerine gölge düşürmüştü.
Bu vahim kazadan sadece dokuz ay sonra Selma Hanım, kocasına destek olabilmek için çalıştığı tekstil firmasında geçirdiği kalp krizi sonucu hayatını kaybetti. Mehmet Bey, altı çocuğuyla birlikte tek koluyla yapayalnız kalmıştı.
Sevdasıydı Selma Hanım… Yüzünü hiç asmamış, iffetini daima korumuş, Mehmet Bey’i kimseye mahcup etmemişti. Ancak Selma Hanım’ın vefatından birkaç ay sonra Mehmet Bey, işsizlik ve parasızlıkla bunalıma girmişti. Çocukların yaşları küçük olduğu için onları okullarından geri bırakmak istememiş, işe göndermemişti. En büyüğü 15 yaşındaydı; ikisi kız, dördü erkekti.
Gittikçe içine kapanan Mehmet Bey, yavaş yavaş herkes tarafından unutulmuştu. Kimse iş vermez, ekmek uzatmaz olmuştu…
O sabah, işte böyle bir Ankara soğuğuna uyanmıştım. Evden çıkarken içimde sanki öksüz bir kişilik uyanmıştı. Mehmet Beylerin evinin önüne doğru ilerlerken kapının önünde polis ve sağlık ekiplerini gördüm. Adımlarımı hızlandırdım.
Nasıl bir tesadüftü bilmiyorum ama Mehmet Bey’in cenazesinin siyah bir torba içinde önümden geçmesi, ömrüm boyunca unutamayacağım bir an oldu. Bunalımı giderek artan Mehmet Bey, o sabah çocuklarını okula gönderdikten sonra canına kıymıştı.
Altı çocuk, daha sonra devlet gözetiminde bir yetimhaneye yerleştirildi.
Ben o günden sonra uzun süre sıcak bir Ankara’ya uyanamadım. Ve anladım ki:
Hayat, neye sahip olduğumuzu anlamamız için bazen elimizdekilerin hepsini alır.
Umarım sahip olduğunuz insanların farkında olarak bir ömür yaşarsınız.
Teşekkürler…